Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmen olan dedesiyle çocukken yaptığı sohbetlerle farkında olmadan bir sorgulama alışkanlığı kazanan Sevgi Yüksel Özcan, eğitim hayatında felsefeyle ilk kez lise yıllarında karşılaşmış. Derken felsefe lisansı, insan hakları yüksek lisansı ve felsefe doktorasıyla yola devam etmiş. Özcan, felsefenin, hayatın her alanına nüfuz edebilen, kimi zaman politik, kimi zaman bireysel meseleleri içeren bir çaba olduğuna vurgu yapıyor ve “Felsefe yalnızca metinler ve teoriler içinde var olan bir şey olsaydı, onun sahiciliğinden şüphe edebilirdik. Ama tarih boyunca felsefeciler, yalnızca masa başında değil, mahkemelerde, sokaklarda, meydanlarda, sürgün yollarında, bazen de darağaçlarında var oldular. Felsefeci bazen bir sorunun derinliklerine iner, bazen de tek bir cümleyle yerleşik düşünceleri sarsar” diyor.
***
-Neden felsefe? Yolun nasıl felsefeye düştü?
-Eğitim hayatımda felsefeyle ilk karşılaşmam, lise yıllarında felsefe dersinde oldu. Ancak bu ders, sadece müfredatı takip eden bir anlatımla sınırlı değildi. Felsefe öğretmenim, bizi ders kitabının ötesine taşıyarak filozofların eserleriyle tanıştırdı ve bana okumam için Platon’un Devlet adlı eserini verdi. Ardından Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik eseri, Sokrates’in Savunması ve birçok başka klasik metin takip etti. Bu kitapları okudukça, felsefenin yalnızca soyut fikirlerden ibaret olmadığını, insan yaşamının en temel meselelerine dair köklü bir sorgulama sunduğunu fark ettim.
Üniversitede felsefe bölümünü tercih etmemin en önemli nedenlerinden biri de bu erken dönemde aldığım ilhamdı. Ancak felsefeyle asıl tanışıklığımın çok daha öncesine dayandığını, Süleyman Demirel Üniversitesinde felsefe lisans eğitimime başladığımda anladım. Çocukluğumda, Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmen olan dedem Mehmet Yüksel sayesinde farkında olmadan bir sorgulama alışkanlığı kazanmıştım. Her çocuk gibi merak eden, sorgulayan bir yapım vardı ve bu merakımı besleyen, yanıtlar aramama rehberlik eden hep dedem olmuştu. Üniversite yıllarımda özellikle Eskiçağ Felsefesi, Aristoteles ve Etik üzerine aldığım dersler, çocukluk sohbetlerimizin aslında bana fark ettirmeden naif ama güçlü bir ontolojik bakış açısı kazandırdığını gösterdi. Bu keşif, felsefeyle yol arkadaşlığımı pekiştirdi. Lisans eğitimimin ardından Maltepe Üniversitesinde insan hakları alanında tezli yüksek lisans programını, sonrasında ise aynı üniversitenin felsefe doktora programını tamamladım. Şimdi ise bu bitmek bilmeyen yolculuğa, yaptığım akademik çalışmalarla devam ediyorum.
-Peki, felsefe sana ne yaptı? Felsefeyle birlikte değişen bir şey oldu mu hayatında?
-Bugün geriye dönüp baktığımda, felsefenin bana kazandırdığı en büyük şeyin, dünyaya, insana ve kendime dair daha derin ve bilinçli bir farkındalık olduğunu söyleyebilirim. Çocukken içimde var olan o doğal merak, felsefe sayesinde sistemli bir sorgulamaya dönüştü. Eskiden sezgisel olarak hissettiğim pek çok şeyin ardında nasıl bir düşünce yapısı olduğunu keşfettim. Dedemle yaptığım sohbetler ve onun rehberliği sayesinde erken yaşta sorgulamanın değerini anlamıştım; ancak felsefe eğitimi, bana bu sorgulamanın bir yöntemi ve disiplini olduğunu gösterdi. Felsefeyle birlikte hayatımda değişen en önemli şeylerden biri, düşünmenin bir sorumluluk olduğunun bilincine daha çok varmam oldu. Felsefe, doğruyu ve hakikati bulmanın kolay olmadığını, ama bu arayışın kendisinin de başlı başına değerli olduğunu gösterdi. Olaylara yüzeysel ve kestirme cevaplarla yaklaşmak yerine, farklı açılardan bakmayı, düşüncelerimi daha temellendirilmiş ve tutarlı bir şekilde ifade etmeyi öğrendim. Ayrıca, felsefe hem sabırlı olmamı hem de olan bitenleri eleştirel düşünebilmemi sağladı, yani felsefe bana problem gören ve sabırla bakan bir çift göz kazandırdı. Böylece aceleci yargılardan kaçınmayı, bir düşünceyi ya da olguyu olduğu gibi kabul etmek yerine, onun temellerini sorgulamayı öğrendim. Bu, akademik hayatımın ötesinde, gündelik yaşamda da bana rehberlik eden bir yaklaşım haline geldi. Bugün yaptığım her şeyde, karşılaştığım her durumda, felsefenin bana kazandırdığı bu sorgulayıcı ve temellendirilmiş düşünme biçimini sürdürüyorum. Felsefe benim için yalnızca bir akademik uğraş değil, dünyayı ve insanı anlamaya yönelik bitmeyen bir yolculuktur.
-Kimileri felsefeden korkuyor. Felsefeden korkmaya gerek var mı sence ve bu korku nasıl aşılabilir?
-Gündelik yaşama baktığımızda, insanların genellikle bilmedikleri, kendilerine yabancı gelen, alışık olmadıkları ve ne tür sonuçlar doğuracağını öngöremedikleri şeylerden korktuklarını görürüz. Çünkü bilinmezlik, çoğu zaman belirsizlik ve tehlike ile ilişkilendirilir. Bazı insanların felsefeden korkmalarının sebebi de budur. Felsefe, insana alışılmış düşünce kalıplarını sorgulatır, bildiğini sandığı pek çok şeyin aslında ne kadar temelsiz olabileceğini gösterir. Bu da kişinin kendisini bir boşlukta hissetmesine neden olabilir. Bu nedenle insanlar çoğu zaman alışkanlıklarını, kabullerini ve düşünce kalıplarını sarsacak şeylerden adeta vebadan kaçar gibi kaçıp kurtulmak isterler. Oysa felsefe, hayatı daha derinlemesine kavramanın, dünyaya ve kendimize daha bilinçli bir şekilde yaklaşmanın bir yoludur. İnsanlar felsefenin bir tehlike veya bir tehdit olmadığını, yaşam labirentinde sorgulamaya, düşünmeye, anlamlandırmaya ve aydınlanmaya alan açan bir rehber ve yol arkadaşı olduğunu kavradıklarında korkularının yersiz olduğunu rahatlıkla görebilirler. Dolayısıyla bu korkunun aşılması için, felsefenin hayattan kopuk, yaşama aykırı olmadığını, aksine insan yaşamına anlam ve değer katan insana özgü etkinliklerden biri ve en önemlisi olduğunu göstermek gerekir. Çünkü felsefe, bize yalnızca neyin doğru olduğunu değil, neden doğru olduğunu; neyin değerli olduğunu değil, neden değerli olduğunu sorgulama ve anlama imkânı sunar. Aslında herkes, farkında olsun ya da olmasın, bir şekilde felsefi düşünceyle temas halindedir. Adaletin ne olduğu, insana yakışır bir yaşamın nasıl olması gerektiği, insan ilişkilerinin nasıl düzenlenmesi gerektiği gibi sorular, yalnızca filozofların değil, hemen her insanın hayatında bir noktada karşılaştığı meselelerdir. Felsefe, bu sorulara yüzeysel değil, bilgi ile temellendirilmiş ve bilinçli yanıtlar bulmamıza yardımcı olur. Bu yüzden felsefeden korkmak yerine, onu bir yol arkadaşı olarak görmek, düşünmenin ve anlamanın insana özgü değerli etkinliklerden biri olduğunu fark etmek gerekir. Bu da aslında insanın dünyayı, kendisini ve hayatı daha sağlam bir zeminde anlamlandırmasına yardımcı olur.
