Bebeğin ilk nefesini alması, biyolojik bir olayın ötesinde, doğanın gizemli yönlerini kapsayan bir yolculuğun başlangıcını temsil eder.
Bebeğin ilk nefesini almasıyla birlikte oksijen akciğerlerine taşınır, bu da vücuduna yeni bir enerji dalgası yayılmasını sağlar. Bu enerji dalgası bebeğin vücudunda dolaşırken akciğerlerinin ilk kez deneyimlediği garip duyguyu ve rahatsızlığı tüm dünyaya duyurmak istercesine ağlamaya başlar.
Yeni doğan bir bebeğin çığlıkları, hayatta kalma ve iletişim kurma içgüdülerinin doğal bir uzantısıdır. Açlık, soğuk, acı, yalnızlık ya da korunma gibi duygu ve ihtiyaçlarını dile getirmek için bu çığlıklardan yararlanır. Doğuştan gelen bu davranış, dil öncesi iletişimin ilk aşaması olarak kabul edilir ve bebeğin çevresiyle bir an önce etkileşime girme isteğinin göstergesi olarak görülebilir.
Benedetta Mariani’nin “Doğum Öncesi Dil Deneyimi Beyni Şekillendirir” çalışmasına göre, beynin dil edinimiyle ilgili bölgeler doğumdan önce etkinleşmeye başlar. Normalde 40 hafta süren gebeliğin 30. haftasından itibaren bebeklerin farklı sesleri ve perdeleri ayırt edebildikleri öne sürülmektedir (Padova Üniversitesi, İtalya, Sinir Bilim Merkezi, Nov, 2023).
Bebeklik ve erken çocukluk dönemi, bilişsel ve nörolojik altyapıların entegrasyonunu içeren heyecan verici, hatta mucizevi bir dil edinme serüvenidir. Bebekler, birkaç aylıkken bile sesleri ve sözcükleri algılayıp anlamlı biçimde organize ederek sosyal etkileşimler aracılığıyla dil becerilerini geliştirmeye başlarlar.
Doğum anından itibaren beyin, nöral bağlantılarda üstel bir artışın eşlik ettiği hızlı bir büyüme dönemine girer ve ilk yaşın sonuna doğru %80’lik bir olgunluk düzeyine ulaşır. Bu dönemde, beyindeki sinir hücreleri arasındaki bağlantılar hızla çoğalır ve güçlenir, bu da bilişsel işlevlerin ve dil becerilerinin temellerini oluşturur.
Dil edinimi bebeklerde öncelikle sinirsel altyapıların olgunlaşmasına, duyusal deneyimlere ve aile içi etkileşimlere dayanır. Bu üç faktör, bebeğin dil becerilerini geliştirmesi için gereklidir. Bebekler, sözel etkileşim sırasında kişilerin tonlamalarını, vurgularını, dudak hareketlerini ve yüz ifadelerini gözlemleyerek ve taklit ederek öğrenmeye çalışır. Bebeğin konuşulanları anlama yeteneği, konuşma yeteneğinden önce etkinleşir. Bu nedenle bebekler, konuşmadan önce sözcükleri ve cümleleri anlayabilirler.
Dilsel uyaranlar
Nöroloji alanında yaygın görüş, beynin sol yarım küresinin dil işlemede öncül rol oynadığı yönündedir. Bununla birlikte, sol yarım kürede örneğin yaralanma sonucu lezyonlar oluşmuşsa ya da büyük bir parçası ameliyatla alınmışsa (hemisferektomi) sağ yarım küre dille ilgili görevleri üstlenerek durumu telafi eder.
Beynin gösterdiği bu nörolojik esneklik, hem sol yarım kürenin dil için tek rezerv alan olmadığı hem de beynin çok güçlü bir adaptasyon yeteneği bulunduğu görüşünü desteklemektedir. Özellikle erken çocukluk döneminde, beyin sinir ağlarını yeniden yapılandırarak dilsel ve bilişsel işlevleri optimize eder ve devamlılığını sağlar.
Sinir ağları, dilsel işlemleri ve diğer görevleri gerçekleştirmek üzere bebekliğin çok erken döneminden itibaren mevcuttur. Ancak bu ağlar, başlangıçta seyrektir ve tam olarak oluşmamıştır. 06-12 ay arasındaki dönemde sinir ağları hızlı bir büyüme gösterir ve 1-3 yaş arasında olgunlaşma evresine girer.
Dış uyaranların artması, sinir ağları ve beynin dil bölgelerinde dil öğrenme kapasitesinin genişlemesine katkı sağlar. Bunun sonucunda, bu yeni bilgi ve deneyimlere uyum sağlamak için daha çok nöral bağlantı aktif hale gelir. Bu durumda, edinilen yeni bilgi ve deneyimlere uyum sağlamayı kolaylaştırmak için daha çok nöral bağlantı aktif hale gelir ve güçlenir.
Yaşamın ilk birkaç yılında çocukların konuşulanları anlama yeteneği hızla gelişir ve bu süreç belirli aşamalardan geçer. Okul öncesi ve okul çağı dönemlerinde de süren bu gelişim, dilsel ve bilişsel yeteneklerin genişlemesini sağlar.
İlk 6-8 aylık dönemde bebekler başta anne, baba, kardeşler (ve bakıcı) olmak üzere genellikle aile üyelerinin seslerini ayırabilir. Ancak bu kişiler farklı diller konuşuyorsa bile, bebeğin dilleri ayırma mekanizması henüz aktif olmadığından “dil farkı” diye bir olguyu tam olarak anlamlandıramaz. Bu dönemde, bebekler için önemli olan seslerin tınısı ve ritmidir.
Dolayısıyla farklı dillerin konuşulduğu ailelerde, bebeğin beyni öncelikle sesleri öğrenmeye odaklanır. Bu süreçte, bebekler tüm dillerin seslerini eşit derecede ustalıkla kaydetmeye çalışırlar ve dil öğrenme becerileri bu temel üzerinde gelişir. Çoklu dil ortamında büyüyen bebekler, ilerleyen dönemlerde farklı dillerin melodik ve tonal özelliklerini daha hızlı algılayabilirler ve bunları dilsel anlamda daha kolay kategorize edebilirler.
Araştırmalar, bebeklerin çevrelerindeki tüm dillerin seslerini ayırma ya da dışlama yapmaksızın ana dil ses kategorisinde öğrenebildiklerini göstermektedir (Caroline Rowland, Understanding Child Language Acquisition, University of Liverpool, 2013, Routledge). Bebeklerin çeşitli dillerin ses birimlerini işitip hafızalarına kaydetmeleri, ileride bu sesleri şaşırtıcı bir biçimde ana dil hassasiyetinde telaffuz edebilmelerini yardımcı olur.
Bir ailede farklı diller konuşulduğunu varsayacak olursak, ilerleyen dönemde dilsel girdiler hangi dilde yoğunlaşırsa, çocuğun o dilin ses birimlerine daha fazla odaklandığını söyleyebiliriz. Bu odaklanma süreci, çocuğun beynindeki nöronların bağlantı kurma ve mevcut bağlantıları değiştirme yeteneği sayesinde gerçekleşir (nöroplastisite).
Çocuk hangi dilin ses birimlerine daha fazla maruz kalırsa, o dilde daha büyük bir yetkinlik kazanır ve ana dili olarak benimseme olasılığı artar. En kolay iletişim kurulmasını sağlayan dil doğal olarak annenin konuştuğu dildir ve çocuk bu dille duygusal bir bağ kurar.
Bu süreçte, rahat kullandığı bu dili benimsemeye ve diğer dillere karşı “ana dil” olarak öncelemeye başlar. Ancak ilerleyen dönemde çocuğun kreşe başlamasıyla durum değişebilir. Kreşteki diğer çocukların farklı bir dil konuşması, çocuğun da o dili öğrenmesi yönünde sosyal baskı yaratabilir.
Bununla birlikte, her çocuğun dil öğrenme yeteneğinin farklı olduğunu vurgulamak önemlidir. Birden fazla dille büyüyen çocuklarda ana dil veya birinci dil farkındalığının gelişimi, çeşitli faktörlere bağlı olarak ve kademeli bir süreç içinde gerçekleşir.
Dilsel Kodlama
Dil öğrenme süreci, sinir ağlarına ve bilişsel yapıya derinlemesine yerleşen ana dil konsepti içinde genişleyerek ilerler. Bebekler, ortalama olarak yaşamın ilk üç yılını kapsayan dönemde, beyinlerinin esnekliği sayesinde olağanüstü bir dil işleme ve depolama kapasitesine sahip olurlar. Bu dönem, dilcilerce genellikle “kritik dönem” olarak da anılır. Bu kritik dönem, beynin dil öğrenmeye en açık ve duyarlı olduğu zaman dilimidir. Ancak dil öğrenme kapasitesi sadece bu yaşlarla sınırlı değildir. Üç yaşından sonra da dil öğrenilebilir, fakat bu süreç daha fazla çaba ve öğretim gerektirir.
Miniklerin beyni, sesleri ana dil formatında kaydetme konusunda yetişkinlere oranla çok daha başarılıdır. Ancak bu yetenek zamanla azalma gösterir. Bunun sonucunda dilsel yapı ve aktiviteler, anlam ve fonetik açıdan ana dil çerçevesinin sınırları içine indirgenir.
Beynin esnekliği ve duyarlılığı, yinelenen dil örüntülerini ayırt etmeyi ve dili doğal bir şekilde öğrenmeyi kolaylaştırır. Bu örüntüleri sınıflandırma yeteneği, aynı zamanda dilin altında yatan kuralları da aşamalı olarak anlamalarına yardımcı olur.
Bir bebek, dilsel uyaranları aktif olarak algılamaya başladığında duyduğu ses örüntülerini ve istatistiklerini sinir ağları içine kodlar. Henüz “acıktım” bile diyemeyip ağlayan, çığlıklar atan bu şirin minikler, birer deneyimli istatistikçi gibi davranırlar. Tüm bu kodlama süreci, elbette pasif dinlemeyle sınırlı kalmaz; öğrenilen dilin aktif biçimde kullanılmasıyla da iyice pekiştirilir.
Sonuç olarak, bebeklerde dil edinimi gerçekten mucizevi bir yolculuktur. Bu yolculuğun nörolojik temelleri, sinir ağlarının gelişimi, duyusal deneyimler ve aile içi etkileşimlerle şekillenir. Bu süreç, hayatın ilk yıllarında bireyin dil becerilerinin temellerini atan ve yaşam boyu süren bir yolculuktur.