İmroz’da doğan, çocukluğu Ada’nın sakin sokaklarında ve kitaplarla geçen, dünyaya edebi eserlerden bakmayı öğrenen felsefe öğretmeni ve yazar Belgin Önal, üniversite sınavında rastgele bir seçimle, 1984 yılında Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümünde okumaya başlamış. Önal’ın “Felsefe sana ne yaptı?” sorusuna cevabı şu: “Kendim neysem o olmamı sağladı. Beni şu anki ben yaptı. Bu, felsefenin öğrettiği, düşünceyle görme becerisi kazandırmasının sonucuydu. Sözcüklerden, düşüncelerden oluşan ben, kendimi görebilmiştim.”
Bu haftaki konuğum Belgin Önal, “Teknolojinin kolaycılığı, vedaların, sevgilerin, mutluluk ve mutsuzlukların illüzyonları bizi allak bullak ederken neye tutunacağız?” diye soruyor ve “Felsefenin değerleri, kavramları, insanın olanakları içinden yürüyüp geçmek dışında hiçbir şeye. Dünyanın insandan başka anlamı var mı ki? Onun için önce ‘insan’ olacağız” diyor.
Elif Şahin Hamidi
***
–Neden felsefe? Yolun nasıl felsefeye düştü?
-1964 yılında İmroz’da nisan çiçekleri açarken doğuyorum. Ada’nın küçük bir Rum köyünde başlayan çocukluğum, merkez okullarında devam eden ilk, orta ve lise yıllarım gençliğime karışıyor ve ben büyüyorum. Büyürken Ada’da çok az kişinin okuma fırsatı bulabildiği Varlık, Doğan Kardeş dergilerini, Sait Faik’i, Sabahattin Ali’yi, Halikarnas Balıkçısı’nı, Memduh Şevket Esendal’ı, Panait Istrati’nin Kodin’ini, Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe’sunu, O. Henry’i okuyarak, onların dünyasına Ada halkının birbirine sevgi ile geçmiş kültürlerini ekleyip beslenerek çoğalıyorum. Çocukluğu Ada’nın sakin sokaklarında ve kitaplarla geçerken, dünyaya edebi eserlerden bakmayı öğrenmiş bir gençken, lisede felsefe dersinden ve öğretmeninden hatıramda hiçbir iz kalmadığını, sınavların eleme yöntemlerine takılmış, rastgele bir seçimle 1984 yılında Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümünde okumaya başlıyorum. Üniversitede İoanna Kuçuradi ve Bilge Karasu’nun dünyalarından etkilenen çok şanslı bir öğrencilik yaşıyorum. 1988 yılında Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümünden mezun oluyorum. İlk olarak “Neyli” adlı öyküm Biçem dergisinde yayımlanıyor. Bilge Karasu’nun ölümünü çerçeveleyen “Sevgili Alsemender” adlı metnim, Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfınca yayımlanan Öğretmen Mektupları’nda yer alıyor. “Ada Düşleri” adlı öykü kitabımın yanında, “Dünyayı Gezen Bulut” ve “Zaman Oyunu” adlı çocuk kitaplarım yayımlanıyor. Bilge Karasu, Cemil Kavukçu, Tomris Uyar, İsmet Tokgöz, Ferit Edgü, Füruzan, Tezer Özlü, Semih Gümüş, Küçük İskender, Murathan Mungan, Rober Haddeciyan, Turgut Uyar, Yüksel Pazarkaya, Nezihe Meriç, Sait Faik Ababasıyanık üzerine yazdığım inceleme metinlerim ve öykülerim edebiyat dergilerinde yayımlanıyor. 2013 Ümit Kaftancıoğlu Öykü Yarışması’nda “Fotoğraf” adlı öyküyle mansiyon alıyorum. Maltepe Üniversitesi “Çocuklarla Felsefe Eğitimi” programında eğitici eğitmenliği yapıyorum. Gökçeada Belediyesi, Çanakkale Belediyesi, Selçuk Belediyesi bünyesi yanında, özel ve devlet okullarında yetişkinlerle, çocuklarla “Edebi Metinler Üzerinden Felsefe” çalışmaları yürütüyorum. 