Toros Dağları’nın eteklerinde konumlanan Tarsus, antik dönemde önemli ticaret yollarının buluşma noktasında bulunuyordu.
Bu stratejik konum, kentin ekonomik büyümesine önemli katkı sağladığı gibi farklı kültürler arasında canlı bir etkileşimi de destekliyordu. Kent; ekonomik, kültürel ve entelektüel açıdan antik dünyanın önde gelen merkezlerinden biri konumundaydı.
Yunanca, Latince, Aramice, Süryanice, İbranice ve Arapça gibi birçok dilin konuşulduğu kozmopolit bir demografiye sahipti. Bu çeşitlilik, Hristiyanlığın farklı kültürlerin ve inançların bir arada yaşadığı bu ortamda yerleşip kök salmasına olanak tanıdı.
İsa’nın yaşamı ve öğretileri, Yahudi toplumunda büyük bir umut ve beklenti yaratmıştı; birçok kişi, İsa’nın Mesih olarak geldiğine inanmıştı. Ancak İsa’nın çarmıhtaki trajik ölümü, onun bir krallık kuracağını ve dünya üzerinde hüküm süreceğini uman müritlerini derinden sarstı. Dolayısıyla, İsa’nın acı dolu ölümünün ardından Hristiyan topluluklarında bir belirsizlik ve hüzün egemen oldu.
Bu dönemde Tarsus’ta yaşayan orta yaşlardaki Paul, Hristiyan inancının seçkin bir temsilcisi olarak öne çıkmaya başladı. Aslında hahamlık eğitimi almıştı ancak hayatını çadırcılık yaparak kazanıyordu. Paul, Milattan Önce (M.Ö.) 5 (?) yılında Tarsus’ta Yunanca konuşan bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Asıl adı Saul olan Paul, daha sonra Aziz Paul (Paulus) veya Tarsuslu Paul olarak da bilindi.
Paul’un Hristiyanlıkla olan ilişkisi, İncil’in “Elçilerin İşleri” bölümünde anlatıldığı üzere, bir gün Şam’a seyahat ederken Antakya yakınlarında yaşadığı mistik bir deneyimle başladı. Paul, İsa’nın kendisine bizzat göründüğünü söyledi ve bu olayı İsa’nın kendisini Hristiyanlık havarisi olarak seçmesi olarak yorumladı. Bundan sonra, İsa’nın öğretilerini daha derinlemesine anlamak ve içselleştirmek için çaba sarf etti.
İsa’nın kendisine göründüğü olaydan yaklaşık üç yıl sonra, Antakya’da Aziz Petrus ve İsa’nın “kardeşim” dediği Yakub ile tanıştı ve bu noktadan sonra Paul, Hristiyanlık tarihinde 13. Havari olarak tanındı.
Hristiyanlık tarihinde adı sıkça geçen Antakya, bu dinin Kudüs’ten sonra en önemli ikinci merkeziydi. Antakyalı Hristiyan bir dostum şöyle demişti: “Hristiyanlığa nerelisin diye sormuşlar. Demiş ki, aslen Kudüslü sayılırım ama Antakya’da büyüdüm”.
Paul, ilerleyen yıllarda Hristiyanlık tarihinde bir dizi önemli gelişmeye öncülük etti. Bu gelişmeler arasında, Hristiyanlığın yayılmasını sağlamak amacıyla misyonerlik gezilerine çıkması önemli bir yer tutar. Üç büyük ve birçok küçük yolculukla Anadolu’dan Yunanistan’a, Makedonya’ya ve Roma’ya kadar uzanan bir coğrafyada Hristiyanlığın yayılmasına ve yeni cemaatlerin kurulmasına liderlik etti.
Bireysel olarak ulaşamadığı toplulukları imana davet etmek ve kiliseler kurdurmak amacıyla yazdığı mektuplar, erken Hristiyanlık tarihi için değerli birer kaynak oldu. Paul’un mektupları, Yeni Ahit’in vazgeçilmez bir parçası olup Hristiyanlığın erken dönem ruhunu anlamak açısından önemlidir.
Yeni Ahit’teki toplam 27 bölümden 13’ü Paul’a atfedilir ve bir diğer bölüm olan “Elçilerin İşleri” yazısının yaklaşık yarısı Paul’un yaşamı ve çalışmalarıyla ilgilidir. Bu nedenle, Yeni Ahit’in yaklaşık yarısının kaynağı Paul’dur denebilir.