-Felsefe ve diğer disiplinler arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsun? Disiplinler arasılık neden önemli? Felsefe neden herkese lazım ya da lazım mı?
-Genel anlamda felsefe, insana özgü tüm etkinlikleri ve bu etkinliklere karşılık gelen bilim dallarını kapsayan, onların temellerini sorgulayan ve anlamlandıran bir disiplindir. Bu bakımdan, fizik, biyoloji, psikoloji, sosyoloji, hukuk, sanat ve matematik gibi disiplinlerin dayandığı temel kavramları, varsayımlarını ve yöntemlerini araştırır, sorgular ve yeniden yorumlar. Felsefi bilgi, diğer disiplinlerin hareket noktasını oluşturur ve onları beslerken, aynı zamanda onların araştırma sonuçlarından da beslenir. Bu karşılıklı etkileşim felsefeyi yalnızca bir bilim dalı olmaktan çıkarıp, tüm bilgi alanlarını anlamlandıran bir çerçeve haline getirir. Ancak felsefenin diğer disiplinlerden önemli bir farkı vardır: Doğa bilimleri, yalnızca duyularla algılanabilen, fiziksel ve ölçülebilir şeylerle ilgilenirken, felsefe hem duyulur hem de düşünülür olanı nesne edinir. Yani yalnızca somut gerçeklikleri değil, aynı zamanda soyut kavramları da araştırır. Örneğin adaletin, özgürlüğün, vicdanın, aklın, ilkenin, olgunun, yasanın, toplumun ve devletin ne olduğunu sorgular. Aynı zamanda etrafımızda var olan her şeyin ne olduğunu, bunlar arasındaki ilişkiyi ve onları birbirinden farklı kılan şeyin ne olduğunu da araştırır. Felsefe bu araştırması sırasında nesne edindiği, araştırma konusu olarak yöneldiği alana göre kendi içinde bilim felsefesi, hukuk felsefesi, etik gibi çeşit alanlara ayrılır. Nitekim bir bilim insanı neyin bilgi sayılabileceğini, bilimin sınırlarını ve yöntemlerini sorguladığında bilim felsefesine, bir hukukçu adaletin ne olduğunu ve doğasını tartıştığında hukuk felsefesine, bir sanatçı, sanatın anlamını ve amacını düşündüğünde sanat felsefesine yönelir. Dolayısıyla felsefe, diğer disiplinlerin temel kavramlarını anlamlandıran, onları daha derinlemesine sorgulayan ve geliştiren bir zemin sunar. Bu bakımdan hiçbir disiplinin kendi başına, izole ve birbirinden tamamen bağımsız var olmadığı, olamadığı günümüz dünyasında disiplinler arasılık son derece önemlidir. Öyle ki sözgelimi tıp sadece biyolojiyle değil, etikle de ilgilenmek zorundadır, hukuk, sadece yasaların uygulanmasını değil, adaletin felsefi temellerini de hesaba katmalıdır. Bilimin ve teknolojinin ulaştığı her yeni nokta, felsefi sorgulamayı da beraberinde getirir. Bu nedenle, felsefe herkes için lazımdır. Çünkü hangi alanda çalışıyor olursak olalım, dünyayı, insanı ve kendi konumumuzu anlamaya çalışıyoruz. Ve bunu yaparken, bilinçli veya bilinçsiz, felsefi sorular sormaktan kaçınamıyoruz. Felsefe, biz farkında olsak da olmasak da düşünme biçimimizi şekillendiren en temel disiplindir.
-Peki, felsefe karın doyurur mu? Aileler, çocukları aç kalacak diye felsefe okumalarını pek istemiyor gibi de…
-Çağımızda üniversiteler büyük ölçüde bir meslek edinme kurumu olarak görülüyor. Bu bakış açısı egemen olduğu için de insanlar üniversiteye, bir meslek sahibi olmak amacıyla gidiyor ve mezun olduklarında haklı olarak mesleklerini icra etmek istiyorlar. Üniversitelerde bir bölüm olarak yer alan felsefe için de aynı durum geçerlidir. Ancak felsefeyi yalnızca bir meslek olarak görmek ve ardından bu mesleği icra etmek isteyenleri istihdam etmemek ise başlı başına bir çelişki yaratıyor. Ne yazık ki, pek çok alanda olduğu gibi felsefe mezunları da ciddi istihdam sorunlarıyla karşı karşıya kalıyor. Ancak bu sorun yetki sahibi insanlar için bile çoğu zaman sadece bir yakınma konusu oluyor, çözüm üretmeye yönelik ciddi bir çaba gösterilmiyor. Dahası, felsefe alanında çalışan birçok kişi bile bu konuda elini taşın altına koymuyor. Akademik camiada bu soruna dair gerçekçi çözümler üretmek yerine kabullenilmiş bir çaresizlik hâkim. Akademik kadroların sınırlı olması, özel sektörün beşerî bilimleri yeterince önemsememesi ve genel olarak piyasa mantığının felsefi düşünceye alan açmaması, bu alanda çalışma yapmak isteyenler için büyük engeller oluşturuyor. Bu koşullar altında, felsefe okumak isteyen birçok insan ve onların aileleri, mevcut sosyal, siyasal ve ekonomik koşullar nedeniyle haklı bir endişe taşıyor. Çoğu kişi, önce “daha garantili” bir meslek edinerek ekonomik güvence sağladıktan sonra felsefeye yönelmeyi tercih ediyor. Çünkü felsefe her ne kadar düşünsel derinlik kazandırsa da günümüz koşullarında birçok insan için öncelikli mesele geçim sıkıntısı oluyor. Buradaki asıl sorun, felsefenin işe yarayıp yaramadığı değil, içinde yaşadığımız sistemin düşünmeye, sorgulamaya ve eleştiriye ne kadar alan açtığıdır. Eğer felsefenin toplumda hak ettiği yeri bulmasını istiyorsak, yalnızca bireysel tercihlere değil, eğitimin, akademinin ve iş dünyasının nasıl şekillendiğine de bakmamız gerekiyor. Felsefe, sadece bireysel bir entelektüel uğraş değil, toplumsal gelişim için de bir ihtiyaçtır. Bu yüzden, “Felsefe karın doyurur mu?” sorusunu sorarken, aslında nasıl bir toplumda yaşamak istediğimizi de düşünmeliyiz.
-Felsefeci sadece felsefe mi yapar: Sadece kitaplara gömülüp okur, yazar, düşünür mü? Ya da hangi alanlarda iş yapar, yapabilir?
-“Felsefe yapmak” ifadesi aslında problemli bir ifadedir, çünkü günlük dilde, bu ifade çoğu zaman salt soyut düşünmeye, laf kalabalığına ya da gereksiz tartışmalara işaret etmek için kullanılıyor. Oysa felsefe, sadece düşünmek ya da konuşmak değil, dünyayla ve yaşamla kurulan bir ilişki biçimidir. Felsefeci de sadece kitaplara gömülüp okuyan, yazan, düşünen biri değil, var olan fikirleri sorgulayan, dönüştüren, kimi zaman yeni bir etik tavır geliştiren, hatta toplumsal pratiklere müdahil olan bir figürdür. Dolayısıyla “felsefe yapmak” ifadesi, felsefenin eylemsel boyutunu göz ardı eden, onu salt zihinsel bir uğraş gibi gösteren bir anlatımdır. Felsefe, hayatın her alanına nüfuz edebilen, kimi zaman politik, kimi zaman bireysel meseleleri içeren bir çabadır. Bununla birlikte felsefecinin yalnızca kitaplara gömüldüğü, okuduğu, yazdığı, düşündüğü de olur ve bu en sıradan haliyle bile, dünyayı değiştirmeye yeter. Bir felsefecinin masada, kütüphanelerde ya da not defterleri arasında kaybolduğu anlar, zihinsel bir laboratuvarda geçen deneylere benzer. Ama bu süreç, soyut ve dünyadan kopuk bir faaliyet değildir. O laboratuvarda geliştirilen fikirler, yalnızca sayfalarda kalmaz, bazen bir toplumun temelini sarsar, bazen bir insanın hayatını değiştirir, bazen de henüz adı konmamış bir sorunu görünür kılar. Felsefeci düşünür ama sadece düşünmek için düşünmez, dünyayla kurduğu ilişkinin her anında felsefeyi yaşar; insanlarla konuşurken, gündelik hayatta bir olaya tanıklık ederken, bir kavramı tartarken ya da bir adaletsizliği fark ettiğinde felsefi sezgisiyle hareket eder. Felsefe yalnızca metinler ve teoriler içinde var olan bir şey olsaydı, onun sahiciliğinden şüphe edebilirdik. Ama tarih boyunca felsefeciler, yalnızca masa başında değil, mahkemelerde, sokaklarda, meydanlarda, sürgün yollarında, bazen de darağaçlarında var oldular. Felsefeci bazen bir sorunun derinliklerine iner, bazen de tek bir cümleyle yerleşik düşünceleri sarsar. Onu yalnızca cevapsız sorular peşinde koşan ya da metinler arasında kaybolan biri olarak görmek, felsefenin hayatla olan bağını göz ardı etmek demektir. Çünkü felsefe, yalnızca akla dayalı teorik bir etkinlik değil, aynı zamanda hayatın her alanına nüfuz eden pratik bir etkinliktir.
-Gündelik hayatta insanların genellikle ezberler, ön yargılar, değer yargıları, inançlar, izmler, ahlaksal normlar üzerinden değerlendirmeler yapıp, değer harcadıklarını görüyoruz. Çoğu çatışma, kavga gürültü de buradan çıkıyor. Bu noktada felsefe bir çıkış kapısı aralayabilir mi insana?
-Gündelik hayatta pek çok insan, ezberlenmiş kalıplarla, sorgulanmamış ön yargılarla ve içselleştirilmiş değer yargılarıyla düşünür. Bu durum hem bireyler arası anlaşmazlıklara hem de toplumsal gerilimlere yol açar. Çünkü insanlar çoğu zaman, benimsedikleri düşüncelerin neye dayandığını sorgulamadan hareket eder ve bu da kaçınılmaz olarak çatışmaları beraberinde getirir. Bu noktada felsefe, insanın olayları, kavramları ve kendi düşüncelerini daha açık seçik görebilmesini sağlayarak, yüzeysel kabullerin ötesine geçebilmesine yardımcı olabilir. Bir şeyi olduğu gibi görebilmek, onu başkalarının önyargıları ya da yaygın kabulleri üzerinden değil, kendi gerçekliği içinde değerlendirmeyi gerektirir. İnsan, bir şeyin ne olduğuna dair doğru bilgiye sahip olmadan, onun hakkında doğru bir değerlendirme yapamaz. Felsefe, insanın kendisine sunulan yargıları sorgulamasını, doğru değerlendirmeler yapmasını ve böylece düşüncelerini rastgele tepkiler yerine bilgiye dayalı olarak şekillendirmesini mümkün kılar. Bu durum, çatışmaları tamamen ortadan kaldırmasa da insanların karşı karşıya geldikleri sorunları daha bilinçli ele almalarını sağlar. Çatışmaların çoğu, tarafların neyi savunduklarını ya da karşı çıktıklarını tam olarak bilmeden, içselleştirilmiş önyargılarla hareket etmesinden kaynaklanır. Felsefe, bu zinciri kırarak, insanın hem kendi yargılarını hem de içinde yaşadığı dünyanın koşullarını daha iyi anlamasına yardımcı olur. Çıkış kapısı aralamaktan da öte, insanın önünü açar, ona görme yetisi kazandırır.
-Felsefeyle ilgilenenlere, felsefe okumak isteyenlere ne tavsiye edersin?
-Öncelikle, yalnızca bir meslek sahibi olmak için felsefe okumayı düşünenler için bir hatırlatma yapmak isterim: Bu yol, beklentilerini karşılamayabilir. Çünkü felsefe, doğası gereği bir meslekten çok bir düşünme biçimidir ve eğer yalnızca bir kariyer aracı olarak görülürse, sosyal, siyasal ve ekonomik engellerle birleştiğinde hayal kırıklığına neden olabilir. Bu yüzden felsefeyle ilgilenmek isteyenlerin öncelikle kendilerine şu soruyu sormaları önemlidir: “Ben felsefeyi ne için okumak istiyorum?” Eğer amaç, felsefi bir bakış açısı kazanmak, düşünsel olarak derinleşmek ve dünyayı daha farklı bir gözle değerlendirmekse, bu durumda bazı önemli tavsiyelerde bulunmak mümkündür. Felsefeye yeni adım atan birinin yapması gereken ilk şey, önceden doğru kabul ettiği düşünceleri bir kenara bırakarak, karşılaştığı felsefi görüşleri anlamaya çalışmaktır. Çünkü insanlar genellikle, daha önce sahip oldukları kabuller ile yeni karşılaştıkları felsefi düşünceler arasında bir çelişki gördüklerinde, farkında olmadan yeni düşüncelerden vazgeçmeye daha yatkın olurlar. Bu da felsefi düşünceleri anlamayı ve içselleştirmeyi imkânsız hâle getirebilir. Bir diğer önemli nokta, filozofların düşüncelerini ikincil kaynaklardan değil, doğrudan kendi metinlerinden okumaktır. Başlangıçta bir filozofun görüşü başka bir kaynaktan eksik ya da hatalı öğrenildiğinde, bu yanlış bilgi zamanla yerleşik hâle gelir ve ilerleyen süreçte birçok başka yanlış anlamayı da beraberinde getirir. Hatta çeviri hataları bile filozofların düşüncelerinin çarpıtılmasına neden olabilir. Bu yüzden, felsefeye ciddi şekilde ilgi duyan biri için yabancı dil öğrenmek büyük bir avantajdır. Özellikle Eski Yunanca ve Latince bilmek, klasik metinlere doğrudan ulaşmayı sağlar. Bunun mümkün olmadığı durumlarda bile, en azından farklı dillerdeki çevirileri karşılaştırarak okumak, daha sağlıklı bir öğrenme yolu olabilir. Son olarak, felsefeyle ilgilenmek isteyenler, felsefenin sabır, emek ve kararlılık gerektiren bir yolculuk olduğunun farkında olarak bu yolculuğa çıkmalıdır.
Gelecek hafta: Bertan Algan’la söyleşi
***
Önceki söyleşiler:
Sedef Karakaş: Felsefe adındaki kraliçe (2024 yılında Medya Günlüğü’nde en çok okunan yazı)
Alper Hasanoğlu: Felsefeden korkan terapi görsün
Ertan Tunç: Her yol felsefeye çıkar
Beste Nâsır: Felsefe insanlaşma yolculuğudur
Serhan Kansu: Felsefe bir ışık yakar
Hâle Seval: Felsefe hayatımızın içinde
Furkan Soltekin: Ezberle savaşmak için felsefe
Uğur Selçuk Güneşli: İnsana yakışır bir yol aradım
Kornilia Çevik Bayvertyan: ‘Doğruya ulaşmanın anahtarı felsefe’
Pınar Güler: Felsefe her eve lazım
Ali Bulunmaz: ‘Felsefe itici bir güç’
Belgin Önal: Felsefeyle kendimi gördüm
Berkay Gürvardar: Felsefe çıkış kapısı olabilir
Berrak Coşkun: Delirmemek için felsefe
Zuhal Kişin Köseoğlu: Düşünmek zahmetli geliyor
Armağan Teselli: Hayatta kalabilmek için felsefe
Ceren İplikçi: Felsefe eşine zor rastlanır bir dost
Onur Egemen Sakarya: Takdir edilesi bir ‘mutsuzluk’
Tülay Aydın Türkmen: ‘İnsanı anlama yolculuğum’
Fatih Hüseyin Börekçi: Sistem düşünmemizi istemez
Aris Abacı: Masallara kanmamak için felsefe
Sinan Pekşen: Gerçeği bilmeye hazır değiliz
Cem Nikravan: İnsanca yaşayabilmenin ön şartı
Serhat Durup: Felsefe eylem gerektirir
Funda Yıldız Çağlar: İnsan bilmek ister
Tarık Tazegül: Felsefe insanı büyütür
Celale Esra Algan: Felsefeyle farklı bir Türkiye
Erdoğan Okay: Felsefe kendisini bile sorgular
Yazar hakkında
Elif Şahin Hamidi 1979 yılında doğdu. 1998 yılında, Trakya Üniversitesi EMYO Serigrafi Bölümünden, 2004 yılında, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın-Yayın Bölümünden mezun oldu. 2018 yılında, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı İnsan Hakları Yüksek Lisans Programını tamamladı. Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin danışmanlığında “Gazetecinin İşi, Hak Gazeteciliği ve İnsan Hakları” başlıklı bir tez yazdı. Şu an aynı üniversitede felsefe doktorası yapıyor.
Öğrencilik yıllarından bu yana çeşitli mecralarda muhabir, editör, genel yayın yönetmeni olarak görev yaptı ve yazmayı hep sürdürdü. Kitap değerlendirme yazıları, yazarlarla yaptığı söyleşiler, hazırladığı dosya konuları ve haberler farklı mecralarda yayınlanıyor.
2014 yılında Beta Yayınları tarafından yayımlanan Sıradışı Uyumsuz Muhalif: Bir Entelektüeli Yitirmek/Vakur Kayador’un Ardından başlıklı kitapta, “Hep Vakur ve Hep Yalnızdı” başlıklı yazısıyla yer aldı. Ayrıca Ercan Kesal ile Peri Gazozu adlı kitabı üzerine yaptığı söyleşi, 2017 yılında yayımlanan Aslında adlı kitaba dahil olurken, Murat Gülsoy’un Nisyan adlı romanıyla ilgili değerlendirme yazısı, 2018 yılında yayımlanan Murat Gülsoy: Edebiyatta 30. Yıl/Basında Yazılanlar adlı kitapta kendine yer buldu. Prof. Dr. Şehnaz Ceylan’ın editörlüğünü yaptığı ve Ekim 2020’de yayımlanan Çocuk Edebiyatı başlıklı kitaba, “Kitaplara ve Okumaya Dair” başlıklı yazısıyla katkıda bulundu. 2021’de yayımlanan Etik, Hukuk ve İnsan Hakları/İoanna Kuçuradi’ye 85. Doğum Günü İçin adlı armağan kitaba, yüksek lisans tezinden hareketle, “İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi” başlıklı bir yazı yazdı. “Toz, Ölüler ve Diriler” başlıklı öyküsü, Sözcükler Edebiyat Dergisinin Mayıs-Haziran 2022 sayısında yayımlandı. Kasım 2022’de yayımlanan Edebiyatta Denizcilik Denizcilikte Edebiyat adlı kitaba, Nazlı Eray’ın Pasifik Günleri romanı hakkında bir yazıyla katkı sunarken, Şubat 2023’te yayımlanan Edebiyatta Hukuk adlı kitaba, Aristophanes’in Kadınlar Savaşı/Lysistrata oyunu hakkındaki “Barış Düşünün Peşinde: Lysistrata” başlıklı değerlendirme yazısıyla katkıda bulundu. Son olarak, İoanna Kuçuradi için hazırladığı Ömrümüzü Yönlendiren Rastlantıların Kavşağında: İoanna Kuçuradi başlıklı armağan kitap, Mart 2024’te, Kuçuradi Felsefe ve İnsan Hakları Vakfı Yayınları’ndan çıktı. Ayrıca yüksek lisans tez çalışması, İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi başlığıyla, yine Mart 2024’te kitaplaştırıldı.
Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezinde Uzman olarak görev yapıyor ve Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile birlikte çalışıyor. İnsan Hakları Anabilim Dalı ve İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Danışma Kurulu Üyeleri arasında yer alıyor. Ayrıca, İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Bültenini hazırlıyor.