Psikiyatr, psikoterapist, fizyolog ve Rumeli Üniversitesi Psikoloji Bölümü Doktor Öğretim Üyesi Dr. Alper Hasanoğlu, lise ikinci sınıfı bitirdiği yaz, usuldan felsefeye bulaşmış. O gün bugündür de felsefe metinleriyle cebelleşmeyi sürdürüyor. “Felsefenin bana yaptığı en heyecanlı şey, öğrenmem gereken sayısız şeyi masamın üstüne yığması oldu” diyen Hasanoğlu, felsefenin hayat ve insanla ilgili olduğunu ve felsefe bilgisinin ne iş yaparsak yapalım yapıp ettiğimiz her şeyde en büyük yardımcımız, en önemli düşünsel aracımız olduğunu gösterebilmek gerektiğini vurguluyor. “Felsefe Sana Ne Yaptı?” söyleşi dizisinin ikinci konuğu Alper Hasanoğlu…
Elif Şahin Hamidi
–Neden felsefe? Yolun nasıl felsefeye düştü?
-“Neden felsefe?” sorusu bence sorulmaması gereken bir soru çünkü ister farkında olalım ister olmayalım, felsefe, damarlarda kanın akmasını sağlayan kalp gibi hayatın devam etmesini sağlayan kan akışını sağlar. Belki anlamı bilgelik ve/veya bilgi sevgisi philosophia/felsefe akılla daha yakın bir yere konuyor olsa da ben, insan doğasının fizyolojik ve patolojik veçheleriyle 27 yıldır her gün uğraşan biri olarak Platon’un ruh tanımını biraz değiştirme cüreti göstererek felsefeyi –elbette metaforik olarak– beyinle kalp arasında bir yere yerleştirmeyi uygun görüyorum. Benim ‘arzu ettiğim’, olmasını istediğim, felsefenin, bir hayvan türü olan insanın nasıl yaşaması gerektiğini, doğrusu, nasıl yaşarsa kendinden memnun, huzurlu ve arada mutluluğu da mutsuzluğu da tadarak, ölümden korkmadan yaşayıp gitmesini sağlayacak bir kılavuz olması.
Felsefeye yolum, ben lise ikinci sınıfı bitirdiğimde, yazlıkta, şimdi Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünde öğretim üyesi olan Necati Ilgıcıoğlu’nun Boğaziçi Felsefe Bölümünde okumaya başlayıp ilk yılı devirdikten sonra bir sürü paradoks uydurup kafamı karıştırmaya başlamasıyla düştü. Zenon’un ünlü paradoksu hariç, başka paradokslar da bulmaya çalışıp kafamı karıştırıp duruyordu Necati ve benim psikoloji okuyup psikoterapist olmak istememle dalga geçiyordu. “Felsefe dururken psikoloji diye bir şeyden bahsedilebilir mi?” gibi sorularla kafamı karıştırmaya çalışıyordu ama ben o dönemki Almancamla zorlansam da Sigmund Freud ve Alfred Adler’in yazılarını okuyor ve Neco’ya, “Psikolojiyle felsefenin ne farkı var ki? Görmüyor musun ikisi de insanla ilgileniyor” gibi naif sorular soruyor ve kendi seçimimi acemice savunmaya çalışıyordum. O gün bugündür felsefe metinleriyle cebelleşiyorum. Meslek olarak önce nörobiyolojiyi, daha sonra psikiyatri ve psikoterapiyi seçmiş biri olarak sevgili tez hocam Bergen Özüaydın sayesinde felsefe doktorası da yapmaya başladım; umarım kazasız belasız tezimi de savunarak en geç bir sene içinde felsefeyi psikolojiye, psikolojiyi de felsefeye –elbette kendi dünyamda ve gündelik pratiğimde– sokmayı kendime hak görmeye başlayacağım.
–Peki, felsefe sana ne yaptı? Felsefeyle birlikte değişen bir şey oldu mu hayatında?
-Felsefenin bana yaptığı en heyecanlı şey, öğrenmem gereken sayısız şeyi masamın üstüne yığması oldu. Bu yarı şaka yarı ciddi yanıtın ardından sanırım şöyle söyleyebilirim: Bir kere -olumlu anlamda- kendimden, doğrusu bildiğimi sandığım, bildiğimden emin olduğum her şeyden şüphe etmem gerektiğini gösterdi bana. Bu da kendimi tanımlarken mutlaka kullanacağım bir özelliğimi, merak duygumu coşturdu ve harekete geçirdi. Hayatım sona ererken öğrenmek istediğim ne kadar çok şeyin geride kalacağını görmeme neden olarak birazcık da hüzünlendirdi beni. Hayatımda değişen şey, zaten günlük pratiğim olan insanı, insan doğasını ve insan ilişkilerini anlama yolunda perspektifimi ciddi bir biçimde genişletti. Sanata ve özellikle edebiyata yaklaşımımı farklılaştırdı ve en önemlisi İoanna Kuçuradi gibi bir bilgeyle, filozofla tanışmamı, ondan bir şeyler öğrenebilmemi sağladı. Daha ne olsun?
–Kimileri felsefeden korkuyor. Felsefeden korkmaya gerek var mı sence ve bu korku nasıl aşılabilir?
-“Felsefe yapma”, “tiyatroya mı geldik?”, “edebiyat yapma” gibi cümlelerin günlük hayatta insanlardan sık sık duyduğumuz şeyler olduğunu hesaba katarsak, felsefenin ülkemizde korkulan bir şeyden çok küçümsenen bir şey olduğunu düşünüyorum. Bunun en önemli nedenlerinden birinin Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde ilk basamakta olup hayatta kalma mücadelesi yapan bir ülkenin insanlarının korkmak ya da küçümsemek gibi tavırlarından ziyade yok saymak ve/veya farkında bile olmamak gibi bir durumda olduklarını düşünüyorum. Felsefeden korkan birileri gerçekten varsa, onlara terapiye gitmelerini tavsiye ederim. Çünkü felsefeden gerçekten korkan biri, yaşadığı hayattan memnun değildir ama bu hayatı değiştirme cesareti gösteremiyor demektir. Felsefeye başvururlarsa da –belki bilinçdışı bir şekilde– hayatlarını yaşama biçimlerinde bir değişiklik yapma zorunluluğunu görecekler. Buna cesaret edemeyecekleri ve kendilerini daha da kötü hissedecekleri için, korku nesnesi olarak felsefeyi seçtiklerini söyleyerek, toplumsal bir psikodinamik yorum yapmış olacağım. Tek bir neden bulmak ve ona tutunmak doğru olmasa da, benim durduğum yerden felsefe korkusu böyle görünüyor. Felsefeden korkunun azalması belki, felsefenin hayat ve insanla ilgili olduğunu ve felsefe bilgisinin ne iş yaparsak yapalım yapıp ettiğimiz her şeye, hatta dostluk ve duygusal ilişkilerimize yaklaşımımızda yalnızca teoride değil, pratikte de en büyük yardımcımız, en önemli düşünsel aracımız olduğunu gösterebilmek gerekiyor belki.
–Felsefe ve diğer disiplinler arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsun? Disiplinler arasılık neden önemli? Felsefe neden herkese lazım ya da lazım mı?
-Birçok felsefeci dostumun, felsefe hocalarımın az da olsa bir tepki göstereceğini bilerek, benim için çok önemli olan Karl Jaspers’ın 1960’lı yıllarda yaptığı bir tespiti aktarmak isterim. Jaspers günümüzde herhangi bir bilim dalında uzmanlığı olmayan birinin felsefe yapmasının çok zor olduğunu düşünür. Antik Yunan’dan günümüze gelene kadar, felsefenin konularının yavaş yavaş kendi metodolojilerini oluşturarak felsefeden kopması sonucu felsefe, savunmacı bir pozisyona çekilmiş ve hayattan bir süre uzaklaşıp fildişi kulesine çekilmişti. Ama bu ilk tepkisel tutumdan sonra gerek felsefe, gerekse bilim dalları birbirlerine ihtiyaç duyduklarının farkına vardılar. Ama felsefenin metodolojisi ve bilim dallarının metodolojileriyle nesnelerine yaklaşım biçimlerinin farklılıkları disiplinler arasılığı oldukça zorlaştırmaktadır. Burada farkındalığı daha yüksek olan felsefeye esas olarak görev düşmektedir. Disiplinler arasılık birlikte çalışma planlama, sempozyumlar, kongreler düzenlemekle mümkündür. Bu nedenle öncelik konuların ortaklığının karşılıklı anlaşılmasını sağlamaktan geçer diye düşünüyorum.
–Peki felsefe karın doyurur mu? Aileler, çocukları aç kalacak diye felsefe okumalarını pek istemiyor gibi de…
-Felsefe karın doyurur demek, sanırım yalan söylemek olurdu. Ya da daha önce karın doyurmanın ne anlama geldiğini tanımlamak da gerekir sanırım. İoanna Hoca bir söyleşide, babasının felsefe asistanı olmasını pek de istemediğini, ama bir asistan olarak hayatını kazandığını ifade eder. Ama felsefeyle günümüzde medarı maişet motorunu işletmek için sadece akademisyen olmak gerektiğini düşünürsek, felsefe eğitimi alan insanların felsefenin bir meslek olarak insanın hayatını idame ettirmesine olanak sağlamasının mümkün olduğunu söylemek göz göre göre yalan söylemek olur. Felsefe, sonrasında para kazanmak için değil, nasıl bir hayat yaşamak için benimseyeceğimiz değerler ve etik konusunda bir bilgi birikimine sahip olmamızı sağlar. Bu temel hayat bilgisi sonrasında seçeceğimiz her türlü meslekte, nasıl bir tutum içinde olacağımız konusunda bize yol gösterici olacaktır. Ancak günümüzün çıkar ve bencillik üstüne kurulu iş dünyasında felsefenin yol göstericiliğinde kendimize belirlediğimiz değerler ve etik tutumun umduğumuz ya da bizden beklendiği kadar çok para kazanmamıza olanak sağlar mı? Bu da ayrı bir tartışma konusu.
–Felsefeci sadece felsefe mi yapar: Sadece kitaplara gömülüp okur, yazar, düşünür mü? Ya da hangi alanlarda iş yapar, yapabilir?
-Felsefeci, bir felsefeci olarak elbette yalnızca felsefe yapar. Ama felsefe yapmak başka bir şey ve/veya şeyler yapmasının önünde bir engel değildir. Felsefe eğitimi olan bir insan uzmanlaştığı felsefe alanı aracılığıyla birçok başka alanda söz sahibi olabilmektedir. Bilim felsefesinde uzmanlaşan bir felsefecinin herhangi bir bilim dalında bilimin nasıl ve hangi kurallara göre ifşa edileceği konusunda söz sahibi olabilmesi gerekir. İsviçre, Avusturya ve Almanya’da birçok hastanede filozoflar kadrolu olarak görev yapmaktadırlar artık. Örneğin yoğun bakım ünitelerinde, yani hayatla ölüm arasında gidip gelen insanlarla çalışan sağlık görevlilerinin bu konuda nasıl bir tutum içinde olacakları konusunda etik danışmanlığa ihtiyaç duydukları/duyacakları çok açıktır. İsviçre’de felsefe eğitimi de olan psikiyatr bir meslektaşım Basel Tıp Fakültesi’nde bütün branşlarda görev yapan uzman doktorlara zorunlu olmayan iki yıllık bir eğitim programı açtı ve hemen hemen her branştan doktor kendi boş zamanlarından alarak bu eğitim programına yıllardır devam etmektedirler. Felsefe her türlü mesleğin nasıl ifa edileceği konusunda ciddi bir kılavuz olabilmektedir.
–Gündelik hayatta insanların genellikle ezberler, ön yargılar, değer yargıları, inançlar, izmler, ahlaksal normlar üzerinden değerlendirmeler yapıp, değer harcadıklarını görüyoruz. Çoğu çatışma, kavga gürültü de buradan çıkıyor. Bu noktada felsefe bir çıkış kapısı aralayabilir mi insana?
-Benim Maltepe Üniversitesi Felsefe Bölümünde yürüttüğüm doktora çalışması sırasında farkına vardığım ve öğrendiğim en önemli şeylerden biri, gündelik hayatta da sıklıkla kullanılmaya başlanan felsefe kavram ve terimlerinin ne anlama geldiğini aslında çok az insanın gerçekten bildiği ve bu nedenle insanların birbirleriyle olan iletişimlerinde, birbirlerini anladıklarını sandıkları, hatta emin oldukları durumlarda bile birbirlerini anlamakta zorlandıkları ve hatta anlamadıkları oldu. Ve maalesef bu anlamamanın, birbirini anlamış olduğu yanılgısının farkına bile varmamaları oldu. Bunun düzeltilebilmesi ve insanların birbirlerini, en azından temel düzeyde anlayıp birbirlerini dinlemelerini sağlamak belki de felsefenin becerebileceği bir şeydir. Ama bunu nasıl yapabilir, kim felsefeye bu görevi lâyık görür ya da birbirleriyle anlaşamadıklarının bile farkında olmayan insanların böyle bir ihtiyaçları olduğunu anlamalarını felsefe nasıl sağlayabilir, inanın hiçbir fikrim yok.
–Felsefeyle ilgilenenlere, felsefe okumak isteyenlere ne tavsiye edersin?
-Çok pratik bir tavsiyem var. Felsefeyi bir hayat biçimi olarak benimseyecek insanların felsefe okuması gerektiğini düşünüyorum. Genç bir yaşta bu farkındalığa ulaşabilmenin pek de mümkün olduğunu düşünmediğim için, felsefe okumak isteyenlerin felsefeye gönül vermiş felsefecilerle iletişime geçip felsefenin onların hayatında neye dokunduğunu, ne kazandırdığını, ne kaybettirdiğini sormaları ve kendi sosyal, kültürel ve ekonomik koşullarını hesaba katarak karar vermeye çalışmaları gerektiğini düşünüyorum. Bunun dışında felsefe eğitimi illâki lisans düzeyinde yapılması gerekmiyor. İnsanlar ne eğitim görürlerse görsünler, sonrasında yüksek lisans düzeyinde daha bilinçli olarak felsefe yüksek lisansı yapabilirler.
Gelecek hafta: Ertan Tunç’la söyleşi
1. Söyleşi
Yazar hakkında
Elif Şahin Hamidi 1979 yılında doğdu. 1998 yılında, Trakya Üniversitesi EMYO Serigrafi Bölümünden, 2004 yılında, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın-Yayın Bölümünden mezun oldu. 2018 yılında, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı İnsan Hakları Yüksek Lisans Programını tamamladı. Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin danışmanlığında “Gazetecinin İşi, Hak Gazeteciliği ve İnsan Hakları” başlıklı bir tez yazdı. Şu an aynı üniversitede felsefe doktorası yapıyor.
Öğrencilik yıllarından bu yana çeşitli mecralarda muhabir, editör, genel yayın yönetmeni olarak görev yaptı ve yazmayı hep sürdürdü. Kitap değerlendirme yazıları, yazarlarla yaptığı söyleşiler, hazırladığı dosya konuları ve haberler farklı mecralarda yayınlanıyor.
2014 yılında Beta Yayınları tarafından yayımlanan Sıradışı Uyumsuz Muhalif: Bir Entelektüeli Yitirmek/Vakur Kayador’un Ardından başlıklı kitapta, “Hep Vakur ve Hep Yalnızdı” başlıklı yazısıyla yer aldı. Ayrıca Ercan Kesal ile Peri Gazozu adlı kitabı üzerine yaptığı söyleşi, 2017 yılında yayımlanan Aslında adlı kitaba dahil olurken, Murat Gülsoy’un Nisyan adlı romanıyla ilgili değerlendirme yazısı, 2018 yılında yayımlanan Murat Gülsoy: Edebiyatta 30. Yıl/Basında Yazılanlar adlı kitapta kendine yer buldu. Prof. Dr. Şehnaz Ceylan’ın editörlüğünü yaptığı ve Ekim 2020’de yayımlanan Çocuk Edebiyatı başlıklı kitaba, “Kitaplara ve Okumaya Dair” başlıklı yazısıyla katkıda bulundu. 2021’de yayımlanan Etik, Hukuk ve İnsan Hakları/İoanna Kuçuradi’ye 85. Doğum Günü İçin adlı armağan kitaba, yüksek lisans tezinden hareketle, “İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi” başlıklı bir yazı yazdı. “Toz, Ölüler ve Diriler” başlıklı öyküsü, Sözcükler Edebiyat Dergisinin Mayıs-Haziran 2022 sayısında yayımlandı. Kasım 2022’de yayımlanan Edebiyatta Denizcilik Denizcilikte Edebiyat adlı kitaba, Nazlı Eray’ın Pasifik Günleri romanı hakkında bir yazıyla katkı sunarken, Şubat 2023’te yayımlanan Edebiyatta Hukuk adlı kitaba, Aristophanes’in Kadınlar Savaşı/Lysistrata oyunu hakkındaki “Barış Düşünün Peşinde: Lysistrata” başlıklı değerlendirme yazısıyla katkıda bulundu. Son olarak, İoanna Kuçuradi için hazırladığı Ömrümüzü Yönlendiren Rastlantıların Kavşağında: İoanna Kuçuradi başlıklı armağan kitap, Mart 2024’te, Kuçuradi Felsefe ve İnsan Hakları Vakfı Yayınları’ndan çıktı. Ayrıca yüksek lisans tez çalışması, İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi başlığıyla, yine Mart 2024’te kitaplaştırıldı.
Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezinde Uzman olarak görev yapıyor ve Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile birlikte çalışıyor. İnsan Hakları Anabilim Dalı ve İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Danışma Kurulu Üyeleri arasında yer alıyor. Ayrıca, İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Bültenini hazırlıyor.