Paul, diğer havarilerden farklı olarak, İsa’yı fiziksel olarak tanıma şansı olmamıştı. Ancak bu durum, onun Hristiyan öğretilerini kendi teolojik ve felsefi anlayışıyla sentezleyerek geliştirmesinin ve bu biçimiyle yaymasının yolunu açtı. Kendisini eleştiren havarileri yalancılıkla suçlamaktan çekinmediği bilinir.
Tarsuslu Paul’un Hristiyanlığın yayılmasına katkısı bağlamında “Yahudi Olmayanların Havarisi” olarak bilindiğinin altını çizmekte yarar var. Paul öncesi dönemde Hristiyan sayılmak için Yahudi inancından ve sünnetli olmak gerekiyordu. Paul, dini yayabilmek için bu koşulları güncelledi ve Yahudi ve sünnetli olmayanların da Hristiyanlığa kabul edilmesini sağladı.
Paul’un teolojisi ve özellikle de etik felsefesi, Hristiyanlığın temel taşlarını oluşturmuş ve günümüzde de geçerliliğini koruyan kalıcı etkiler bırakmıştır. Örneğin, kilisenin organizasyonu ve ruhani liderlerin rolleri konusunda net bir hiyerarşik çerçeve çizmiştir. Sevgi, merhamet, yardımseverlik ve affetme gibi ahlaki değer öğretileri Hristiyan etiğinin merkezini oluşturmuştur.
Aziz Paul, İsa’nın ölümünü insanlığın günahları için yapılabilecek en yüce özveri olduğu fikrini öne çıkarmış ve sevgi teması üzerinde yoğunlaşmıştır. İmanın merkezine, İsa’nın ölümü ve dirilişi arasındaki ilişkiyi yerleştirmiş ve vaazlarında bu konuyu sıklıkla vurgulamıştır.
Ayrıca, Yahudi olmayanların Yahudi yasalarına uymak zorunda olmadığını savunarak Hıristiyan inancının bağımsız ve evrensel bir din olarak gelişmesine katkıda bulunmuştur. Bugün dünyada yaklaşık 2,6 milyar Hristiyan yaşıyorsa bunda Paul’un katkıları büyüktür. İnancı adına yaptıkları Hıristiyanlık tarihinde İsa’dan sonraki en önemli kişi olarak kabul edilmesine neden olmuştur.
Tarsus’un merkezinde, Cumhuriyet Meydanı’ndan birkaç dakika uzaklıkta bulunan bir kuyunun Aziz Paul’un doğduğu eve ait olduğu düşünülmektedir. Bu kuyuda bugün hâlâ su vardır. Tarsus’u 80’li yıllarda turist rehberi olarak dini gruplarla birçok kez ziyaret ettim ve kuyudan su içtim.
Eskilerin anlattığına göre, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde Kudüs’e giden hacılar burada mola verir, dinlenir ve kuyudan su içerlermiş. Kuyu çevresinde gerçekleştirilen son kazılar bazı yeni duvar kalıntılarını gün yüzüne çıkardı. Buradaki arkeolojik çalışmaların yeniden başlamasını dört gözle bekliyoruz.
Tarsuslu Paul’un yaşamının son yılları, Hristiyanlık tarihinde önemli bir dönemi temsil eder. Bu dönemde; zalim imparator Nero’nun Hristiyanlar üzerindeki zulmü, özellikle Roma’daki büyük yangının ardından gelen suçlamalarla arttığına ilişkin yazılı kayıtlar bulunmaktadır. Bu saygın havarinin Nero tarafından 64 (?) yılında Roma’da öldürtüldüğüne inanılmaktadır.
Nerede, nasıl öldürüldüğü ve nereye gömüldüğü, din adamları ve tarihçiler arasında tartışmalı bir konudur. Bazı kaynaklar başının kesildiğini, diğerleri taşlanarak öldürüldüğünü savunmaktadır. Paul’un trajik sonu, inananlar arasında hem umut ve sevginin sembolü hem de zulme karşı direnişin bir göstergesi olarak değerlendirilmeye devam etmektedir. Tarsuslu Paul adı tüm Hristiyan mezheplerince saygıyla anılır.
Bir Anadolu ereni olan Tarsuslu Paul, Korintlilere yazdığı mektuplardan ilkinde şöyle der:
“Sevgi her zaman kazanır.” (1. Korintliler 13:7)