Kendime bir silah aldım
Amerikan filmlerinden de Kurtlar Vadisi gibi dizilerden de çok etkilendim, kendime bir silah almaya karar verdim. Öyle tabanca olmaz, havalı değil. “Bir tüfek alayım da duvarıma asayım” dedim. Aldım da, astım da… Çehov’a göre tüfek duvarda asılıysa patlaması gerekir. Ben de buna uygun bir biçimde, milli maçlardan sonra, düğünlerde, asker uğurlamalarında tüfeği ateşlemeyi düşünüyorum. Hep ben mi hedef olacağım maganda kurşununa, biraz da onlar korksun. Böyle dedik ama artık o, bizim evin bir demirbaşı oldu; sanki eski bir tüfekmiş gibi itibar görmeye başladı. Hatta annem olsa belki ona dantel de örerdi. Kurşunları ayrı bir kutuda saklıyorum. Ateşle barut yan yana gelmesin diye. Yalnız, bir araştırmada masanın üstünde bir silah bulunmasının bile insanları daha saldırgan yaptığı bulunmuş. Bana da öyle geliyor. Bu silahı aldığımdan beri, bütün izlediğim filmlerde silah tiplerine dikkat ediyorum. Başkaları araba modellerini konuşur, ben silahları tek tek sayar oldum. En azından güvenlik hissi önemli. Kötü adamlar denk gelirse, çat çat çat vururum. Bu zaten bir tür oyun zaten değil mi?
Tüm güzellikler
“Tüm güzellikleri anlatan bir şiir yaz bana” dedi. “En başta sen” dedim, “ve en sonda. Gerisinde ne güzellik var…” Güldü ama ikna olmadı. Dünyada başka güzellikler de vardı, merhamet gibi, yardımlaşma gibi, kardeşlik gibi… Ve aşk gibi. “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey” diye boşuna söylememişler. Doğal güzellikleri sıralamak daha kolay: Çöller, göller, vadiler, dağlar, obruklar, mağaralar, şelaleler, yollar, plajlar, kanyonlar, denizler, milli parklar, yaylalar ve diğerleri. Bunları anlatsam yeterli olur mu? Ya güzel müzikler güzel resimler? Ya güneşli, güzel bir gün… Ya güzel bir kadın? Sen?..
Bahçedeki sandıktan ne çıktı?
Bir gün bahçeyi koca koca ağaçlar dikmek üzere kazarken, kazmam sert bir cisme çarptı. Tozu toprağı kaldırdığımda bunun bir sandık olduğunu anladım. Merakla kilidini kırdım. İçinden, özgürlük, demokrasi, adalet, mutluluk ve daha neler neler çıktı. Düşünebiliyor musunuz, koca bir ülkenin bütün özgürlüğünü, demokrasisini, adaletini, mutluluğunu almışlar bir sandığa koymuşlar. Herkes de bunları arıyor “neredeler?” diye. İşte buldum ben. “Pandora’nın Kutusu”nun tersi bu. Bütün iyilikler evrene saçılıyor. Arabalar yayalara yol vermeye başladı, inanılır gibi değil. “Düşüncenin suçu olmaz” diyenlerin sesi gür çıkmaya başladı. Düşünce ‘suç’undan yatanların hepsi serbest. Herkesin yüzünde bir gülümseme ki sonsuza dek sürecekmiş gibi. Daha önce neredeydi bu sandık? Kim gömmüştü onu? Bunlar hâlâ yanıtlamaya çalıştığım sorular. İnanır mısınız, insanlar karşılarındakini dinlemeye, görüşlerini sakin sakin belirtmeye başladı. Var mı böyle bir sandık? Yok mu? Olsaydı iyi olmaz mıydı? Keşke her şey bu kadar kolay olsaydı…
Böyle geldi böyle geçti
Başkişimiz, uzak, minik ve şirin bir köyde doğdu, köy okulunda okudu, günü geldi koyun güttü, günü geldi ödev yaptı. Sonra okumaya ilçeye; oradan da üniversite eğitimi için büyük şehre gitti. Mezun olduktan sonra aynı şirkette 30 yıl çalıştı. Evlendi, 3 çocuğu oldu. Her yaz tatilinde köyüne gitti, ‘büyük şehrin kalabalıklığı’ndan dem vurdu. Ona göre, İstanbul’a son göçler, şehri mahvetmişti. 30 yıl önce her şey öylesine güzeldi ki… Bu arada köyünde genç kalmamış, herkes şehirlere göçmüştü. Kala kala bir tek yaşlılar ve köpekler kalmıştı. Köpekleri oldum olası severdi. Köy köpeklerinin sürüleri nasıl yönlendirdiğini küçükken çok kez görmüştü. “Biz de köpeklerin yönlendirdiği sürüler gibi yaşadık kentlerde; önce okul köpeği sonra para köpeğince” dedi içinden. Bir yandan da kent köpeklerine imrenirdi. Onlardaki özgürlük bir tek kedilerde vardı. Gel zaman git zaman, yaşlandı; evinde kediler köpekler besledi. Son nefesini verdiğinde, vasiyet ettiği gibi köyüne gömüldü. Köyün köpekleri o sırada iç çeker gibi derin derin havlıyorlardı.
Yeni sözcükler üretmek
Yeni sözcükler üretmek, türetmek istiyorum. Ama bir engele çarpıyor bu çaba; anlaşılmamak engeli. Oysa bir dili yeni sözcüklerdir zenginleştiren. Dilimiz düşüncemizi dışa vurmak için çoğu zaman yetersiz kalır; onu yerli olsun yabancı olsun yeni sözcüklerle genişletmemiz gerekir. Evet, yabancı sözcükler de olabilir ama okunuşlarıyla ve dilbilgisi kurallarına uygun olarak… CD değil ‘sidi’ örneğin… IQ değil ‘aykü’ gibi. Gerçi IQ’nün Türkçesi de var: Zeka böleni. Şapkalar konusunda ise farklı düşünüyorum: Zorunda kalınmadıkça şapka kullanılmasına gerek yok kanımca. Örneğin, ‘hâlâ’ için şapka şart ama zekâ için ne gerek var, olsa da aynı anlam olmasa da aynı anlam… Bir zamanlar yeni sözcükler ürettim/türettim. İngilizce sözcükler de türettim. Kimi Türkçe sözcüklerin birebir İngilizce çevirisi yok: Örneğin ‘kapitalistleşme’. Sondan eklemeli birçok örnek için geçerli bu durum. Aslında, Türkçenin çok zengin bir söz dağarı var, ama yeterince biliyor muyuz Türkçenin kaynaklarını? Yok. Kaynaklara, kökene dönmek gerekli, yabancı sözcükleri dışarlamadan… Türkçe 12 Eylül sonrasında çok başıboş bırakıldı. Nice sözcükler yasaklılar listesine girdi ‘devrim’ gibi… O da başka tür bir baskı biçimiydi. Baskı değil üretim lazım, türetim lazım…