İsmail Boy
Gettolar metropol kentlerin kaçınılmaz kaderleridir ve genellikle şehrin dış çeperlerinde, ekonomik olarak yaşamın daha ucuz olduğu kesimlerinde yer alır.
Kırsaldan veya küçük yerlerden büyük şehirlere gelenler farklı kültürler ile karşılaşır, yabancı bir ortamda, aldanmamak veya kaybolmamak adına kendilerini güvende hissedeceği yerlerde kalmak ister, genellikle de kendi memleketinden insanların yoğun olarak yaşadığı yerleri tercih ederler.
Dünyada bunun birçok örneği vardır; ABD-Miami’de herkesin birinci dil olarak İngilizce yerine İspanyolca konuştuğu bir “Küba mahallesi” var ki kendinizi Küba’nın başşehri Havana’da hissetmeniz için her türlü olanak sağlanmıştır.
New York’ta “Little Italy /Küçük İtalya” aynı şekilde İtalyanların yoğun yaşadığı bir başka bölgedir veya San Francisco’da “China Town/Çin kasabası”na girdiğiniz anda kendinizi Çin’de herhangi bir kantonda hissetmemeniz için bir sebep yoktur.
Bu gettolaşma sadece ABD’nin izlediği göç politikaları nedeniyle oluşmamıştır. Avrupa’nın bazı metropol kentlerinde de benzeri durumlar söz konusudur, Paris’in bazı bölgeleri; örneğin “Barbes” Kuzey Afrikalı Arapların, “St. Denis” Türklerin, “Mareis” ise Yahudilerin yoğun yaşadıkları yerleridir.
Artık gettolaşmanın sadece şehrin fakir ve ücra köşelerinin olması gerekmiyor, pandemi öncesi gittiğim İngiltere’de sohbet ettiğim bir taksi şoförü Londra’nın da zengin Araplar tarafından bölgesel olarak parsellendiğini, “Knightsbridge” semtinin Katarlılar, “Oxford Circus” civarının Suudiler, “Richmond” bölgesinin ise Kuveytlilerin yoğun olarak yaşadığı yerler olduğunu söylüyordu, yani artık Londra’nın çeşitli bölgelerinde yeni zengin gettoları oluşmaktaydı. Oysa 1970’lerde İngiltere’deki öğrencilik dönemlerimde “Wood Green” denildiğinde akla Kuzey Londra’da yaşayan Kıbrıslı Türkler, “Southall” denildiğinde de akla hemen Hintliler gelirdi.
Türk gettolarının oluştuğu ülkelerin başında Almanya vardır, gerçi gettolar şehrin dış çeperlerindeki gelişmemiş fakir bölgelerde oluşmaktaydı ama bazen kader buralarda yaşayan fakir insanların da yüzüne gülmekteydi, örneğin, SSCB döneminde Doğu-Batı Almanya’yı birbirinde ayıran ve Berlin şehrinin tam ortasından geçen duvarın (Utanç Duvarı) bulunduğu bölge Almanlar için cazip bir yerleşim alanı değildi, o nedenle Berlin’e çalışmak için giden Türklerin bu duvar çevresindeki bölgelere yerleşmeleri biraz da memnunlukla karşılanmıştı, ancak 1989 yılında SSCB ile birlikte “Utanç Duvarı” da yıkıldı, iki Almanya birleşti ve “Utanç Duvarın” bulunduğu o bölge Berlin şehrinin tam merkezinde turistik bir yer olarak değerlendi, haliyle orada ev sahibi olan Türkler için de piyango vurmuş oldu.
İstanbul’a gelecek olursak; Bu kadim şehir yıllarca Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden göçler aldı, yukarıda bahsettiğim kültürel alışkanlıklardan ötürü, gelenler “hemşehrilik” anlayışı ile şehrin çeşitli bölgelerinde toplandılar, örneğin Esenyurt Karslıların, Kumkapı Erzincanlıların, Küçükçekmece Sivas ve Tokat yöresinden gelenlerin yoğun olarak yerleştiği bölgeler olmuştur.
İstanbul sadece iç göçten değil, son yıllarda komşu ülkelerde yaşanılan karışıklıklar nedeniyle uluslararası kitlesel göçlerden de nasibini aldı, önce İranlılar, sonra Iraklılar, daha sonra Suriyeliler, Afganlar ve nihayet şimdilerde de kuzey komşularımız Ukrayna ve Ruslar gelmeye başladılar.
İranlıların ilk gelişlerinde İstanbul onlar için bir yerleşim yeri değil bir transit geçiş noktasıydı ancak daha sonra memleketleri ile olan ilişkileri sürdürme arzusundaki İranlılar, İstanbul’da ağırlıklı olarak Esenyurt semtini kendilerine uygun bölge olarak seçtiler. Şimdi bu beldedeki sokaklarda Farsça yazılarla süslenmiş İran süper marketleri, İran usulü “Lavaş” veya “Sengek” adını verdikleri ekmekleri pişiren fırınları ve restoranları görebiliyorsunuz, öyle ki tek kelime Türkçe bilmeden sadece Farsça konuşarak bu işyerlerinde çalışıp yaşayan yüzlerce İranlı var.
İstanbul’a akın eden Suriyeliler ise kendilerine “Esenler” mahallesini üs seçtiler, öyle ki Almanya dışında hiçbir Avrupa ülkesi 50 binden fazla Suriyeli barındırmazken, bugün Esenler’de 200 binden fazla Suriyeli yaşamaktadır.
Şimdi ise kuzey komşularımız İstanbul’a göç etmeye başladı, onlar da burada kendilerine uygun bölge veya semtler bulup yerleşecekler ve kendi gettolarını oluşturacaklar. Yakında Kiril harfleri ile yazılı levhaların bulunduğu, marketler, restoranlar, büfeler görürsek hiç şaşırmayalım.
Ruslar İstanbul’a ilk gelişlerinde, yani 1917’de Pera’da kalmışlardı, şimdi Belki Ataköy, belki Gayrettepe, belki Ataşehir, belki başka bir yerde kalacaklar ama kesinlikle Pera’da değil, çünkü Pera artık o eski büyülü Pera değil, gelen Rusların da o eski aristokrat Ruslar olmadığı gibi…