22.9 C
İstanbul
27 Temmuz 24, Cumartesi
spot_img

Er meydanında mertçe yarışmak

Bir yıl öncesini anımsıyorum: Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayını belirlemediği  tarihlerdi. Cumhur İttifakı, Millet İttifakı’nın adayını bir an evvel açıklaması için sürekli çağrılarda bulunuyordu.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı açıklamalarda, muhtemel rakibini sürekli er meydanına davet ediyordu. O tarihlerde sosyal medyada şöyle bir paylaşımda bulunmuştum:

“Er meydanı erlerin eşit koşullarda mücadele ettikleri meydanlardır. Erlerden birinin devletin tüm gücünü, tüm kurumlarını ve medyayı yanına alarak çıktığı meydana er meydanı denmez.”

O günler gerilerde  kaldı. Cumhur İttifakı devletin tüm gücünü kullanarak 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerini kazandı. “Er meydanı” sadece dillerde kaldı. 31 Mart’ta yerel seçimler var. Belediye başkan adayları büyük ölçüde belli oldu. Adaylar tüm güçleriyle 31 Mart’a hazırlanıyor.

Peki seçimler öncesi mücadele koşulları eşit mi? Kim iddia edebilir seçim yarışının eşit koşullarda yürütüldüğünü. Tüm milletin gözü önünde AKP, geçen yıl olduğu gibi seçim propagandasında devletin tüm gücünü kullanmaktan çekinmiyor. Medyanın önemli bir bölümü AKP’nin adaylarının borazanlığını yapmaktan çekinmiyor. TRT adeta AKP’nin yayın organı gibi. AKP’nin politikalarını eleştirmeye kalkışan medyanın küçük bir bölümü baskı altına alınmaya çalışılıyor.

Bu yarışmada Erdoğan’ın takındığı tutum özellikle dikkat çekici. Anayasa’nın 103. maddesi uyarınca cumhurbaşkanı göreve başlarken TBMM’de ant içer. Hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağı hususunda yemin eder. Keza görevini “tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücü ile çalışacağına namus ve şerefi üzerine” ant içer. Bir Anayasa’nın 103. maddesindeki yemine bakın, bir de yaşananlara.

Erdoğan, tüm gücüyle AKP adaylarının arkasında yer alıyor.AKP adaylarına desteğini açık açık ilan ediyor. Seçim mitinglerini Erdoğan yürütüyor. Muhalefet Anayasa’da yer alan cumhurbaşkanı yeminini hatırlatarak, Erdoğan’ın tarafsız kalmasını, tüm adaylara eşit mesafede durmasını talep ediyor. Bu talepler umursanmıyor, dikkate alınmıyor. Erdoğan AKP başkanı kimliği ile meydanlarda, TV’lerde AKP adaylarına oy istiyor. Bir spor müsabakası düşünün ki, maçın hakemi bütün ağırlığı ile takımlardan birine destek oluyor, düdüğünü her defasında destek olduğu takım lehine öttürüyor. Şu sıralar böyle bir maç oynanıyor, milletin gözleri önünde.

Seçimlerde İstanbul odak noktasında. Yarışmanın ağırlık merkezi İstanbul. AKP var gücüyle İstanbul Büyükşehir Belediyesini (İBB) ele geçirme gayretinde. Erdoğan’ın  en önde gelen hedefi de aday gösterdiği Murat Kurum’un seçimi kazanması.

CHP’nin İBB adayı Ekrem İmamoğlu da seçim çalışmalarına devam ediyor, görevde bulunduğu  süre içindeki hizmetlerini anlatıyor, geleceğe ilişkin vaatlerini sıralıyor. Kurum’unki gibi desteklerden mahrum. Tek güvendiği İstanbul halkı, İstanbullunun sağduyusu. Geçenlerde Küçükçekmece’de yaptığı bir konuşmada, “Sporun özünde yatan iyi değerleri yaygınlaştırmak ve yüceltmek gerektiğine inanıyorum. Örneğin, mertçe ve centilmence yarışma kültürünün, sporda olduğu kadar siyasette de hakim olmasını sağlamalıyız. Bir maç ya da seçim kazanılacaksa, mertçe kazanılmalı, kaybedilecekse mertlikle kaybedilmelidir” dedi.

İmamoğlu’nun bu sözleri geçen yıl Erdoğan’ın dile getirdiği “er meydanı” kavramını anımsattı. Dile getirilmesine rağmen genel seçimlerde ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde er meydanından eser yoktu. Tıpkı 2019 yerel seçimlerinin mertçe yürütülmemesi gibi…

Öte yandan, geçmiş yıllardaki yerel seçimler anımsandığında, bu kez mücadelenin daha sakin bir havada yürütülmekte olduğu gözleniyor. Mitinglerin sayısı daha az. Adaylar meydanlarda pek boy göstermiyor. Şarkılı, davullu, zurnalı mitingler pek yok. Kış şartlarının etkisi büyük bu düşük profilli seçim yarışında. Keza adaylar daha ziyade TV kanalları üzerinden kitlelere mesaj vermeye çalışıyorlar. 2019 yerel seçimleri öncesinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayları İmamoğlu ile Binali Yıldırım TV’de açık oturumda tartışmışlardı. Bu kez de İmamoğlu ile Kurum böyle bir tartışmaya çıkar mı göreceğiz. Genelde yandaş TV kanallarında, yandaş gazetecilerin  sorularını yanıtlayan Erdoğan bu kez Kurum’un böyle bir tartışmaya çıkmasına izin verir mi göreceğiz.. Bu gerçekleşirse er meydanında tarafların mertçe tartışmasını görmüş olacağız.

Demokratik ülkelerde bu gibi seçim kampanyaları eşit ve adil bir ortamda yapılır. İktidar partisi, devlet imkanlarından yararlanarak haksız avantaj sağlamaz. “Bize oy vermezseniz, hizmetlerimizden yararlanamazsınız” gibi seçmeni tehdit edici sözler söylemez. Medya üzerine baskılar yapılmaz. Demokratik ülkeler seçmeni bilinçlidir. Verdiği oyunun değerini bilir. Yapılan vaatleri ölçer biçer değerlendirir, oyunu ona göre verir. Gerektiğinde hesap sormayı da bilir. “Benim verdiğim vergilerle bu projelerin gerçekleştireceğinizi unutmayın. Hizmetlerde ayrı gayri yapmayın, verdiğimiz vergileri çarçur etmeyin” der.

Demokratik ülke olmak Türkiye’nin de hedefi, arzusu. Türk halkı gerektiğinde siyasilerden hesap sormayı bilir. Ancak devlete görev olarak bildikleri, ödedikleri vergi konusunda hesap sormaya pek aşına değiller. Türkiye’de en çok vergi ödeyen şehir İstanbul. Devletin ülke genelinde topladığı vergi gelirinin neredeyse yarısı İstanbul’dan. Türkiye’yi sırtlayan İstanbul’un en yakın takipçisi Ankara. Kocaeli, İzmir, Bursa, Antalya, Mersin, Adana, Hatay, Tekirdağ ilk ona giren şehirler. Bu şehirlerin bir özelliği de CHP’nin kaleleri, oy depoları olmaları. Erdoğan’ın Hatay’da geçen hafta yaptığı büyük tepkilere yol açan “şantaj” ve “tehdit” kokan konuşmasına yanıt olarak bir CHP’li, “Devlete en çok vergi veren şehirlerde CHP’li belediyeler görev başında.. Siz nasıl olur da, hangi hakla en çok vergi veren bu şehirlerimizi devletin yatırımlarından, hizmetlerinden mahrum edersiniz, mahzun bırakırsınız?” diye sorsa Erdoğan ne yanıt verir bilmiyorum.

Erdoğan’ın gözü devletin vergi gelirinin neredeyse yarısını karşılayan İstanbul’da. Var gücüyle İstanbul’u tekrar ele geçirmek için mücadele ediyor. Anayasa umurunda değil. Tarafsızlık yemini umurunda değil. Varsa yoksa İstanbul. Onu zirveye taşıyan İstanbul. Türkiye’nin zenginliklerinin en büyüğünü üreten İstanbul. İhanet ettiği güzeller güzeli İstanbul. Tam bir Kasımpaşalı.”Kimselere yedirmem İstanbulumu” diyor. İstanbul’un güzelliğine, zenginliğine göz koymuş. 2019’da tattığı yenilgiyi tekrar tatmak istemiyor.

Kim bilir, onu zirvelere taşıyan İstanbullu “yetti gayri düş yakamdan artık” der. Kim bilir, İstanbullu yeni bir ders verir. Kim bilir, 31 Mart sonun başlangıcı olur. Kim bilir, 1 Nisan sabahı umutlar çiçek açar. Atatürk sevdalıları, Cumhuriyet sevdalıları, demokrasi sevdalıları “oh be bugünleri de gördük” der…

