Bugün 24 Nisan: Kimileri “soykırım” diyecek, kimileri şiddetle karşı çıkacak ama asıl sorulması gereken soruları yani Ermeniler gerçekte ne istiyor, neden istiyor ve nasıl bir ruh hali içinde bulunuyor sorularını çok az kişi soracak.
Ermenistan’a değişik zamanlarda gitmiş bir gazeteci olarak izlenimim, “soykırım”ın Ermeni halkını bir arada tutmak için 100 yılı aşkın süredir bir çeşit “tutkal” gibi kullanıldığı yönünde. Dünyada 7 milyon civarında Ermeni yaşıyor, bunların yarısı vatanlarında yani Ermenistan’da, kalanlar da diğer ülkelerde. 1915 olayları sayıca küçük denebilecek Ermeni halkını yaşatmak, ayakta tutmak, birbirine sarılmasını sağlamak amacıyla kullanılıyor.
O olaylara tanık olanlar, yakınlarını kaybedenler Türk topraklarından kaçtıktan sonra Ermenilerin yaşananları unutmaması için yeni kuşaklara bildiklerini, gördüklerini, duyduklarını anlattılar. Böylece yeni kuşaklar, “Biz küçük bir halkız, başımıza bir daha böyle olaylar gelmemesi için, yok olmamak için birbirimize sıkı sıkıya sarılmalı, destek olmalı, olanları unutmamalı ve kesinlikle bağışlamamalıyız” sözlerini duyarak büyüdü. Kim ne derse desin, 108 yıldır Ermeniler hep öfke, nefret, kin ve intikam duygularını içinde yaşattı hatta belki de bu duygular Ermeni halkını ayakta tuttu, özellikle vatanlarından uzakta olanları.
1991 yılı sonunda Sovyetler Birliği dağılıp Ermenistan bağımsızlığına kavuşunca doğal olarak ulusal kimlik arayışı yaşandı ve “soykırım” gibi duygu sömürüsüne açık bir konu tahmin edilebileceği gibi çok kullanıldı. Aslında, o dönemin lideri olan Levon Ter-Petrosyan, “Geçmişte ne yaşandıysa yaşandı, artık önümüze bakalım” diye düşünüyordu ama aşırı milliyetçiler, biraz da Türkiye ile iyi ilişkiler isteyen tutumu yüzünden onu devirdi.
Ermenistan’da yaşayan Ermenilerin çoğu yani sıradan vatandaş kışkırtma olmadığı zaman “soykırım” tartışmasına nispeten gerçekçi bakıyor. “Soykırım”ı dinleyerek büyüyen bu insanları 1915’in “soykırım” olmadığına ikna etmek olanaksız olsa da, bu konu onlar için “derin bir yara” olsa da Türkiye ile düşmanlık istemiyorlar. Tabii bu tespit, “Türkiye özür dilesin, topraklarımızı iade etsin, bize tazminat ödesin” diyen politikacılarla aşırı milliyetçiler onları kışkırtmadığı, kafalarını karıştırmadığı zamanlar için geçerli. (1990’ların başında, Ermenistan çok ağır bir ekonomik bunalımın içindeyken Erivan’da ekmeğini benimle paylaşan Ermeniler de gördüm, 32. Gün için çekim yaparken etrafımı sararak “açık hava mahkemesi” kuran milliyetçilerin ortasından beni uzaklaştırarak olası bir linçten kurtaran Ermeniler de...)
Asıl ortalığı karıştıranlar ise, “diaspora” olarak tanımlanan Ermenistan dışında yaşayan Ermeniler. Oradakiler, “soykırım”ı Ermeni toplumunu bir arada tutan bir tutkal olarak kullanmakla kalmıyor, bu konudan “nemalanmaya” çalışıyor. Örneğin, Fransa’daki Ermenilerin “soykırım” konusunu hep ellerinde koz olarak tutmasının nedeni sadece “duygusal” değil; böylece iktidarları kendilerini ciddiye alınması gereken bir lobi gücü olarak kabul etmeye zorluyorlar.
Gerçi “alan razı, veren razı” ama konunun bir başka boyutu daha var: Soykırım iddialarını kabul eden ülkeler. Ermenilerin 1915’de soykırıma uğradığı iddiasına ilk resmi desteği Uruguay’ın verdiği herhalde fazla bilinen bir gerçek değil. Uruguay 1965 yılında soykırımı kabul ederken büyük olasılıkla “tarihi bir haksızlığı gidermek” ya da Türkiye’ye karşı bir koz ele geçirmekten çok kendi ülkesinde yaşayan Ermenilerin duygusal bir talebini yerine getirmeye çalışıyordu. Yoksa, hele o zamanlar, dünyanın öteki ucundaki Uruguay’ın 1915’in soykırım sınıfına girip girmediği konusunda nasıl bir fikri olabilir ki? Benzer bir durum Arjantin, Venezuela ve Şili için de söylenebilir. Ama Fransa’nın, İsviçre’nin, Belçika’nın, Kıbrıs Rum Kesimi’nin ve bir dizi kıta ülkesiyle Avrupa Parlamentosu’nun soykırım iddialarına destek vermesinin gerçek nedeni ne acaba?
Soruyu daha açık sormak gerekirse, hiçbir şekilde kendilerinden görmedikleri hatta aslında küçümsedikleri bir Kafkas halkının 1915’de soykırıma uğrayıp uğramadığı bu ülkelerin gerçekten umurunda mı acaba?