İsmail Boy
Geçen hafta bir siyasi parti lideri ile bir bakan arasında Türkiye’deki Suriyeli mülteciler üzerinden başlayan tartışma gündeme damgasını vurdu. Halkımız biran için ülkedeki ekonomik krizi, hayat pahalılığını, kadın cinayetlerini falan unutup bu mesele ile oyalandı, görünüşe bakılırsa bu “Suriyeli mülteciler” pilavı siyaset için daha çok su kaldıracak.
Suriyelilerin kitleler halinde ülkemize iltica etmeleri 2011 yılında oldu ama bu tarihten önce de dünya tarihindeki en büyük iltica hareketlerinden biri yine Türkiye’nin yanı başında yaşanmıştı.
1991 yılında ABD önderliğindeki ittifak güçlerinin Irak’a müdahalesi ile başlayan Kuzey Irak’taki Kürt ayaklanmasında, Irak ordusu olayları şiddet ile bastırmaya kalkışınca çoğunluğu Kürtlerden oluşan ama aralarında Türkmenlerin de olduğu binlerce Iraklı ülkelerini terk ederek Türkiye’ye sığınmaya çalışmış, göç 2003 yılına kadar devam etmiş, Saddam Hüseyin’in devrilmesi ile de Türkiye’ye girişler azalmaya başlamıştı.
Irak’tan gelen insanlar ile Suriye’den gelenler arasında ilginç bir fark vardı, o da Irak’tan gelenlerin çoğunluğunun Kürt kökenli olmasıydı.
Her iki ülkeden de harp ve terör nedeniyle kaçıp Türkiye’ye sığınmaya çalışan bu insanların kabulü konusunda devletimiz de farklı davranışlar sergiledi.
Irak’tan gelen Kürtleri Türk yetkililer tehdit unsuru olarak görmüş, bunların PKK ile iş birliği yaparak iç güvenliğe zarar vermesinden endişelenmişti. Oysa aynı göç grubunda yer alan Iraklı Türkmenler için bu etnik aidiyet pozitif ayrımcılık olarak kendini göstermiş, Türk kökenli olmalarının getirdiği artılar ile kitlesel göçte Iraktan gelen Türkmenler sınır kapılarında sıcak bir şekilde karşılanırken, aynı gruptaki Kürtlerin günlerce Türkiye’ye girişlerine izin verilmemişti.
Devletin bu kaygılarının etkisiyle Iraklı Kürtlerin Türk toplumu ile kurabilecekleri ilişki sınırlı kalmış, Türkiye’de yaşayan Kürtlerin ekonomik güçsüzlüğü ve Türk yetkililerin Kürtleri tehdit olarak algılayan tavırları nedeniyle bu insanların Türkiye’de kalmaları çok uzun süreli olamamıştı.
Batı’da yakınları olanlar bu imkanlarından yararlanıp gidebildi ama büyük bir çoğunluğu ne Türkiye’den ne de Kürtlere iltica kapılarını kapatan Avrupa ülkelerinden bekledikleri ilgiyi görünce Irak’a dönmek zorunda kaldı.
Suriye’de ise, 15 Mart 2011 de “Arap Baharı” protestoları başladı, yönetim bu eylemlere şiddetle karşılık verdi, güvenlik güçleri açtığı ateş ile pek çok göstericinin ölmesine sebep oldu.
Şiddet yine şiddet doğurmuş, “muhalif” olarak bilinen isyancı gruplar birbirlerinden bağımsız olarak direnişe geçmiş, zamanla da bütün Suriye geneline yayılan asimetrik bir savaş başlamıştı.
Yaşanılan bu olaylar üzerine tüm Suriye’yi şiddet sarmalına sokan kanlı bir süreç yaşanmış, bunun sonucunda da Suriye’den Türkiye’ye ve diğer komşu ülkelere yönelik zorunlu bir göç hareketi başlamıştı.
Türkiye Suriye’den gelen kitleler için 8 ayrı vilayette kamplar kurdu ancak gelenlerin sadece % 6’sı bu kamplarda kalıp % 94 ü kaçak olarak başka şehirlere gitmişti. (*)
İlk başlarda “geçici misafir” tanımlaması ile kabul edilen Suriyeliler Nisan 2014’te çıkan “Yabancılar ve Uluslararası Koruma kanunu” ile “Geçici Koruma Altındaki kişiler” olarak tanımlanıp Suriye’deki çatışma ortamı bitene kadar Türkiye’de kalma hakkı, geri gönderilmeme, sağlık, eğitim gibi çalışma ve sosyal hakları sağlandı.
Geçici koruma kapsamına alınan yabancılara Türkiye’deki yasal ve sosyal işlerini yürütmeleri için “geçici koruma kimlik belgesi” veridi ve bu belgeye sahip kişilere sağlık, eğitim ve iş gibi olanaklar elde etti.
Bugün ülkemizde 4 milyon civarında Suriyeli olduğu belirtiliyor, bu sayıya her yıl yeni doğan 100 bin çocuk ilave oluyor. Bu insanların hepsinin ülkelerine döneceğini düşünmek fazla iyimserlik olacak; büyük bir kısmı artık burada kalacak ve burada yaşayacak. Ancak kalacakların Türk toplumuna entegrasyonu gerekir, bunun için de Suriyeli çocukların Türk okullarında eğitimi şarttır.
Suriyeli çocukların eğitimi ciddi bir sorundur, gelen çocukların ancak yarısı Türk okullarına gidip Türkçe öğrenebiliyor, yabancıların okullara kaydolabilmesi için “ikamet izni”, “geçici koruma belgesi”, “yabancı tanıtma belgesi” gibi belgelere sahip olmaları gerekmektedir, büyük şehirlerdeki kayıtsız göçmenler bu belgelere sahip olamadıkları için çocukları da eğitimden mahrum kalmaktadır.
Bu çocukları eğitmenin ülke bütçesine getireceği maddi külfet bir yana, eğitilemeyen çocukların ülkemiz için yaratacağı sosyal riskleri de oldukça yüksektir, işin vahim noktası ne yazık ki elimizde bu insanlara dair demografik ve güvenilir hiçbir veri mevcut değildir. Türk halkının bu göçmenler ile ilgili her geçen gün artan endişeleri hiç de göz ardı edilecek endişeler değildir.
(*) Kaynak: Buzkıran ve Kutbay, 2013