Her istediğimiz hemen gerçekleşsin isteriz. Halk direnişlerinde de böyle olur. Hemen devrim olsun isteriz, hükümet hemen istifa etsin isteriz. Direnişin tüm talepleri bir an önce karşılansın isteriz.
Oysa siyaset isteklerin hızlı tatmininin ötesinde uzun erimli düşünülmesi gereken bir psikolojik savaş sürecidir. Hangi taraf umudunu yitirmiyorsa er ya da geç o taraf kazanır. Hedef hemen kazanmak değil, direnişi uzun erimde ve geniş bir ölçekte dalga dalga örmek olmalıdır. Sevgili devrimci genç dostum, gazlandın, ıslandın, yine de direndin. Hemen olmuyor diye lütfen umudunu yitirme.
İnsanlığın ve Anadolu’nun tarihi direnişler tarihidir. Her zaman irili ufaklı itirazlar olmuştur. Sen İmamoğlu için sokağa çıkmadan önce, daha küçük ölçekli çevre direnişleri vardı. O derya deniz direnişlerin bir dalgası olduğunuzu unutmayın ve geçmiş direnişlerden lütfen ders çıkarın. Gezi’yi daha ayrıntılı bir biçimde inceleyin. Aynı hataları lütfen yapmayın. Orada da kısa erimli düşünüldü, hızla dağıldık. Talepler karşılanmadı, üzüldük ve çekildik. Sen öyle yapma. Bak “Gezi yenildi” sanılır ama etkileri yıllardır sürüyor ve sürecek. Aslında, Gezi yeni başladı; sende devamına erdi ve devamı da gelecek. Gezi’den sonraki bütün protestolarda, çevre protestoları olsun işçi direnişleri olsun, hepsinde Gezi’nin sloganları çınlamadı mı?
68 hareketleri de öyleydi. Yenildi sanılırlar, oysa etkileri sürer. Sen de genç dostum, direnişinin tarihsel bilinciyle hareket et lütfen. Burada İmamoğlu’nun tutuklanması bizi sokaklara yöneltmiş olabilir ama dün İmamoğlu yoktu, yine sokaklardaydık. 15-16 Haziran 1970 işçi direnişini iyi çalış. 30 yıl direnip 3 milyon şehit vermiş, yine de bir kez olsun umutsuzluğa kapılmamış, hep kararlı olmuş onurlu Vietnam halkını her zaman aklında tut. Belki biz de memleketteki adaletsizliklere karşı 30 yıl daha savaşacağız. Yalnızca halkımıza, halklarımıza karşı değil, dünya halklarına ve tüm adalet, demokrasi ve özgürlük hareketlerine karşı sorumluyuz. Biz bu zincirleri kırdığımızda, dünya halkları için umut olacağız.
Bir sözüm de, çok sevdiğim ve karamsarlıkları nedeniyle ayrı düştüğüm dostlarıma: “Durumlar çok kötü” diyorsunuz, “tarihi bir dönemeçteyiz, daha sert bir diktatörlüğe gidiyoruz” diyorsunuz. Lütfen biraz daha tarihsel bakın. Bir kere, unutmayın, Vietnam’ın devrimci gençlerinin dönemeyeceklerini bile bile askere yazılıp cepheye gitmesini hatırlayın lütfen. Onlardan birinin mektubu bugün bir müzede sergileniyor. 1968 yılında cepheye yani kesin bir ölüme giderken şöyle yazıyor Vietnamlı devrimci ve daha 20 yaşında:
“Torunlarımız kalem tutabilsin diye bugün biz silaha sarıldık.”
Bizim de bu uzun erimli düşünme biçimine ihtiyacımız var. Sevgili dostlar, adaletli bir dünyayı belki biz göremeyeceğiz ama torunlarımızın barış ve adalet içinde yaşayabilmesi için savaşmalıyız, kendimiz için değil her zaman, aslen torunlarımız için. Bugün belki yenileceğiz, üstelik defalarca yenileceğiz ama direnişi sözlü ve yazılı tarihle, meydanlarda ve evlerimizde ısrarla kuşaktan kuşağa aktaracağız. Aynısı 12 Eylül’de olmadı mı? Onca baskı ve zulümle sol kitleselliğini kaybedip yaralansa da, yine de geleceğe taşınmadı mı? 1917’yi hatırlayın. Onu hazırlayan süreç 1 yıllık mıydı? 1905 olmasa 1917 olabilecek miydi? Biz Gezi’de o sloganı boşuna atmıyorduk: Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!
Ey “durumlar çok kötü” diyen dostlarım! Herşey bakış açısına bakar. Siz farkında değilsiniz ama bu, iyi halimiz. Artık cin şişeden çıktı. İnsanlar (ve yine Gezi’de olduğu gibi, hiç siyasetle ilgilenmediğini sandığımız insanlar) politikleşiyor, isyan ediyorlar. Bundan daha iyisi nasıl olabilir? Biliyor olmalısınız: Yaşamak direnmektir, sonuçta hepimiz öleceğiz ama önemli olan, son nefesine kadar onurlu yaşamaktır. Bunun için de, sonuç değil, süreç önemlidir. Sonuç ne olursa olsun, mücadele etmek zorundayız. Torunlarımıza ve dünya halklarına karşı sorumluluğumuz var.
Ben size, “en kötü durumu” söyleyeyim: En kötü durum ya da dönem, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasından önceki dönemdi. Hatta daha kötüsü de şuydu: Son cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonraki yılgınlık. Ben çeşitli kanallardan, yazılarla, çevrimiçi geniş katılımlı toplantılarla vb. insanlarımıza umut aşılamaya çalıştım. Diktatörlüklerde tek adamın genellikle % 99 oy aldığına, bizde ise % 49’un hayır dediğine dikkat çektim. Bu bir başarıydı, ancak öyle olduğuna insanları ikna etmek zor oldu. Psikolojik taktiklerle % 50’nin üzerine çıkılabileceğini biliyordum ama sesimi yeterince duyuramadım. Pozitif düşünceyi devrimci siyasetin bir parçası yapmama izin verilmedi. Hemen hemen herkes yenilgi edebiyatı yapıyordu, zaten bizim solda arabesk kültürden etkilenen çoktur. Bu ülkede bir devrim olmasının temel koşullarından birinin devrimcilerin pozitif psikoloji bilgisiyle donanmaları olduğunu ileri sürüyorum.
Sanıldığının tersine, pozitif psikoloji Polyannacılık değildir; bilimsel temelleri olan bir yaklaşımdır. Her şeyden, önce devrimci siyaset bilimsel bulgulara dayanmalıdır. Karşı tarafla ortak noktamız, bilimsel düşünceye değer vermememizdir. Bunu durdurmak zorundayız. Öte yandan, burada meslek şovenizmi yapacak değilim. Her şeye psikolojik olarak bakmıyorum ve psikolojinin her şeyin çözümü olduğuna inanmıyorum. “Sosyoloji, sosyal hizmet vb. alanlarla bütünleşmiş ve güçlendirilmiş bir psikolojinin verilerini dikkate alırsak daha hızlı yol alırız” diyorum.
Hepinizi devrimci umut, pozitif enerji, sevgi, dostluk ve yoldaşlık duygularıyla kucaklıyorum!
ulasbasar@gmail.com
Görsel: nbcnews.com