Günlük konuşmalarımızda kullandığımız bazı deyimler var. Gerçi bunlara deyim denebilir mi onu da tam bilemiyorum.
Çünkü sözlük anlamı “anlatıma akıcılık, çekicilik katan, çoğunun gerçek anlamından ayrı bir anlamı bulunan, genellikle de birden çok sözcüklü dil öğesi, kalıplaşmış sözcük topluluğu” olan deyime bu kullanımlar yanından yöresinden değiyor ama yine de emin değilim.
Her neyse, söylemek istediğim şey, bu kullanımların ne kadar doğru olduğundan, daha doğrusu mantıklı olduğundan şüpheli olduğum.
Bilirsiniz, Türkiye’de baskın olarak İstanbul Türkçesi dediğimiz bir ağız kullanılıyor artık. Elli yıllık televizyon yayınından sonra insanlar televizyondan duydukları Türkçenin en doğru Türkçe olduğuna bir şekilde inandılar, inandırıldılar. Evet ülkenin her ilinde herkesin birbirini anlayabildiği ortak bir dil oluştu ve bu sevindirici bir şey. Ancak İstanbul Türkçesinde de komik kullanımlarımız var ki çoğumuz bunların farkında değiliz.
Bana komik gelen iki kullanımdan söz edeceğim. Birincisi “hoşuna gitti mi” deyimi. Yani beğendin mi anlamında kullanılıyor bu sözcük, yoksa giden bir şey yok. Neden “hoşuna geldi mi” demeyiz de “gitti mi” deriz. Örneğin sizden istemediğiniz bir şey yapmanız istendiğinde yapmazsınız ve “bana ters geldi” veya “bana doğru gelmedi” dersiniz, “bana ters gitti” demezsiniz. Ama hoşlanmak sözcüğünün arkasına “gitti” sözcüğünü takıveriyoruz ve hiç sorgulamıyoruz doğru yapıp yapmadığımızı. Çünkü ana babalarımız, gençler için hem ana babaları hem de dedeleri, nineleri de aynı biçimde kullanıyor bu deyimi.
Azerbaycanlılar “hoşuma gitti” yerine “xoşuma gəldi” der. Bence doğrusu da bu kullanım biçimi. Size gelen bir şeyi algılayabilirsiniz ancak değil mi! Azeriler “hoşuna gitti mi” yerine ” xoşunuza gəldi” der, tabii bunu sorar gibi yaparak söylemek zorundasınız. Türkçe kökenli dilleri konuşan diğer milletlerden örnek veremeyeceğim çünkü sözcükler çok farklı. Örneğin Kazaklar “hoşuma gitti” yerine “mağan unadı” diyor. Yani vereceğim örnekler bir işe yaramayacak.
Bir ikinci yanlış kullanımı da “uçak indi” derken yapıyoruz bence. Yani uçak piste tekerleklerini değdirdi anlamında kullanıyoruz bu sözcüğü de. “İndi” sözcüğünün zıttı “çıktı”dır değil mi? Ama “uçak indi” söyleminde uçak tersini yaptığında “çıktı” mı diyoruz? Uçak havalandı ya da uçak kalktı diyoruz. Başka neler havalanır sizce? Kuşlar havalanır diyeceksiniz ama yanlış çünkü kuşlar uçar. “Uçtu uçtu kuş uçtu” kullanımını anımsarsınız, “havalandı havalandı, kuş havalandı” diye bir kullanımımız var mı, yok. Demek ki kuşlar için havalandı sözcüğünü kullanmamız yanlış.
Peki asıl sorumuza gelelim. Uçak iner mi? Azeriler “təyyarə eniş etdi” diyor. Özbekler ise “samolyot qo’ndi” diyor. Yani konmak fiilini kullanıyorlar. Otuz yıl önce yanlış anımsamıyorsam Azeriler de konmak filini kullanıyordu uçaklar için. Belki Türk televizyonlarını izleye izleye onlar da “eniş etdi” demeye başladı. Türkmenler de “uçak indi” yerine “uçar gondy” sözcüklerini kullanıyor. Kırgızlar “uçak kalktı” yerine “uçak uçtu”, “uçak indi” yerine de “uçak kondu” diyor. Kazakların “uşaq qondı” sözcüklerini kullanmasına bakarak Türkçe konuşan milletlerde uçak “inmiyor”, “konuyor”, tıpkı kuşlar gibi. Kazaklar “uçak kalktı, havalandı” yerine de “uşaq uştı” diyor. Yani uçağı bir kuş gibi algılıyor Orta Asya’daki milletler.
“Haklısın diyelim ki, iyi de biz ne diyelim” sorusunu yanıtlamak zor. Yanlış olanı göstermek kolay da doğrusunun hangisi olacağını göstermek epey güç. Ama bir karara varırken mantıklı kullanım biçimini benimsemek en doğrusu sanki. Yani bir eylem için bir fiili kullanırken o eylemin tersi yapıldığında o fiilin tersini kullanmak gerekiyor belki de. Konunun uzmanı olmadan bunu tartışmanın güçlüğü ortada ama yanlış kullandığımız bir şeylerin olduğunu siz de düşünmüyor musunuz?
Bir sorun da ücret/fiyat sözcüklerinde
Birkaç yıl önce Türk Dil Kurumuna yöneltmiştim bu konuyu bir soruyla, fiyat ile ücret aynı şey midir diye. Bir şeyin fiyatı vardır ücreti yoktur. Ücret bir kişinin bir süre çalışarak kazandığı paranın adıdır. Oysa 12 Eylül’den sonraki Türk Dil Kurumu bu farkı anlamıyor veya bilmiyor ya da akılları kullanmaya kullanmaya pas tuttu. TDK “Her ikisi de kullanılabilir” diyor. “Fiyatı nedir” sorusunun yerini “ücreti nedir” sorusu aldı günlük kullanımımızda. Oysa pazarda sebze meyve için kullandığımız “kaç lira” kullanımı ne kadar doğru değil mi, yani fiyatını soruyoruz domatesin, patatesin, soğanın, marulun. “Ücreti kaç lira” diyor muyuz hiç? Ama iş pazarın dışındaki kullanımlara gelince, örneğin kumaş veya giysi alırken “ücreti nedir” diyenler var. Herkes yapmıyor bu yanlışı tabii, bilenlere sözüm yok ama çoğunluğumuz bu farkı artık “bilmiyor”. Lafa gelince acayip Türk’üz ama ana dilimiz Türkçe umurumuzda değil.
Uzun okunan harflerle ince okunan harfler sorunu
Haydi başlamışken bir de bu derdimin altını çizeyim. Abecemizde bence eksik harfler var, bunu yalnızca ben söylemiyorum tabii ki, Latin harflerine geçildiğinden beri söyleyenler var. Gerçi aynı şeyleri dile getirmiyoruz tabii, benim gibi düşünenler Latin harflerine geçilmesini destekliyor ama bazı seslerimizin harflere yansımadığını belirtiyor. Diğerleri ise “Arapça sevdalıları” diyebileceğimiz gruba giriyor.
Neyse lafı uzatacağıma iyisi mi bu konudaki dertlerimden hiç olmazsa bir tanesini anlatayım. Günlük kullanımda ince okunan harfler var ki bunlar Türkçe kökenli değil ama artık dilimize yerleşmiş ve sık sık kullanıyoruz. Kar ve kâr gibi. Kar bildiğiniz gibi yağış biçimlerinden biri. Kâr ise bir şeyin satılmasıyla elde edilen fazladan para anlamında kullanılan bir sözcük. Bu örneği vermemin nedenine geliyorum. Burada ince okunan a’yı üstüne şapka koyarak ince okuyun dediler bize ilkokullarda okuma yazma öğrenirken. Tamam dedik biz de ve öyle okuyoruz ve farkın ne olduğunu biliyoruz. Ama bir de uzun okunan a var. Ādem, ālem sözcüklerindeki gibi. Ben a harfinin üzerine uzatma işareti anlamında böyle çizgi koyuyorum. TDK buna bir çözüm bulursa onlara uyacağım, tabii mantıklı olması koşuluyla. Galiba Türkçe konuşan halkların bir kısmı ortak Türkçe abeceyi kabul etti. Orada uzun okunan harfler için ne kabul edildi bilmiyorum. Ama Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden dil bilimcilerin uzun okunan harflerin varlığından bile haberdar olduğundan emin değilim. İnce okunan harfler için kullanılan (^) şapka işaretini uzatma için de kullanalım diyorlar galiba. Bir şeyi düzeltelim derken iyice batıracaklar yürüttükleri mantıkla.
Aynı şey Bab-ı Āli sözcüğünde de var. “Yüksek Kapı” anlamına geliyor, gazetecilerin çok iyi bildiği sözcükler bunlar. Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul’da başbakanlık, içişleri ve dışişleri bakanlıklarıyla Danıştay’ın bulunduğu, bugün bir bölümü İstanbul Valiliği olarak kullanılan yapıya bu ad verilirmiş. Yalnız bu iki kullanımda değil başka sözcüklerde de uzun okunan a, i, e, u var.
Konuyu dağıtmadan tekrarlayayım, bir ince okunan a harfi var bir de uzun okunan a harfi var dilimizde. Bunlardan ince okunan için işaretimiz var ama uzun okunan için yok.
Mütevazi mi mutevazı mı?
Arapça sözcükleri kullanmayı pek severiz. Hele gösteriş meraklıları Osmanlıca sözcükler kullanarak ne kadar entelektüel olduklarını kanıtlama peşindedir her zaman. Tabii ki ana dilinden başka bir dil bilmek iyidir ama İngilizce bilmeden İngilizce sözcükleri konuşmanızın aralarına sıkıştırırsanız herkesi kandırabilirsiniz ama yeri gelir öyle bir yanlış sözcük seçimi yaparsınız ki, bilmediğiniz o dil sizden o anda intikamını alır.
Mütevazı diye bir sözcük var, alçak gönüllü anlamına geliyor. Mütevazi diye okursanız ki bu çok sık yapılan bir yanlış, o zaman sözcük birbirine paralel anlamına geliyor. Yani siz biri için “o arkadaş pek mütevazidir” derseniz alçak gönüllü yerine “o arkadaş pek paraleldir” demiş olursunuz. Es kaza yanınızda Arapça veya Osmanlıca bilen biri varsa yandınız gitti. Benim naçizane önerim bilmediğiniz sözcükleri kullanmayın, hem Türkçesi varken niye yabancı bir sözcük kullanasınız ki?
Buna benzer çok sık yanlış kullanımlardan biri de unvan sözcüğüyle ilgili. Belki dili dönmediği için, belki doğrusunun o olduğuna inandığı için pek çok kişi ünvan sözcüğünü kullanıyor. Oysa bu sözcük TDK’ye göre de diğer sözlüklere göre de hiçbir anlama gelmiyor. Sözcüğün doğrusu unvan çünkü. Ad, san anlamına geliyor Unvan sözcüğü Arapça kökenli .
Şoför sözcüğünü de bazılarımız yanlış kullanıyor. Şöför diyor bu kişiler. Fransızca chauffeur sözcüğünden gelen bu sözcük Türkçeye girmiş durumda. Halbuki sürücü desek tehlikeden kurtulmuş olacağız. Ama çoğumuz bu sözcüğü kullanıyor ve “şoför”ün Türkçe olduğunu bile sanıyor olabilir.
Bir de küsur sözcüğü var, Arapça kökenli bu sözcük “geriye kalan bölüm” anlamına geliyor. Otuz küsur lira derken, otuz liradan fazla demek isteriz. Küsür diye bir sözcük yok. Google’a küsür yazınca sanki böyle bir sözcük varmış gibi seçenekler çıkıyor karşınıza ama tıkladığınızda olmadığını görüyorsunuz. Google “küsür”ü kusur yazmak istediniz de yanlış yazdınız sanıyor ve karşınıza kusur ile ilgili bilgileri getiriyor.
Doküman sözcüğünü de yanlış kullanıyor kimimiz, döküman diye. Fransızca “document” dan Türkçeye giren bu sözcük yerine belge veya evrak sözcüklerini kullansak sorun kalmayacak.
Bir de k harfini Ka diye okuma sorunumuz var. TeSeKa, TeCeKa, KaKaTeCe diye okunuyor kısaltmalar. İyi de ana dilimizdeki sessiz harfleri e seslisiyle okuyoruz değil mi? Be’yi Ba, Ce’yi Ca, Se’yi Sa diye mi okuyoruz. O zaman niye KKTC’yi KaKaTaCa, TSK’yi TaSaKa, TCK’yi TaCaKa diye okumuyorsunuz?
Nereden çıktı bu “Ka” diye okumak? O kadar komik şeyler yapıyoruz ki…
Herkese keyifli günler.
İlgili yazı: