1. Süleyman 6 Kasım 1494 günü babasının sancak beyi olduğu Trabzon’da doğdu.
Annesi Ayşe Hafsa Sultan büyük olasılıkla cariyeydi. Süleyman “Hayatının ilk yıllarını annesinin ve annesinin hizmetindeki kadınların ihtimamı altında geçirdi. Yedi yaşına geldiğinde, babası eğitimiyle bizzat ilgilendi. Selim yumuşak bir insan olmadığı için, oğlunun eğitimini de en sert biçimde yürütmüş olduğu düşünülebilir. Bilgeliği ve dindarlığıyla tanınan bir hoca genç şehzadenin eğitimini üstlenmişti.” s. 42
11 yaşına doğru sünnet olduktan sonra annesini ve Harem’i terk etti. Kendisine özel bir daire ve yanına da hizmetkârlar verilerek bir de ödenek bağlandı. Arapça ve Farsçayı saraydaki eğitimi sırasında öğrenmişti. “Yabancı dillere karşı büyük bir yeteneği vardı, tahta çıktıktan sonra, maiyetindeki Balkan kökenli yöneticilerle ana dillerinde rahatça konuşabilecektir. Osmanlı toplumunda şehzadeler el becerilerini geliştirmeyi de öğrenirdi. Süleyman da babası gibi kuyumculuğu seçecekti.” s. 43
15 yaşında geleneğe uyularak dedesi 2. Bayezid tarafından sancak beyliğine atandı. Amcası Ahmet’in karşı çıkması üzerine yeri birkaç kez değiştirildikten sonra Kırım’daki Kefe’ye gönderildi. “Kefe, uzun yıllar Cenevizlilerin önemli bir ticaret merkeziydi. Hint ve İran mallarının -baharat, ipek, pamuk- bir kısmı buraya geliyor, daha sonra gemilerle Akdeniz’e çıkarılıp bütün Avrupa’da satılıyordu.” s. 43.
Babası Yavuz Selim’in uzun bir kardeş kavgası geçmişi olduğu için Süleyman’ı “tek varis” olarak bıraktığı anlaşılıyor. Bu yüzden taht için kavga vermesi gerekmedi. 17 yaşında önce İstanbul kaymakamlığına sonra da Saruhan’a (Aydın) vali olarak atandı. Tahta çıkana kadar burada kaldı. Babasının ölüm haberini İstanbul’dan Edirne’ye giderken öğrendi.
Süleyman tahta çıkar çıkmaz babasının İstanbul’a sürdüğü 600 Mısırlı eşraf taciri serbest bıraktırdı. Mallarına el konmuş tacirlere tazminat verdirdi. İran’la ticaret yeniden serbest bırakıldı. “Zalimliği yüzünden kan içici diye anılan Kaptan-ı Derya Cafer Bey asıldı.” s. 47. Babasının getirdiği keyfî önlemleri kaldırılarak sorumluları cezalandırıldı. Tahta çıktığında 25 yaşındaydı. Venedik Balyosu (elçisi) onu şöyle betimler: “Uzun boylu ama narin bir yapıya sahip. Burnu biraz fazla iri ve kemerli, yüz hatları ince. Gölge halinde bıyıkları ve kısa bir sakalı var. Hoş bir havaya sahip, ancak benzi biraz soluk.” s. 47. Bu betimleme annesinin Türk olmadığına da sanki bir kanıt oluşturuyordu.
Süleyman “her türlü bağnazlığın uzağında, dinine bağlı bir Müslümandır. En azından saltanatının ilk yıllarında Şiilere karşı takındığı tavır bunu kanıtlamaktadır. Hristiyanlara karşı çok hoşgörülü olan padişah, onlardan yalnızca yükümlülüklerini, bu arada vergi yükümlülüklerini yerine getirmelerini bekleyecektir. Bunun ötesinde, gayrimüslim tebasının dini inançları onu ilgilendirmez.” s. 48.
Fetihleri
Süleyman Belgrad’ı aldı önce, sonra da Rodos’u. Rodos’u aldıktan sonra dedesinin kardeşi Cem Sultan’ın oğlu Rodos kimliği taşıyan Murad ile oğullarını boğdurdu, eşi ve iki kızını İstanbul’a getirtti. Anlaşılıyor ki Süleyman’ın yumuşaklığı tahtına tehdit olarak görülebilecek kişiler söz konusu olunca derhal bir zalime evriliyordu. Bu arada “Bodrum, Tahtalı ve Aydos kaleleriyle İstanköy ve Sömbeki adaları da alındı.”1 1526’ya gelindiğinde Mohaç zaferiyle Macaristan’ın büyük kısmı ve Budin imparatorluk topraklarına katıldı. Viyana’yı kuşattı ancak alamadı. Bu onun belki de en büyük yenilgisidir. Doğuda Safeviler üzerine yürüyerek Tebriz ve Bağdat’ı aldı. Cezayir ve Tunus Barbaros Hayreddin tarafından alındı. Barbaros’u ünlendiren asıl zafer ise bilindiği gibi Preveze’de gerçekleşti.
Süleyman, imparatorluğu Orta Akdeniz’den Hint Okyanusu’na kadar uzanan bir genişliğe ulaştırırken fazla zorlanmadı. Çünkü babası Selim zaten Suriye ve Mısır’ı almış, İran’da Şah İsmail’i alt etmişti. Osmanlı Hazinesini ağzına kadar altınla doldurmuştu. Yani Süleyman’ın yeni seferler yapmak için paraya ihtiyacı yoktu ki bu, o dönem tüm Avrupalı kralların önündeki en büyük engeli oluşturuyordu. Dedesi Fatih döneminden beri Osmanlılar, topları sayesinde muazzam bir ateş gücüne sahipti. Selim Mısır, Suriye ve İran’da ölüm kusan bu toplar sayesinde büyük zaferler kazanmıştı.
Süleyman hep “muhteşem” sıfatıyla anılır. Batılılar ona “grand dük” veya “grand senyör” nitelemesini yakıştırır. Evet, o gerçekten de ulaşılmazdır, elindeki olanaklar çağındaki hiçbir kralda yoktur. Ancak bunlar bir anlamda kendisine altın bir tepside sunulmuştur. O da elinden geldiğince bu olanağı iyi kullanmıştır ama acaba daha iyisi olabilir miydi?
Roxalane veya Hürrem (Şen) Sultan
Süleyman’ın eşi “Polonya kaynaklarına bakılacak olursa, Dinyester üzerinde, Macaristan, Boğdan ve Polonya’nın sınırdaş olduğu Ruthenya bölgesinde, Rohatynli fakir bir papazın kızıydı… Oldukça ufak tefek, Venedik Balyosu Bragadino’nun deyişiyle non bella ma grassida (güzel değil ama alımlı) bir kadın olan Roxalane’a neşeli doğası yüzünden Hürrem (Şen) adı verilmiştir. Herhalde çok zeki ve hiç kuşkusuz kurnazdı, ‘yetenekleri ve fettanlığıyla’ sultanı büyük bir tutkuyla kendine bağlamayı becerdi. Devletlû aşığına, Slav ülkelerinin özlem dolu ezgilerini gitarıyla çalıp söylediği anlatılır. Ancak, musiki yetenekleri bir yana, Süleyman indindeki değeri ona dört erkek evlat vermiş olmasındandır… Bragadino’nun anlattıklarına göre, sultana birbirinden güzel genç kızlar sunulduğunda öylesine büyük bir tepki göstermişti ki, Süleyman kızları geri göndermek zorunda kalmıştı… Roxalane saraya geldiğinde, Başkadın makamını, muhtemelen Tatar kökenli olan ve Süleyman’a Mustafa adında bir şehzade vermiş bulunan Gülbahar Sultan işgal ediyordu. Venedik Balyosu’nun anlatışına göre, Hürrem rakibesini, gerçek bir savaşa dönüşen bir tartışma sonunda bertaraf etti. Kavgada Roxalane’in saçları yolunmuş, yüzü gözü tırnak yaraları içinde kalmıştı… Bu olaydan sonra da padişah Gülbahar’la ilişkisini kesti.” s.96-97.
Hürrem’in Süleyman üzerindeki etkisi padişaha ve imparatorluğa pahalıya mal oldu. Ordunun çok sevdiği ve gerçekten de çok yetenekli olan Mustafa Hürrem’in entrikaları sonucunda babasınca öldürüldü.
“Şehzadeye yakın olanların hepsinin üzerinde birleştikleri nokta, onun babasına layık bir sultan olacağıydı. Avrupa da bunu biliyor ve korkuyordu. Postel, 1537’de şöyle yazmıştır: “Süleyman’ın çocukları arasında Mustafa adında bir şehzadesi vardı ki, harikulade iyi bir eğitim görmüş, ihtiyatlı ve saltanat sürecek yaştaydı, zira 24 ya da 25’ine gelmişti; Tanrı böylesine büyük bir barbarlığın onca yakınımıza gelmesinden bizi korusun!” s.210.
Roxalane’in oğulları
Selim sarhoş bir kişiydi. Bayezid için kimse bir şey söylemiyordu yani önemsiz bulunuyordu, Cihangir ise kambur olmasından dolayı esprili olmasına rağmen tahta layık görülmüyordu. “Mustafa’nın yanında ordunun büyük bir bölümü yer almaktaydı. Hürrem Sultan ve iki oğluysa, sarayın baş kadınının muazzam kişisel etkinliğine, devlet ‘mekanizması’nın ve saray çevresinin ağırlığına ve -o koşullarda önemi daha da artan- sultanla Hürrem’in damatları, hilekâr sadrazam Rüstem Paşa’nın kesin desteğine sahiptiler.” s.211
Süleyman, Hürrem’in kurduğu tuzağa düşerek Mustafa’yı ortadan kaldırdı. Sultan Karaman Ereğlisi’ndeki ordugâh’a çağırdı oğlunu, “suçlanacağı cürümlerden aklanacağını ve korkmadan gelmesini” isteyen bir mektupla. Ancak Mustafa ölümüne gelmişti. “Zavallı şehzadenin gövdesini hemen bir halının üzerine koyup Süleyman’ın otağının önüne çıkardılar… Bu cinayetin ordu üzerindeki etkisi çok büyük olmuştu. Busbecq, eğer o gün başlarına geçecek bir kişi çıkabilseydi Yeniçerileri hiçbir şeyin durduramayacağını yazarken, muhtemelen haklıdır, Süleyman herhalde devrilmiş olacaktı.” s.213.
Süleyman Mustafa’nın oğlu Murad’ı da, başarılı sadrazamı İbrahim’i de Hürrem için öldürtmüştü.” s.214.
Olmasaydı
Mustafa öldürülmeyip tahta çıkabilseydi neler olurdu? “Süleyman’ın fetihlerinden sonra, böylesi niteliklere sahip bir hükümdarın yönetimi altında, imparatorluk nerelere gitmezdi ki? Uzunca bir süredir Süleyman’ın sağlık durumuna ilişkin söylentiler dolaşıp duruyor ve Mustafa’nın tahta geçmesiyle korkunç olaylar yaşanmasından korkuluyordu.” s. 214. Ama Avrupa Mustafa’nın öldürülmesiyle derin bir nefes aldı, rahatladı.
“Süleyman acaba ileriyi görememiş miydi? Bunu savunan tarihçiler olmuştur. Bunların düşüncesine göre, Fransa yerine Venedik’le iş birliği yapması, Viyana’yı kuşatacak yerde Fas’ı ele geçirmesi, Rus tehlikesini sezebilmesi, Akdeniz’de başka bir siyaset izlemesi gerekirdi.” s.387.
“Tarihi yeni baştan yapmak boşuna bir çabaysa da düşlemek her zaman mümkündür. Osmanlılar Hindistan’a yerleşmiş, Portekizliler, yarımadadan ve Ümit Burnu yolu üzerinde ellerinde bulundurdukları mevkilerden kovulmuşlar… Derken bir süre sonra Uzak Doğu yolu Hollandalılarla İngilizlere de kesilmiş… Böyle bir tabloda, Doğu’da ve Avrupa’da neler değişmezdi ki! Bu düş, üstelik göründüğü kadar da garip değildir. 16. yüzyılda Türklerle Portekizliler arasında baharat yolu uğruna yapılan kavga epey uzun sürmüş ve zaman zaman olayların aldığı biçimden çok farklı bir doğrultuda gelişmesine de ramak kalmıştır.” s.252.
“… böylesine kudretli bir imparatorluğun kendi çöküşünün tohumlarını da içinde taşıdığını söylemek kolaydır. Bununla birlikte pek çok şey önlenebilirdi. Eğer önlenemediyse bunun sorumluluğunu Süleyman ve gelecek yıllarda tahta çıkan halefleri taşımaktadır.” s.377.
Neler miydi çöküşü hazırlayanlar? “Servetin belli ellerde birikmesi, devlet ileri gelenlerinin, yöneticilerin, komutanların ve din adamlarının, şehzadelerin ve prenseslerin oluşturdukları girift ağ, doğallıkla entrika ve yozlaşmaya elverişli bir ortam yaratıyordu. Süleyman’ın sarayı dedesi Bayezid’inkinden çok farklı olduğu gibi, ilk sultanların sade törelerinin de çok uzağındaydı. Harem’in Topkapı’ya taşınmasıyla, o güne kadar bir kenarda tutulan kadınlar, hadım ağaları ve gözdeler imparatorluğun ta bağrına girmiş oluyordu. Bundan böyle artık Saray ve Hükümet birbirine karışmıştı. Sultanlar, çoğu zaman Saray’daki ittifaklar elinde birer oyuncak haline gelecektir… Kardeş katli yasasının kaldırılmasıyla şehzadeler kafes arkasına hapsedilecek ve iktidarı ya baş vezirler aracılığıyla valide sultanlar yönlendirecek ya da bizzat baş vezir ve çevresi, özellikle de eğer sultanın kızı ya da kız kardeşiyle eşinin çevresi elinde bulunduracaktır.” s. 378.
Bu okuduklarınızdan sonra Süleyman’ın hâlâ muhteşem olduğunu düşünüyor musunuz?
Herkese keyifli günler dilerim.
Görsel: arkeofili.com
KAYNAKLAR
Muhteşem Süleyman, Andre Clot. 1. https://tr.wikipedia.org/wiki/I._S%C3%BCleyman.