14.7 C
İstanbul
6 Mayıs 24, Pazartesi
spot_img

İvan İlyiç, ölüm, Gerasim

“O günden sonra İvan İlyiç arada bir Gerasim’i çağırıyor, ayaklarını onun omuzlarına koyarak konuşmaktan haz duyuyordu. Gerasim bunu zahmet çekmeden, istekle, sade, içten bir tavırla ve İvan İlyiç’i duygulandıran bir iyi kalplilikle yapıyordu. Başka insanların varlığı, gücü ve diriliği İvan İlyiç’e dokunduğu halde Gerasim’de bunlar onu üzmüyor, tersine yatıştırıyordu.

İvan İlyiç’in başlıca ıstırabı, kendisine söylenen yalandı. Nedense bu yalan herkes tarafından kabul edilmişti. Güya o, yalnız çok hastaydı…

Sakinleşerek tedavi edilirse çok iyi sonuca varılacaktı. Oysaki İvan İlyiç, ne yapılırsa yapılsın sonucun daha korkunç azaplar ve ölümden başka şey olmadığını biliyordu. Bu yalan üzüyordu onu. Herkesin ve kendisinin bildiği şeyi açıkça söylemek istemeyişlerine, feci halini yalanla örtüp onu da bu yalana katmalarına üzülmemek elinden gelmiyordu.

Yalan, ölümün arifesinde çevresini kaplayan bu yalan; korkunç, muhteşem ölüm olayını onların ziyaretleri, perdeleri, yenmeğe hazırlanan mersin balıkları seviyesine indiren bu yalan, İvan İlyiç için son derece azap vericiydi, işin tuhafı, çevresindekiler ona bu hokkabazlıkları yaparken kaç defa: “Bırakın şu yalanları! Ölmekte olduğumu siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum. Yalan söylemekten vazgeçin bari!” diye bağıracak oluyordu. Ne var ki hiç bir zaman kendinde bunu yapacak gücü bulamıyordu.

Korkunç, feci ölüm olayına çevresindekilerin, tesadüfî, tatsız bir olay, hatta bir münasebetsizlik şekli verdiklerini görüyordu. (Ona, üstünden kötü kokular saçarak salona giren bir adam gibi davranıyorlardı.) İvan İlyiç’i, hayatı boyunca yolundan ayrılmadığı terbiye ve kibarlık bu seviyeye indirmişti. Kimse halini anlamak istemediği için acımıyordu da ona. Yalnız bir Gerasim bu hali anlıyor, ona acıyordu. Bu yüzden İvan İlyiç kendini yalnız Gerasim’le bulunduğu zamanlar iyi hissediyordu. Gerasim, bazen, bütün gece sabaha kadar onun ayaklarını tuttuğu ve yatmaya gitmek istemediği zamanlar çok iyi oluyordu.

“Hiç meraklanmayın İvan İlyiç; sonra uyurum.” derdi Gerasim.

Arada bir, birdenbire senli benli konuşmaya başlayan Gerasim,

“Keşke sen hasta olmasaydın; yoksa ben hizmet etmekten çekinmem!” diye hastanın gönlünü almaya çalışıyordu.

Yalan söylemeyen yalnız Gerasim’di. İşin aslını yalnız onun anladığını, bunu gizlemeye lüzum görmediği ve erimiş bitmiş efendisine açıkça acıdığı belliydi. Hatta bir sefer onu yatmaya gönderen İvan İlyiç’e olanca saflığıyla, olduğu gibi,

“Hepimiz öleceğiz. Elimizden gelirken neden çalışmayalım?” diye hastayı avuttu.

Gerasim bu sözlerle, özellikle, ölümlük birisine hizmet ederken bu işe karşı bezginlik filân duymadığını anlatmak istiyordu. Kendi sırası gelince, başka birisinin de onun için aynı hizmette bulunacağını umuyordu.” (S:95-8)

Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü adlı romanı yayınlandığı 1886 yılından bu yana bireyin ölümle yüzleşmesinin destansı anlatımlarından birisi olarak okuyucularını derinden etkilemiştir. Son günlerini yaşamakta olan İvan İlyiç’in etrafındaki insanlar arasında ölümü öncesinde ona güç veren yalnızca bir köylü çocuğu olan hizmetçisi Gerasim’dir. Karısı, kızı, oğlu, ahbapları, diğer uşakları, doktorları ona empati kuramazken İvan İlyiç’in son anlarında tek tesellisi cahil bir hizmetçinin yakınlığı olmuştur.

Neden?

Gerasim’in ilgisini eşsiz kılan neydi?

Yalnız bir adamdı İvan İlyiç. Mevki sahibi bir hukukçu olarak sürdürdüğü itibarlı hayatının ona kazandırdıkları mutsuz bir evlilikle bir avuç yüzeysel arkadaşlıktan ibaretti. Sosyal muhitinde, kağıt oyunlarında bulduğu keyif hastalığıyla birlikte yerini acıya bırakmıştı. Bir yandan ölümüyle yüzleşirken diğer yandan ailesiyle kavga ediyor, Tanrı’yı kâh gaddarlıkla suçluyor kâh inkar ediyordu:

“Aczine, korkunç yalnızlığına, insanların, Tanrı’nın zalimliğine, Tanrı’nın yokluğuna ağlıyordu…

“Niçin bunu böyle yaptın? Niçin beni buraya getirdin?… Ne yaptım ben, ne yaptım da bu azapları çektiriyorsun bana?”

Cevap beklemiyordu. Cevap olmadığına, olamayacağına ağlıyordu. Ağrı gene depreşti. Ama İvan İlyiç kıpırdamıyor, kimseyi çağırmıyordu. Kendi kendine “Hah… vur… daha vur!.. Ama ne için? Ne yaptım sana ben?!.. Ne?…” (S:116-7)

İvan İlyiç’in Ölümü son anlarını yaşamakta olan insanlara yönelik olumsuz duygularımızı anlamamıza konuyla ilgili belki de her türlü metinden daha çok yardımcı olur. Öykü kasvetli olsa da ana fikri harikadır. Gerasim’in aksine doktorları ve ailesinin İvan İlyiç’e yaklaşımları tıbbi önerilerin sağlığına iyi geleceğine dair kibar yalanlarla doludur. Zariftir, kullanışlıdır bu kibar yalanlar, bilhassa doktorlar için; ne var ki hastanın kendi ölümünün ürkütücü gerçeğiyle yüzleşmesine engel olmaktadırlar. Ölümün inkarı sınırlarımızı ve eninde sonunda ona yenik düşeceğimiz gerçeğini kavrayışımızı önlemekten öteye geçmemektedir.

Gerasim’in kibar yalanlarla alıp veremediği yoktur. Ancak onun yaklaşımı İvan İlyiç’in kendi kendisini farklı biçimde görmesine, suçluluk duygusundan arınmasına yardımcı olmaktadır. Başarılı bir hukukçu olan İvan İlyiç hastalığıyla geçmişinde imza attığı bol miktarda hükümler arasında irtibatlar kurmaktadır. Öykünün anlatıcısı tanınmış bir hekimle olan görüşmeyi “Doktor tek gözüyle gözlüğünün altından sert bir bakışla onu süzdü. Bu bakışla sanki “soruların dışına çıktığınız takdirde sizi mahkeme salonundan çıkarmak zorunda kalacağım”demek ister gibiydi.” (S:61-2) cümleleriyle aktarmaktadır.

Gerek okuyucu gerekse İvan İlyiç hastalığın hastanın kabahati olmadığının bilicindedirler. Ancak başlarda İvan’ın hastalığının etrafındakilere çektirdiği güçlüğün farkında olan yalnızca okuyucudur. İvan İlyiç ise ancak lazımlığı yardım almadan kullanamayacağını anladığında bu gerçeği görmüştür.

“Gerasim, İvan İlyiç’e bakmadan ve besbelli hastayı incitmemek için yüzünden akan hayat sevincini gizlemeye çalışarak lazımlığa yaklaştı. İvan İlyiç ona halsiz bir sesle,

“Gerasim!” diye seslendi.

Gerasim birdenbire toplanıverdi. Bir yanlışlık yaptım diye korkmuştu galiba. Sakalları yeni yeni çıkan körpe, saf, genç yüzünü hızlı bir hareketle hastaya doğru çevirdi.

“Bir şey mi buyurdunuz beyim?

“Belki tiksiniyorsun, oğlum… Artık kusuruma bakma. Yapamıyorum.”

Gerasim parlayan gözlerinin bakışını ona çevirdi, taptaze, beyaz dişleriyle sırıtarak,

“Öyle şey mi olur beyim! Hastasınız…” dedi.” (S:92)

Gerasim’in tavrı affetmek değil, affedilmeyi gerektirecek bir durum olmadığını hissettirmek olmuştur. İvan İlyiç’in karısına ve ailesine merhametinin kapısı böylece açılmaktadır.

Gerasim efendisinin mensubu olduğu sosyal sınıfın mensuplarının aksine ölümü tüm doğallığıyla kabulleniyordu. Diğerlerinden farklı olarak zaman ayırma sıkıntısı bulunmuyordu. İvan İlyiç’in arkadaşları veya eşi gibi sosyal programları, cebinde opera bileti, ya da doktorları gibi başka hastalarla randevuları yoktu. Efendisine en iyi bakımı onun sağlamasının altında, maalesef günümüzde bu görevi üstlenen kişiler için de söz konusu olan sınırsızca vakit ayırmanın olanaksızlığı gibi bir sorununun olmayışı yatmaktaydı.

İvan İlyiç’in Ölümü yayınlanışından bir asırdan fazla süre sonra dahi tıp mesleğinin eğitimcileri için ilham kaynağı olmayı sürdürüyor. Ne ölçüde bilgili birer profesyonel olursak olalım hastaların yerine kendimizi koyabilmemiz Tolstoy’un çağının doktorları için olduğundan daha kolay, daha mümkün değil. İvan İlyiç ile bakımını üstlenenler arasına mesafe koymuş olan zorluklar bugün de hükümlerini yitirmiş değiller.

Üstelik “hastaya bir şeyler yapmak” “hastayla beraber olmak” ile kıyaslandığında daha fazla ücret ödenmesi gereken bir hizmet haline gelmiştir.

Bunu bizler yaptık.

Belki de yapmamız gereken, öğrencilerimize hastaya nasıl empati kurmalarını öğretmeye çalışmaktan ziyade, kendimiz birer tıp öğrencisiyken hayatımızda ilk kez hizmetlerine katıldığımız hastalara o günlerde hissetmiş olduğumuz yakınlığı korumaktan başka bir şey değildi.

KAYNAKLAR

•    Tolstoy. “İvan İlyiç’in Ölümü”. iBooks.

•    Charlton B, Verghese A. Caring for Ivan Ilyich. J Gen Intern Med. 2010;25:93-5

Osman Akdemir

Tıp doktoru; kardiyoloji profesörü. Yazmış olduğu dört kitap bölümü ve uluslararası & ulusal dergilerde yayınlanmış çok sayıda araştırması bulunuyor. 2015 yılından bu yana Medya Günlüğü'ndeki Beyaz Önlük köşesinde koruyucu kalp & damar sağlığıyla ilgili makalelerinin yanı sıra, Dikiz Aynası köşesinde tarihle tıbbın kesiştiği geçmişten öyküleri ve mektupları yayınlanıyor.

Osman Akdemir
Tıp doktoru; kardiyoloji profesörü. Yazmış olduğu dört kitap bölümü ve uluslararası & ulusal dergilerde yayınlanmış çok sayıda araştırması bulunuyor. 2015 yılından bu yana Medya Günlüğü'ndeki Beyaz Önlük köşesinde koruyucu kalp & damar sağlığıyla ilgili makalelerinin yanı sıra, Dikiz Aynası köşesinde tarihle tıbbın kesiştiği geçmişten öyküleri ve mektupları yayınlanıyor.

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
666TakipçilerTakip Et
11,281TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler