Perşembe, 22 May 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Köşe Yazıları

Sahip olmanın kırılganlığı

Erdal Çolak
Son güncelleme: 9 Mayıs 2025 19:35
Erdal Çolak
Paylaş
Paylaş

“Benim” dediğimiz her şey bir gün bizi sahiplenir mi? Sahiplenme duygusu, sanki doğuştan gelen bir içgüdü gibi hissedilir.

Küçük yaşlarda bile bir şeyi “benim” diye kabul etmemiz içsel bir dürtüdür. Sahip olma duygusu zamanla aidiyet hissine dönüşür. Çocukken, ebeveynlerinde gördüğümüz aitlik duygusunu, oyuncaklarımızda da sahiplenme hissiyle birleştiririz. Sahip olduğumuz şeylerle onlarla bütünleşir ve varlık kazandığımızı hissederiz. Bu sahiplenme olgusu, çocukluktan başlayarak büyüdükçe insana eşlik eder.

Fakat zamanla fark ediyor insan: Sahip olmak, bazen olman gereken şeyden uzaklaştırıyor. Bu içgüdü, büyüdükçe incelmedi; aksine, daha da katılaştı. Ev, araba, para, mevki derken sahip olmanın sınırlarını daha da genişlettik. Yetmedi, insanları da bu çembere dahil ettik. Sevdiğimiz kişileri “benim insanım” diye tanımlamaya başladık. Oysa hiçbir insan bir başkasına ait değildir. İnsan sahiplenilemez; anlaşılabilir, sevilebilir, eşlik edilebilir.

Sahip olmak istediklerimiz çoğaldıkça, içimizdeki boşluklar da büyüdü. Sanki sahip olduklarımızla kendimizi tanımlıyoruz: “Ben buyum, çünkü buna sahibim.” Oysa bu, kırılgan bir kimliktir. Bir gün elinden alındığında, ne kalır geriye? Eğer sen o şeyle varsan…

İnsanları sahiplenmek, belki de en tehlikelisi. Çünkü birini sevdiğimizde, onun bize ait olmasını da istiyoruz. Ne düşüneceğini, ne yapacağını, kiminle görüşeceğini kontrol etmek istiyoruz. Buna aşk, dostluk, ebeveynlik gibi isimler veriyoruz ama altında yatan aynı şeydir. Sevginin gölgesinde büyüyen bir kontrol, zamanla sevginin kendisini yok eder.

Gerçek ilişki, serbest bir akıştır. Bir ağacın gölgesine benzer; orada kalırsın çünkü iyi gelir. Ama kimse seni oraya zincirle bağlamaz. Sahiplenme içgüdüsü ise zincirler üretir; kimi zaman altın, kimi zaman görünmez bir zincir ama hepsi tutsak eder. Hem seni hem de sevdiğini…

Belki de mesele şu: Biz sahip olduğumuzu sandığımız her şeyin bir gün bize sahip olmaya başladığını fark etmiyoruz. Evlerimiz bizi tutsak eder, eşyalarımız yük olur, ilişkilerimiz görev halini alır. Hatta düşüncelerimiz bile… “Benim fikrim” dediğimizde, artık o fikrin esiri olmaya başlarız.

O yüzden, bazen bırakmak gerekir. Sahip olduklarımızı değil, sahip olma arzusunu. Çünkü o arzu doymaz. Hep daha fazlasını ister. Bugün bir eşyayı, yarın bir insanı, sonra bir ideolojiyi,fikri  ve sonunda bizi alır elimizden.

Gerçek özgürlük, “benim” diyebildiğimiz şeylerden değil, “bırakabildiğimiz” şeylerden doğar.

Doğaya dikkatle baktığımızda, orada bizim bildiğimiz anlamda bir sahiplenme duygusuna rastlamayız. Toprak, ağaca “Benim köklerimsin” demez. Nehir, içinden geçen suya “Sadece bana aitsin” diye tutunmaz. Güneş ışığını seçmez; dağ ile vadinin, kuraklıkla verimliliğin, çiçekle kurumuş otun üzerine eşit düşer. Doğada her şey birbirine bağlıdır ama hiçbiri birbirine zincirli değildir.

Bir kuş yuvasını yapar, yavrularını büyütür ve zamanı geldiğinde onları bırakır. Yuvaya geri dönüp, “Bu yuva benimdi, neden başkası kullandı?” diye sormaz. Çünkü doğada aidiyet değil, döngü vardır. Bir çiçek, arıya nektar sunar ama onun geri dönmesini beklemez. Arı başka çiçeklere konar, dönerse ne güzel; dönmezse de çiçek kendi varlığında tamdır. Sahip olmayı değil, paylaşmayı bilir.

Ormanda bir ağaç, gölgesini ayırmaz. Altına kim gelirse, ona serinlik sunar. Bir diğer ağaç onun yanında büyüyorsa, onu itmez. Hatta kökleriyle toprağı paylaşır. Besin yarışları olur, evet, ama bu mücadele bir “benim olan” savaşı değil, var olma çabasıdır. Sahiplenmeden yaşanan bir dayanışmadır.

Hayvanlar da doğada alanlarını korur, evet ama bu sahiplenmek değil, hayatta kalmak içindir. Bir kurdun bölgesini savunması, onun egosunu tatmin etmek için değil; soyunu sürdürebilmek içindir. Yarın başka bir kurt gelip oraya yerleşebilir ve doğa buna kızmaz. Çünkü orada hiç kimse “Benim alanım sonsuza kadar benimdir” demez.

İnsan ise farklı. O sahip olduğu şeyi bırakmak istemez. Bir yere ev yapar ve tapusunu ister. Sahip olduğunu belgelemek, yasayla tescillemek, başkalarına göstermek ister. Sevdiği kişiyi bile sahiplenmek ister. “Benim eşim”, “benim çocuğum”, “benim dostum”… Ve sonra o kişi kendi yoluna gitmek isteyince kırılır, öfkelenir. Çünkü doğanın öğretmediği bir duyguyla yoğrulmuştur: tükenmeyen sahiplenme arzusu.

Doğa ise bize sessizce başka bir şey öğretir: Eşlik etmek. Rüzgâr bulutlara eşlik eder ama onları tutmaz. Nehirler taşlara çarpar, ses üretir, ama bir tanesini cebine koyup saklamaz. Güneş doğar ve batar ama göğe bir damga vurmaz. Doğa, geçici olanla barışıktır. O yüzden acı çekmez, hayal kırıklığı yaşamaz. Belki de unuttuğumuz şey şudur: Birlikte yürümek mümkündür, sahip olmadan da… Gerçek huzur, kontrol etmekte değil, serbest bırakabilmekte yatar.

Görsel: erdemkaragoz.com

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanErdal Çolak
Takip et:
Gazeteci-yazar-akade​misyen. Konya’nın Cihanbeyli ilçesine bağlı Kuşça kasabasında 1975’te doğdu. İlk ve ortaöğretimini Konya’da tamamladı, 1996 yılında başladığı Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki üniversite, daha sonra Danimarka Kraliyet Okulu’nda (İVA) Copenhagen (The Royal School of Library and Information Science) Kütüphanecilik bölümünde tamamladı. Kütüphanenin Kültüre Etkisi ve Bilginin Bilimselliği üzerine doktora yaptı. Danimarka The Union Press Associat​ion IPC yönetim kurulu üyesi, uluslararası basın yayın kartı sahibi. Kişisel gelişim alanında eğitimler aldı. Psikoterapi Eğitimi sertifikası, Yaşam Koçluğu ve NLP (Zihinsel ve Dilsel Programlama) konusunda diploma sahibi. ”Sonsuzluk İle Hiçlik Arasındaki İnsan” adlı deneme kitabı Dancaya, ”Yalnızlık Aşktır; Yalnızlık, Yokluğun, Hiçliğin Şiirleri” kitabı”. ”Loneliness Is Love” adıyla İngilizceye çevrildi. ”Yüreğim Sensizliğim”, ”Yalnızlık Aşktır”, ”Ben Sana Değil Kendime Geç Kalmışım” adlarında şiir kitapları var. Danimarka’da yaşamaktadır.
Önceki Makale Planlı ekonomiye dönüş mü?
Sonraki Makale “Enerji savaşları” ve Türkiye

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

Köşe YazılarıManşet

Tolstoy mu Dostoyevski mi?

M. Hakkı Yazıcı
22 Mayıs 2025
EditörKöşe Yazıları

Dünü ve bugünü kıyaslayabilmek

Okay Deprem
21 Mayıs 2025
Köşe YazılarıManşet

Kusursuzluk ve kusurlar

Erdal Çolak
21 Mayıs 2025
Köşe Yazıları

Samsun ışığı…

Hasan Sevilir Aşan
19 Mayıs 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?