25 yıl felsefe öğretmenliği yapmamın yanında, Türkiye Felsefe Kurumu üyesi olmamın onurunu taşıyorum. Bilerek yapılmamış bir seçimin nedeni değil de sonuçları daha görünür oluyor yaşamımda. Lise dönemimde ki hâlâ öyledir, okurken çocuklar kendilerini, nasıl becerilerle, eğilimlerle donanmış olduklarını bilemiyorlar. Bunları fark ettirecek özenli öğretmenlere rastgelenleri şanslı saymak gerekir. Ben o şanslılardan değildim. Okula başladığım ilk günden itibaren, “Bugün öğretmen, değişik ne anlatacak?” merakımın hayal kırıklığıyla liseyi bitirmiştim. Hangi becerimizin ölçüldüğünün hâlâ belli olmadığı sınav sisteme rağmen felsefe bölümünü kazanıp, her gün yepyeni bilgilerle, sorularla, aklımı başımdan alan mutlulukla okula sevgiyle gidip gelmeye başlamıştım. Toprağını bulan ağacın, kökleriyle buluşmasıydı bu. Bilmeden, bilmeye doğru yol almaya başlamaktı. Kişi kendisiyle ne zaman kavuşur belli değildir, ama ben başlamıştım fark etmeden. Kendi iklimime kavuşmanın ferahlığıyla yel yeperek yelken kürek gidip geldim dört yıl boyunca. Bugün en mutlu olduğum nadir zamanlardandır o dört yıldır. Öğrendiklerimi, felsefeyi bana böylesi sevdiren hocalarımı, arkadaşlarımı anmadan geçemem. İmroz’dan Ankara’ya, edebiyattan felsefeye yürüyüşüm kendiliğinden oldu diyebilirim.
–Peki, felsefe sana ne yaptı? Felsefeyle birlikte değişen bir şey oldu mu hayatında?
-“Felsefe, bana ne yapmadı?” diye tersinden sormak isterim kendime asıl. Belgin olarak, hiçin ve çokluğun içinden kaçmadım. Ölümden, genel öğretilerden, seçimler yapabilmekten ya da yapamamaktan korkmadım. Eğilip, bükülmedim. Bir tek sevgi ve değer dışında başımı eğmedim. Sürüden ayrılınca kurt kapar kaygısı hiç gütmedim. Çoğu insanın, gencin yaptıklarının aynısını yapmadım. Yapmadıklarım hep insana yaraştırmadıklarım olduğundan, felsefe bana görmeyi ve utanabilmeyi unutturmadı. Dalgalı bir denizde yüzen kayığın içinde bir insan nasıl dimdik durur onu öğrendim. İnsan kalbinin incinmeden vaktini tamamlaması için yapabileceğimiz incelikleri aklımda tutmayı, okumanın, yazmanın, sözcüklerden oluşan insanlar olarak bizlerin her sözcüğe karşı sorumluluğumuzun olduğunu öğrendim. Ve en çok vicdandan kara kanlar akabileceğini bilerek davranmanın bizi erdemli, iyi ve insan kılabileceğini aklımdan çıkarmamayı şiar edindim. Nerede durulur, nereden koşulur? Soruların sonsuz sayılar gibi olabileceğini de öğrendiklerime ekledim. “Felsefe sana ne yaptı?” sorusuna vereceğim cevabım, “Kendim neysem o olmamı sağladı” olabilir. Beni şu anki ben yaptı. Bu, felsefenin öğrettiği, düşünceyle görme becerisi kazandırmasının sonucuydu. Sözcüklerden, düşüncelerden oluşan ben, kendimi görebilmiştim. Düşünceden düşünceye koşarken felsefe suya, havaya dokunur. Thales’in “arke”si sudur. Herakleitos’un zamanın içinden koşturan nehri de. Yaşam suyun içinde, su da yaşamın. Düşünen insan, felsefenin sorgulayan derin sularının uzun maratonunda ipi henüz göğüslememiştir. Çünkü sorularımızın yanıtları henüz bizi beklemektedir. “Artık kuşkum yok, masallar gerçektir” der Calvino. Bir su değirmeninin, yel değirmeninin kenarında oturup, dönen taşının sesine karışan masalların içinden geçen sorularıyla felsefe çalışmak kıymetlidir. Hele ki “Bir nehirde iki kez yıkanılamıyorken”.
–Kimileri felsefeden korkuyor. Felsefeden korkmaya gerek var mı sence ve bu korku nasıl aşılabilir?
-Bildiğimi sandığım şeylerden daha çok korkarım kendi adıma. Yanılma payı, güven markajı fazladır. “Bilmediklerimizden korkarız” diye öğretilmiştir bizlere oysa. Konu felsefe olunca çoğumuz zaten hakkıyla, pek bir şey bilmiyoruz zaten, bir bilge değilsek eğer. Soru sormak, hep acıtan, iyileşmemiş yaraları kaşıyan bir adımdır. Nereye götüreceği belli olmayan, yoldan çıkmışlıklara vardırabilir bizi. Denetleme, kontrol ve gücün egemen olduğu sistemlerin içinde yaşarken bu korkuyu üzerimize salmaları çok normal. Ama biz insan olarak her şeye rağmen seçim yapabilen de bir varlığız. Neden korktuğumuzu da düşünebiliriz. Düşünmekten korkmayı da öğretirler evet, ama korkunun temeli güvensizliktir. Ve bana kalsa korku salanlar en çok kendilerinden, güçsüzlüklerinden korkanlardır. Felsefe aksine bize acı, keder, ölüm, trajik olanlar karşısında nasıl duracağımızı öğrettiğinden en korkusuzca yanımızda olmasını istediğimiz olmalı. Teknolojinin kolaycılığı, vedaların, sevgilerin, mutluluk ve mutsuzlukların illüzyonları bizi allak bullak ederken neye tutunacağız? Felsefenin değerleri, kavramları, insanın olanakları içinden yürüyüp geçmek dışında hiçbir şeye. Dünyanın insandan başka anlamı var mı ki? Onun için önce “insan” olacağız. Korkusuzca kalmaya devam edeceğiz. Berger ne diyor? “O halde insan kalmaya bak. Temel mesele, insan olmak. Bu ise kararlı, dürüst ve neşeli olmak demek, evet, herkese ve her şeye rağmen neşeli olmak, çünkü sızlanmak zayıfların işidir.”
–Felsefe ve diğer disiplinler arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsun? Disiplinler arasılık neden önemli? Felsefe neden herkese lazım ya da lazım mı?
-Ben edebiyatla başladım en önce dünyaya bakmaya. Bana değerli eylem olanaklarını gösteren, o eşsiz kalemlerin gözlerini gördüm ilkin. Yaşamın içinden bakıyordular ve deneyimlemediğim, farkında dahi olmadığım hayatlardan söz ediyordular. Hayatın ve edebiyatın piştiği kabı, yani felsefeyi nasıl ayrı tutalım birbirinden? Sözcükler düşünceyi taşırken, sözden önce düşünce varken hem de. Bir başkası ile, öteki “ben”lerle birlikte yaşıyorken “etik”, “siyaset” disiplinlerini nereye koymalı? Hem de “insan hakları” ve iç içe geçmiş değerleri ayırmak mümkün değilken. Ya hayatın kırdığı insanlara yaren olan sanat? Kalbin sesi, renkleri, notaları doğaya eklemiş insan olarak var olmayacak mı? Ya “bilim”? Teknoloji bizi doğa karşısında korurken örneğin aynı zamanda yok eden de olmuyor mu? Bunları yaratan ve kullanan, soran ve cevaplayan insan hangi taşı ne zaman öne süreceğini düşünüyorken ve hepsi sessizlik uykusundayken, birini uyandırdığımızda hepsi ayaklanacaktır. Ve her biri diyecektir ki ötekine “Senin için orada olacağım”.
–Peki felsefe karın doyurur mu? Aileler, çocukları aç kalacak diye felsefe okumalarını pek istemiyor gibi de…
-Karın bir ekmekle doyar da ruh nasıl doyacak? Bunu sormaya yetemiyor dünya ölçeğinde insanlar artık. Açlık sınırını tespit edebiliyoruz da tokluk sınırını edemiyoruz. Çünkü doymak bilmez, açgözlü sistemin içindeyiz. Elbette ki karnımız doymalı. Ama insan önce bir ekmeğin neden eşit bölüşülmediğinden başlamalı karnının neden doymadığı sorusunu cevaplamaya. Açları değil, tokları doyuramadığımızdan muhtemelen. Sorgulayıcı bir kuşatışla hem karnımızı hem ruhumuzu doygunluğa ulaştırabileceğimizi fark etmekle başlamalı işe. İşsizliğin kaynağı felsefe okuyamıyor oluşumuz olmasın asıl?
–Felsefeci sadece felsefe mi yapar: sadece kitaplara gömülüp okur, yazar, düşünür mü? Ya da hangi alanlarda iş yapar/yapabilir?
-Felsefe kürsülerinde, okullarda ders veren değerli hocalarımız dışında felsefenin adresi bellidir; yeri yurdu, dünyanın neresinde olunursa olunsun insandır. İnsan eylemleridir. Bir başka varlığa davranış biçimindedir. Yazmak sadece insana özgü bir eylemdir ve oldukça kıymetlidir. Ancak kimin ne yazdığı ve neden yazdığı daha da önemlidir. Çok alan bırakılmıyor öğretmenlik dışında. Ama o alanda da eğitim sisteminin göz bağlayıcı, felsefenin özüne ve ruhuna uygun olmayan yöntemlerle göstermelik varlığı son derece üzücü. Yaşamın tam da içindedir oysa felsefeci. Sorular yaşamın içinden beslenirken uzağında kalmak, yaşam sorunlarına karşı çözümsüz kalmamıza neden oluyor bana kalırsa.
–Gündelik hayatta insanların genellikle ezberler, ön yargılar, değer yargıları, inançlar, izmler, ahlaksal normlar üzerinden değerlendirmeler yapıp, değer harcadıklarını görüyoruz. Çoğu çatışma, kavga gürültü de buradan çıkıyor. Bu noktada felsefe bir çıkış kapısı aralayabilir mi insana?
-İyinin ne olduğunu bilen ve her davranışında böyle davranmaya çabalayan insan olmak dışında yapacağımız çok şey yok aslında. Çocuk kalbimizi koruyabilecek kadar naif, sade, yalın ve meraklı bakışlarımız yeter de artar bile. Derin ve yürekten bağlar kurmadan, çıkarsız yaşam nasıl aralanır başka türlü?
–Felsefeyle ilgilenenlere, felsefe okumak isteyenlere ne tavsiye edersin?
-Ben en çok kitap önerilerinde zorlanışımdır hep. Yaşama o kişi hangi katmandan bakıyordur, o yazara hazır mıdır bilemediğimden. Ama benim ilk önerim kişinin kendisini okumaya başlamasıdır. Çünkü okumak, didiklemek işidir aynı zamanda. Görünmeyenleri bulma, yeni yollar keşfetme, bambaşka insanlar, göze değmemiş sözcüklerle karşılaşma işidir. Ama yazar soruluyorsa burada, ilk sırada Eduardo Galeano derim. Ve Paul Celan, Elitis, Atilla Jozef gibi şairleri de önermeden geçemem. Türk edebiyatçılarda ise elli kuşağı yazarlarını anmadan edemem. “Yanlışlar hep başlangıçla ilgilidir” diyen Pavese’yi de elbette. Çünkü felsefe, en doğru başlangıçtır benim için.
Gelecek hafta: Berkay Gürvardar’la söyleşi
***
1. Söyleşi Sedef Karakaş: Felsefe adındaki kraliçe
2. Söyleşi Alper Hasanoğlu: Felsefeden korkan terapi görsün
3. Söyleşi Ertan Tunç: Her yol felsefeye çıkar
4. Söyleşi Beste Nâsır: Felsefe insanlaşma yolculuğudur
5. Söyleşi Serhan Kansu: Felsefe bir ışık yakar
6. Söyleşi Hâle Seval: Felsefe hayatımızın içinde
7. Söyleşi Furkan Soltekin: Ezberle savaşmak için felsefe
8. Söyleşi Uğur Selçuk Güneşli: İnsana yakışır bir yol aradım
9. Söyleşi Kornilia Çevik Bayvertyan: ‘Doğruya ulaşmanın anahtarı felsefe’
10.Söyleşi Ali Bulunmaz: ‘Felsefe itici bir güç’
Yazar hakkında
Elif Şahin Hamidi 1979 yılında doğdu. 1998 yılında, Trakya Üniversitesi EMYO Serigrafi Bölümünden, 2004 yılında, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın-Yayın Bölümünden mezun oldu. 2018 yılında, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı İnsan Hakları Yüksek Lisans Programını tamamladı. Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin danışmanlığında “Gazetecinin İşi, Hak Gazeteciliği ve İnsan Hakları” başlıklı bir tez yazdı. Şu an aynı üniversitede felsefe doktorası yapıyor.
Öğrencilik yıllarından bu yana çeşitli mecralarda muhabir, editör, genel yayın yönetmeni olarak görev yaptı ve yazmayı hep sürdürdü. Kitap değerlendirme yazıları, yazarlarla yaptığı söyleşiler, hazırladığı dosya konuları ve haberler farklı mecralarda yayınlanıyor.
2014 yılında Beta Yayınları tarafından yayımlanan Sıradışı Uyumsuz Muhalif: Bir Entelektüeli Yitirmek/Vakur Kayador’un Ardından başlıklı kitapta, “Hep Vakur ve Hep Yalnızdı” başlıklı yazısıyla yer aldı. Ayrıca Ercan Kesal ile Peri Gazozu adlı kitabı üzerine yaptığı söyleşi, 2017 yılında yayımlanan Aslında adlı kitaba dahil olurken, Murat Gülsoy’un Nisyan adlı romanıyla ilgili değerlendirme yazısı, 2018 yılında yayımlanan Murat Gülsoy: Edebiyatta 30. Yıl/Basında Yazılanlar adlı kitapta kendine yer buldu. Prof. Dr. Şehnaz Ceylan’ın editörlüğünü yaptığı ve Ekim 2020’de yayımlanan Çocuk Edebiyatı başlıklı kitaba, “Kitaplara ve Okumaya Dair” başlıklı yazısıyla katkıda bulundu. 2021’de yayımlanan Etik, Hukuk ve İnsan Hakları/İoanna Kuçuradi’ye 85. Doğum Günü İçin adlı armağan kitaba, yüksek lisans tezinden hareketle, “İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi” başlıklı bir yazı yazdı. “Toz, Ölüler ve Diriler” başlıklı öyküsü, Sözcükler Edebiyat Dergisinin Mayıs-Haziran 2022 sayısında yayımlandı. Kasım 2022’de yayımlanan Edebiyatta Denizcilik Denizcilikte Edebiyat adlı kitaba, Nazlı Eray’ın Pasifik Günleri romanı hakkında bir yazıyla katkı sunarken, Şubat 2023’te yayımlanan Edebiyatta Hukuk adlı kitaba, Aristophanes’in Kadınlar Savaşı/Lysistrata oyunu hakkındaki “Barış Düşünün Peşinde: Lysistrata” başlıklı değerlendirme yazısıyla katkıda bulundu. Son olarak, İoanna Kuçuradi için hazırladığı Ömrümüzü Yönlendiren Rastlantıların Kavşağında: İoanna Kuçuradi başlıklı armağan kitap, Mart 2024’te, Kuçuradi Felsefe ve İnsan Hakları Vakfı Yayınları’ndan çıktı. Ayrıca yüksek lisans tez çalışması, İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi başlığıyla, yine Mart 2024’te kitaplaştırıldı.
Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezinde Uzman olarak görev yapıyor ve Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile birlikte çalışıyor. İnsan Hakları Anabilim Dalı ve İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Danışma Kurulu Üyeleri arasında yer alıyor. Ayrıca, İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Bültenini hazırlıyor.