Gürsel Demirok

Emekli diplomat. 1945 yılında doğdu. Darüşşafaka Lisesi'ni 1964 yılında bitirdi. 1968 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. 1969'da Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Türkiye Daimi Temsilciliğinde görevli olduğu yıllarda (1974-1977) BM Genel Kurulu 4, Komite (Decolonisation Committee) Raportörlüğüne seçildi. Kuveyt”in, Irak tarafından işgal edildiği tarihlerde, Kuveyt Büyükelçiliğimiz Müsteşarı idi. 1993-1997 yılları arasında Mainz Başkonsolosu olarak görev yaptı. Bu görevde iken girişimlerde bulunarak Mustafa Kemal Atatürk’ün 1917’de Veliaht Vahdettin ile birlikte Almanya’ya yaptığı ziyaret anısına Türk heyetinin kaldığı görev bölgesindeki Bad Kreuznach Park Hotel‘de 23 Nisan 1997 de Atatürk Salonu açılmasını ve ziyaret anısına otelin girişine bir yazıt konulmasını sağladı. Açılış görkemli bir törenle gerçekleştirildi. Otel bugün Türklerin etkinlikler düzenledikleri bir mekâna dönüştü. 1997 yılında Dışişleri Bakanlığı müşaviri olarak atandı. Bakanlık müşaviri iken, Başbakanlık İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu Sekreterya Başkanı oldu. 57. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti döneminde hazırladığı ilerici insan hakları raporu AB Kopenhag Kriterlerinin karşılanmasına yönelik çalışmalarda referans belgesi olarak kullanıldı ve “Demirok Raporu “olarak anıldı. 2000-2004 yılları arasında Zürih Başkonsolosu olarak görev yaptı. Zürih Başkonsolosluğu binasında Park Hotel’deki Atatürk Salonuna benzer bir Atatürk Salonu açtı. Salonda Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarına ilişkin belge ve fotoğraflar yer almakta. Bu salonda da Türkleri buluşturan etkinlikler düzenlenmekte. Mainz ve Zürih‘te Başkonsolos iken vatandaşlarımızla birlikte olmaya, derneklerinin düzenledikleri etkinliklere katılmaya, çocuklarımızı okullarında ziyaret etmeğe, gençlerin sportif müsabakalarına katılmaya büyük önem verdi. 2004 yılında Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yiğit Alpogan'ın başdanışmanı oldu, 2005 yılında MGK Araştırma ve Değerlendirme Dairesi Başkanı olarak atandı ve bu görevindeyken 2010 yılında yaş haddinden emekliye ayrıldı. MGK Araştırma ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı'na atanmış ilk sivil görevlidir. Atatürk’ün Almanya gezisi ve Avrupa’daki Türkler üzerine kitapları var. Emekli olduktan sonra medyada köşe yazıları kaleme almaya başladı .

Gürsel Demirokhttp://medyagunlugu.com
Emekli diplomat. 1945 yılında doğdu. Darüşşafaka Lisesi'ni 1964 yılında bitirdi. 1968 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. 1969'da Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Türkiye Daimi Temsilciliğinde görevli olduğu yıllarda (1974-1977) BM Genel Kurulu 4, Komite (Decolonisation Committee) Raportörlüğüne seçildi. Kuveyt”in, Irak tarafından işgal edildiği tarihlerde, Kuveyt Büyükelçiliğimiz Müsteşarı idi. 1993-1997 yılları arasında Mainz Başkonsolosu olarak görev yaptı. Bu görevde iken girişimlerde bulunarak Mustafa Kemal Atatürk’ün 1917’de Veliaht Vahdettin ile birlikte Almanya’ya yaptığı ziyaret anısına Türk heyetinin kaldığı görev bölgesindeki Bad Kreuznach Park Hotel‘de 23 Nisan 1997 de Atatürk Salonu açılmasını ve ziyaret anısına otelin girişine bir yazıt konulmasını sağladı. Açılış görkemli bir törenle gerçekleştirildi. Otel bugün Türklerin etkinlikler düzenledikleri bir mekâna dönüştü. 1997 yılında Dışişleri Bakanlığı müşaviri olarak atandı. Bakanlık müşaviri iken, Başbakanlık İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu Sekreterya Başkanı oldu. 57. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti döneminde hazırladığı ilerici insan hakları raporu AB Kopenhag Kriterlerinin karşılanmasına yönelik çalışmalarda referans belgesi olarak kullanıldı ve “Demirok Raporu “olarak anıldı. 2000-2004 yılları arasında Zürih Başkonsolosu olarak görev yaptı. Zürih Başkonsolosluğu binasında Park Hotel’deki Atatürk Salonuna benzer bir Atatürk Salonu açtı. Salonda Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarına ilişkin belge ve fotoğraflar yer almakta. Bu salonda da Türkleri buluşturan etkinlikler düzenlenmekte. Mainz ve Zürih‘te Başkonsolos iken vatandaşlarımızla birlikte olmaya, derneklerinin düzenledikleri etkinliklere katılmaya, çocuklarımızı okullarında ziyaret etmeğe, gençlerin sportif müsabakalarına katılmaya büyük önem verdi. 2004 yılında Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yiğit Alpogan'ın başdanışmanı oldu, 2005 yılında MGK Araştırma ve Değerlendirme Dairesi Başkanı olarak atandı ve bu görevindeyken 2010 yılında yaş haddinden emekliye ayrıldı. MGK Araştırma ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı'na atanmış ilk sivil görevlidir. Atatürk’ün Almanya gezisi ve Avrupa’daki Türkler üzerine kitapları var. Emekli olduktan sonra medyada köşe yazıları kaleme almaya başladı .

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
678TakipçilerTakip Et
11,600TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler