Çocukluktan beri uçaklara yakın olabilmeyi düşleyen Sinan Pekşen, ODTÜ Havacılık Mühendisliği mezunu. Aynı zamanda Maltepe Üniversitesinde Felsefe Bölümü doktora öğrencisi. Geçen yıllarda aynı üniversitede Uçak Teknolojileri Programında Öğretim Görevlisi olarak da çalışan Pekşen, halen TED Üniversitesi Araştırma Teknoloji ve İnovasyon Direktörü olarak görev yapıyor. Ayrıca Değişim Ustaları Akademi Kurucu Ortağı, Eğitmen ve Danışman olan Pekşen felsefenin, mesleği ne olursa olsun, insanı yaşamda “iyi” olmaya götürecek en önemli unsur olabileceğini söylüyor. Pekşen’in bilgiye olan açlığı çok farklı alanlarda üretken olmasına neden olmuş. Bir yandan “Doğa ve Felsefe Kampları” düzenlerken diğer yandan Türkiye’de teknoloji ve girişimcilik ekosistemine katkıda bulunacak etkinliklerde bulunuyor. “Şunu çok iyi biliyorum ki ne yaparsanız yapın, eğer onu iyi yapıyorsanız, yaptığınız işe kendinizden bir şeyler katıyorsanız, otantikseniz, insan dolayımındaki bu dünyaya katkı sağlıyorsanız işinizi felsefeyle, felsefi bir zeminde yapıyorsunuz demektir” diyen Pekşen, felsefenin bir zemin olarak herkese lazım olduğuna işaret ediyor.
Elif Şahin Hamidi
***
–Neden felsefe? Yolun nasıl felsefeye düştü?
-Kendimi bildim bileli gerçeğin ne olduğuna dair nahif bir rahatsızlık hissetmişimdir. Felsefeye olan ilgimin temelinde işte bu “gerçek” olana duyduğum özlem ve bunun karşısında “verili” olana karşı duyduğum rahatsızlık duygusunun var olduğunu düşünüyorum.
–Peki, felsefe sana ne yaptı? Felsefeyle birlikte değişen bir şey oldu mu hayatında?
-Felsefe en çok kendimi bilmeme sebep oldu. Felsefenin temel yöntemi olan sorgulama insan dolayımında olan her şeyin ve herkesin “değerlendirme” nesnesi olabileceğini gösterdi bana. Bu farkındalık kendinden başlayarak her şeyi ve herkesi değişime zorlayan, böylece gerçeğe ve eğer istersen anlama ulaşmanı sağlayan zorlu bir yolculuğa çıkmana neden oluyor kanımca. Felsefenin bir insan üzerindeki değişime yönelik en önemli etkisinin bu şekilde ortaya çıktığını sanıyorum.
–Kimileri felsefeden korkuyor. Felsefeden korkmaya gerek var mı sence ve bu korku nasıl aşılabilir?
-Felsefenin temelde bir düşünme eylemi olduğunu kabul edersek, insanların felsefeden değil düşünmekten korktuğu sonucuna ulaşabiliriz. Yine de bu yüzeysel bir tespit olabilir. İnsanların bir kısmının gerçekten de düşünme tembelliği içinde mutlu bir yaşam sürdükleri söylenebilir. Muhtemelen sorun daha derin. Düşünmenin ve aslında düşündüğünün üstüne düşünmenin sonuçları ile yüzleşmek daha korkutucu ve acı verici olabilir. Verili olana inanmak, verili olanın makul bir düzeyde tutarlı, doğru ve gerçek olduğunu kabul etmek zihnin yaratacağı acıları hızlı ve tatlı bir şekilde dindirebilir. İnsan en çok da mutluluk hissine teslim oluyor. Kaos, belirsizlik, paradoksal durumlar, yüzleşmeler ve karşılaşmalar insanın üzerinde çok da kesin olarak tanımlanamayan bir tür baskı ve sıkıntı yaratmakta. Hâlbuki yaşamı karakterize eden (diğer bir deyişle yaşamı tanımlayan, onu eşsiz kılan), tam da bu düzensizlik haline karşı, insan olanın mücadelesi değil mi? Felsefe işte tam da bu sebeple “bilmeye cesareti olanlar”ın işi haline dönüşüyor. Bu nedenle felsefeye duyulan korkuyu, bireyin gerçeği bilmeye duyduğu ihtiyaç ve bunun için bedel ödemeye hazır olmaması ile ilişkilendiriyorum. Sokrates’in dediği gibi “Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez”. Daha sade bir şekilde, değerli bir yaşam sürmeye duyulan korku, ancak onu aşmak için bir nedeniniz ve bu amaca ulaşmak için gereken cesaretiniz varsa aşılabilir.
–Felsefe ve diğer disiplinler arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsun? Disiplinler arasılık neden önemli? Felsefe neden herkese lazım ya da lazım mı?
-Felsefe tarihsel gelişimi perspektifinden bakıldığında, bugün bilim diye nitelendirebileceğimiz ne varsa hepsinin temelinde tartışılmaz varlığını sürdürüyor diyebiliriz. Ancak bu durum, romantik bir onur ve mutluluk vesilesi olmaktan öteye geçmiyor. Felsefe sürekli dönüşen bu “Dünya’da”, insanlara daha iyi bir “dünya” sunabilir. Uzmanlığın, yani disiplinler içinde dikey bilgi üretiminin sınırlara dayandığı çağımızda disiplinlerarası etkileşimi yeniden inşa edebilecek olan felsefedir. Felsefe böylece parçanın hegemonyasını bütünün sınırsızlığı içinde anlamlı kılabilir. 18. yüzyılla zirve yapan modern düşüncenin istemeyerek de olsa yarattığı “uzmanlık tuzağı” bilgi üretiminde dikey bir sınırsızlık illüzyonu yaratsa da, üretilen milyarlarca mikro bilgi paketlerinin nerede, ne için ve nasıl kullanılması gerektiğine dair ilişkisel ve anlamlı çıktıları ancak felsefe üretebilir. Diğer bir deyişle felsefe günümüzde bilgi ile insan arasındaki ilişkiyi yeniden tasarlayabilir. Gerçek olana, felsefeden yoksun bir bilimle (ve o bilimin ayrı ayrı tüm disiplinleriyle beraber) ulaşmak kanımca mümkün görünmemektedir. Bu nedenle felsefe bir zemin olarak herkese lazım diyebiliriz.
–Peki, felsefe karın doyurur mu? Aileler, çocukları aç kalacak diye felsefe okumalarını pek istemiyor gibi de…
-20. yüzyılın toplumsal yaşamı göz önüne alındığında ve özellikle kalabalık şehirlerde geçimini sağlamak adına yerleşmiş güçlü bir yaşam modeli var zihinlerde. Bu model emek yoğun işlerden ziyade, bilgi odağında gelişen ve zihinsel üretime dayanan meslekleri hatırı sayılır bir süre baş tacı etti. 21. yüzyılla birlikte bu durum emek yoğun mesleklerin lehine olmasa da malum dijitalleşme, girişimcilik, inovasyon ve benzeri teknolojik gelişmelerin sayesinde yabancı olduğumuz yeni bir dizi mesleklerin ortaya çıkmasıyla sonlandı. Bilgi üretimi ve bilgeye ulaşmak tarihte hiç olmadığı kadar kolaylaştı. Bilginin üretilmesindeki kolaylık, üretim sürecinin hızlanması, deyim yerinde ise bir tür “bilgi enflasyonu” yarattı. Bir şeyin çoklaşması onun değerini düşürür malum. Çokluk yoktur derler, değil mi? Aslında burada bir parantez açmak gerekiyor. Değersizliği getiren çokluk değil, çokluk izlenimini veren şişkinlik (yani enflasyon). Bilgi gibi görünen ama aslında enformasyondan, retorikten, iddiadan, kurgudan ve illüzyondan öteye geçmeyen, yani bir tür bilgi taklidi yapan muazzam bir sahtelikler kumpanyasına şahit oluyoruz. Baudrillard’ın işaret ettiği gibi tüm bu simulakrların bombardımanı altında yine de ve inatla akla, bilime ve insanın tarihsel süreci boyunca geliştirmiş olduğu “gerçek” ve “evrensel” değerlere sadık kalabilmek ve yine de iyi bir hayat sürebilmeni sağlayacak bir meslek edinmek oldukça cesur, riskli ve güç bir karar.
Felsefe bu bağlamda bir meslekten çok, insanı yaşamda (ve o yaşamın bir parçası olan mesleğinde, ki o meslek her ne olursa olsun) “iyi” olmaya götürecek en önemli unsur olabilir. Felsefe zemininde olmak üzere mesleğinizin ne olduğu önemsizdir kanımca. Şunu çok iyi biliyorum ki ne yaparsanız yapın, eğer onu iyi yapıyorsanız, yaptığınız işe kendinizden bir şeyler katıyorsanız, otantikseniz, içinde yaşadığınız insan dolayımındaki bu dünyaya katkı sağlıyorsanız işinizi felsefeyle, felsefi bir zeminde yapıyorsunuz demektir.
–Felsefeci sadece felsefe mi yapar: Sadece kitaplara gömülüp okur, yazar, düşünür mü? Ya da hangi alanlarda iş yapar, yapabilir?
-Akademik alanda felsefeci şüphesiz akademik anlamda üretim yapar. Okur, düşünür ve yeni düşünceler üretir, değerlendirmeler yapar. İçinde yaşadığı (ve bazen de içinde olmadığı) topluma yön gösterecek kitaplar yazar, vizyon katar. Olan bitenin başka türlü de olabileceği üzerine zihinlerimize harika kuşkular bırakır. Kaybolmamıza engel olur. Karmaşanın içindeki düzeni görmemize yardım eder. Kongreler, kitaplar, makaleler, hatta halka açık veya kapalı tartışma ortamlarına katılır. Sosyologlara, psikologlara, yöneticilere, iş insanlarına, gençlere ilham verecek değerlendirmeleri yapar. Tarihin, arkeolojinin, doğa bilimlerinin, tıbbın, hukukun, istatistiki çalışmaların, teknoloji ve mühendisliğin ihtiyaç duyduğu anlamlandırma, dayanak oluşturma, keşfetme, bağlantılar kurma ve yönelme gibi alanların tümünde felsefeci iş yapar. Felsefeci kendi de sürekli olarak kendinden önceki zihinsel üretime danışan bir danışman gibi de çalışabilir. Gündelik endişelerimize ilham verici perspektiflerle farklı yaklaşımlar sunabilir. Ulvi amaçlarımızın yeniden değerlendirilmesini sağlayabilir. Sözün özü felsefeci, her insana, insan dünyasına dair her konuda edimsel ve düşünsel yeni öneriler getirebilir, var olana dair gerçekçi ve tutarlı değerlendirmeler yapabilir. Düşe kalka, yara bere içinde de olsa Nietzsche’nin “amor fati”si gereğince yaşamaya, yolda olmaya devam ediyoruz. Felsefe daha iyi bir yaşam sürmemizi sağlayabilir.
–Gündelik hayatta insanların genellikle ezberler, ön yargılar, değer yargıları, inançlar, izmler, ahlaksal normlar üzerinden değerlendirmeler yapıp, değer harcadıklarını görüyoruz. Çoğu çatışma, kavga gürültü de buradan çıkıyor. Bu noktada felsefe bir çıkış kapısı aralayabilir mi insana?
-Felsefesizleştirilmiş bir toplumsal yaşam sürüyoruz. Yani “toplumsal” yok edildi. Şimdi birey de yok. Yabancılaştırma yoluyla kendisini kendisi olduğu sanrısına kaptırmış, ama birbirinden hiç farklı olmayan, milyonlarca aynısının tıpkısı “benlik” arasında yitip gitmiş, varlığı ile yokluğu arasındaki farkı artık kendisinin bile fark edemeyeceği sınırsız sayıda “tasarım benlik” var etrafımızda. Bu ancak ve ancak sorunuzda işaret ettiğiniz değer yargılarının, inançların ve normların yeniden inşası, hatta içlerinin boşaltılması ve belki de “gerçek” ile bağının kopartılarak “gerçeğin yerine” yeni gerçek kurguların yapılması ile mümkün olabilirdi. Oldu. Bu bağlamda felsefenin dışında bir çıkış kapısı düşünemiyorum. İnsan, sadece kendisini bir insan olarak var eden tüm unsurlara tam ve amasız bir geri dönüşle, felsefenin yol göstericiliğinde bir çıkış kapısının eşiğine gelebilir. Eşikten geçerek yeni ve daha önce hiç kullanılmamış yeni yolları tercih ederek, insana yakışan kolektif bir yolculuğa çıkabilir. Bir canlı türü olarak insan önce bireyi, sonra toplumsal olanı inşa edebilmek potansiyeline hâlâ sahip elbette. Tek şartla: Felsefesiz asla.
–Felsefeyle ilgilenenlere, felsefe okumak isteyenlere ne tavsiye edersin?
-İçinde “fikir” olan sohbetlere katılabilecekleri ortamlarda bulunmalarının önemli olduğunu düşünüyorum. Felsefe sanılanın aksine izole bireysel çabadan çok, etkileşimli ve sürekliliği sağlanmış sistematik deneyimlerle gelişir. Dile dayalı etkinliklere katılmak, (ister dinleyici isterse konuşmacı olsun) felsefi anlayışı, felsefi yorumlamayı ve felsefi üretimi güçlendirecek ve artıracaktır. Okumak ve öğrenmek felsefenin içinde olabilmek adına gerekli zemini oluştursa da, tek başına yeterli değildir. Öteki dünyalara kapılar açabilmeli, o kapılardan cesaretle geçebilmeli ve bu yeni dünyalarda var olabilmeyi becerebilmeli. Felsefe edim ile düşün arasındaki gerilimi çözebilecek yegâne yöntem olmakla kalmaz, aynı zamanda insan türünün geliştirdiği ve gerçeğe sadık, bilinen en etkili “uyaran” olmayı çoktan başarmıştır.
Gelecek hafta: Cem Nikravan’la söyleşi.
***
Önceki söyleşiler:
Sedef Karakaş: Felsefe adındaki kraliçe (2024 yılında Medya Günlüğü’nde en çok okunan yazı)
Alper Hasanoğlu: Felsefeden korkan terapi görsün
Ertan Tunç: Her yol felsefeye çıkar
Beste Nâsır: Felsefe insanlaşma yolculuğudur
Serhan Kansu: Felsefe bir ışık yakar
Hâle Seval: Felsefe hayatımızın içinde
Furkan Soltekin: Ezberle savaşmak için felsefe
Uğur Selçuk Güneşli: İnsana yakışır bir yol aradım
Kornilia Çevik Bayvertyan: ‘Doğruya ulaşmanın anahtarı felsefe’
Pınar Güler: Felsefe her eve lazım
Ali Bulunmaz: ‘Felsefe itici bir güç’
Belgin Önal: Felsefeyle kendimi gördüm
Berkay Gürvardar: Felsefe çıkış kapısı olabilir
Berrak Coşkun: Delirmemek için felsefe
Zuhal Kişin Köseoğlu: Düşünmek zahmetli geliyor
Armağan Teselli: Hayatta kalabilmek için felsefe
Ceren İplikçi: Felsefe eşine zor rastlanır bir dost
Onur Egemen Sakarya: Takdir edilesi bir ‘mutsuzluk’
Tülay Aydın Türkmen: ‘İnsanı anlama yolculuğum’
Fatih Hüseyin Börekçi: Sistem düşünmemizi istemez
Aris Abacı: Masallara kanmamak için felsefe
Yazar hakkında
Elif Şahin Hamidi 1979 yılında doğdu. 1998 yılında, Trakya Üniversitesi EMYO Serigrafi Bölümünden, 2004 yılında, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın-Yayın Bölümünden mezun oldu. 2018 yılında, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı İnsan Hakları Yüksek Lisans Programını tamamladı. Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin danışmanlığında “Gazetecinin İşi, Hak Gazeteciliği ve İnsan Hakları” başlıklı bir tez yazdı. Şu an aynı üniversitede felsefe doktorası yapıyor.
Öğrencilik yıllarından bu yana çeşitli mecralarda muhabir, editör, genel yayın yönetmeni olarak görev yaptı ve yazmayı hep sürdürdü. Kitap değerlendirme yazıları, yazarlarla yaptığı söyleşiler, hazırladığı dosya konuları ve haberler farklı mecralarda yayınlanıyor.
2014 yılında Beta Yayınları tarafından yayımlanan Sıradışı Uyumsuz Muhalif: Bir Entelektüeli Yitirmek/Vakur Kayador’un Ardından başlıklı kitapta, “Hep Vakur ve Hep Yalnızdı” başlıklı yazısıyla yer aldı. Ayrıca Ercan Kesal ile Peri Gazozu adlı kitabı üzerine yaptığı söyleşi, 2017 yılında yayımlanan Aslında adlı kitaba dahil olurken, Murat Gülsoy’un Nisyan adlı romanıyla ilgili değerlendirme yazısı, 2018 yılında yayımlanan Murat Gülsoy: Edebiyatta 30. Yıl/Basında Yazılanlar adlı kitapta kendine yer buldu. Prof. Dr. Şehnaz Ceylan’ın editörlüğünü yaptığı ve Ekim 2020’de yayımlanan Çocuk Edebiyatı başlıklı kitaba, “Kitaplara ve Okumaya Dair” başlıklı yazısıyla katkıda bulundu. 2021’de yayımlanan Etik, Hukuk ve İnsan Hakları/İoanna Kuçuradi’ye 85. Doğum Günü İçin adlı armağan kitaba, yüksek lisans tezinden hareketle, “İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi” başlıklı bir yazı yazdı. “Toz, Ölüler ve Diriler” başlıklı öyküsü, Sözcükler Edebiyat Dergisinin Mayıs-Haziran 2022 sayısında yayımlandı. Kasım 2022’de yayımlanan Edebiyatta Denizcilik Denizcilikte Edebiyat adlı kitaba, Nazlı Eray’ın Pasifik Günleri romanı hakkında bir yazıyla katkı sunarken, Şubat 2023’te yayımlanan Edebiyatta Hukuk adlı kitaba, Aristophanes’in Kadınlar Savaşı/Lysistrata oyunu hakkındaki “Barış Düşünün Peşinde: Lysistrata” başlıklı değerlendirme yazısıyla katkıda bulundu. Son olarak, İoanna Kuçuradi için hazırladığı Ömrümüzü Yönlendiren Rastlantıların Kavşağında: İoanna Kuçuradi başlıklı armağan kitap, Mart 2024’te, Kuçuradi Felsefe ve İnsan Hakları Vakfı Yayınları’ndan çıktı. Ayrıca yüksek lisans tez çalışması, İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi başlığıyla, yine Mart 2024’te kitaplaştırıldı.
Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezinde Uzman olarak görev yapıyor ve Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile birlikte çalışıyor. İnsan Hakları Anabilim Dalı ve İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Danışma Kurulu Üyeleri arasında yer alıyor. Ayrıca, İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Bültenini hazırlıyor.