CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diplomasının iptal edilip tutuklanması ile tetiklenen 19 Mart sonrası gelişmeler çeşitli açılardan değerlendirilebilir.
Bu gelişmelerde en dikkat çekici unsurlar arasında şunlar belirtilebilir:
-Toplumumuzun muhalif kesimleri ülke çapında sokaklardaydı. Başta İstanbul, yurdun çeşitli yerlerinde düzenlenen protesto gösteri ile demokrasi ve özgürlüklere sahip çıkıldı. Adalete, hukukun üstünlüğüne atfedilen önem vurgulandı. Cumhuriyeti, devrimleri özümsemiş, çağdaş yaşam felsefesini benimsemiş, dış dünyaya açık bu muhalif kesim, siyasi iktidarın demokrasiden uzak, otoriter yönetiminden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.
-İktidarın bu tutumu ve tabandan gelen tepkiler muhalefet partilerini de ortak hareket etmeye yöneltti. AKP’nin başta CHP, muhalefeti baskı altında tutmak ve yargı kıskacına almak amacıyla izlediği politika 19 Mart’ta doruk noktasına ulaştı. İzlenen politikaya karşı muhalefet partileri iktidara karşı saflarını sıklaştırdı, demokratik güç birliği oluşturdu. Bu güç birliğinin TBMM’de sürdürülebilmesi halinde, iktidara karşı daha etkili bir muhalefet sürdürülebileceği öngörülüyor.
-İktidarın korkulu rüyası olan Gezi olaylarından bu yana meydanlardan uzak olan gençler 19 Mart’tan sonra meydanlarda tekrar boy göstermeye başladı. Bu zamana değin bu tür eylemlerde bulunmamış AKP iktidarı kuşağı üniversiteli gençlerle, bu tür eylemlerle mücadele deneyimi pek olmayan AKP kuşağı genç polisler ilk kez karşı karşıya geldi. Her açıdan dikkat çekiciydi bu karşılaşma. Her iki kesim de aynı toprağın çocukları, aynı bağın ürünleriydi. Farklı ortamlarda yetişmiş. Bir taraf baskı düzenine baş kaldırıyor, diğer taraf da düzenin koruyuculuğunu üstleniyordu.
Türkiye’nin en gözde üniversitelerine mensup öğrenciler başta, üniversite öğrencilerinin yurdun dört bir köşesinde protesto eylemlerinin içinde yer almaları, üzerinde önemle durulması gereken bir başka konu. Gençlerin eylemleri salt İmamoğlu’nun diplomasının elinden alınması ve tutuklanmasından kaynaklanmıyor. “Hak, hukuk, adalet” diye haykıran gençler demokrasiye, özgürlüklere, adalete sahip çıkmak arzusuyla meydanlardaydı. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atarken Atatürk sevgisi, özlemi yüreklerindeydi. Otoriter düzenin bugün değilse bile birgün değişeceğine inanıyorlardı. Erdoğan’a “meydan okuma” olarak nitelendirdikleri eylemlerinin baskıcı düzenin değişmesinin yolunu açacağını düşünüyorlardı. Gelecek kaygısı taşıyordu pek çoğu. Eylemlerini partiler üstü olarak görüyorlardı.
Psikolog Dr. Nil Gönce eylemleri şöyle değerlendiriyor:
“Bir toplumun aynası gençleridir. Onların hayalleri, umutları ve öfkeleri, bir ülkenin geleceğine dair en keskin ipuçlarını verir. Son günlerde Türkiye sokaklarında yükselen sesler, sadece bireysel taleplerin değil, bir toplumsal dönüşüm arzusunun da ifadesidir. Gençler meydanlarda, kampüslerde, sokaklarda…
Kimi dans ederek, kimi sanatla, kimi yalnızca durarak ama en önemlisi, düşünerek ve sorgulayarak var oluyor. Bazen Mevlana gibi döne döne anlatıyorlar, bazen bir pankartın ardında sessizce durarak. Bazen sloganlarla, bazen bir bakışla… Çünkü anlatacakları çok şey var. Peki, onları dinliyor muyuz?..”
Gönce’nin ifade ettiği gibi, tarih boyunca en büyük dönüşümler gençlerin sorgulamalarıyla başladı. Sorgulayan zihinler otoriteyi rahatsız eder çünkü sorgulamak, konfor alanlarını sarsar. Gençlik tam da bu yüzden baskılanır, eleştirilir ve çoğu zaman suçlanır. Oysa demokrasinin temel taşlarından biri, eleştirel düşünce ve ifade özgürlüğüdür.
Ancak bugün görüyoruz ki, gençlerin sorularına cevap vermek yerine onları susturmak daha kolay bir yol olarak seçiliyor. Tazyikli su, biber gazı, gözaltılar…
Oysa sorun, bastırarak değil, konuşarak çözülür. Son yıllarda Boğaziçi Üniversitesi protestoları, Gezi Parkı eylemleri ve çeşitli öğrenci hareketleri, gençlerin sadece kendileri için değil, toplumun tüm kesimleri adına ses çıkardığını gösterdi. Gençler bu toplumun düşmanı değil, geleceğidir.
Gençlik sadece öfkeden doğmaz; gençlik umuttan beslenir. Çünkü umut, bir inanç meselesidir. Yarın daha iyi olabilir mi? Adalet sağlanabilir mi? Düşlediğimiz dünya mümkün mü? Eğer gençler bu sorulara “evet” diyorsa, o toplum hâlâ yaşama şansına sahiptir.
Baskıcı yönetimler gençlerin umutlarını ve dirençlerini korumalarından korkarlar. Bugün Türkiye’de beyin göçü oranlarının artması da bunun en somut kanıtlarından biri.… Beyin göçü rakamları (2023’te %65 artış) yalnızca bir uyarıdır: Umudu olmayan gençlik değil, umudu çalanlar kaybeder.
Türkiye’de yükselen bu ses, aslında dünyanın dört bir yanında yankılanıyor. Uzun süredir sessiz olan gençlerin 19 Mart’ı izleyen günlerde sergiledikleri direniş uluslararası toplumun ilgisini çekiyor.
Gençler, büyük ilgi çeken direnişlerini yalnızca sloganlarla değil, şifreli mesajlar, semboller ve mizah yoluyla da ifade ediyorlar. Son dönemdeki protestolarda, gençler sadece “slogan”larla değil, aynı zamanda sembollerle de derin mesajlar veriyorlar. Bu semboller, yalnızca tarihsel ve kültürel bir hatırlatmanın ötesine geçerek, bu topraklarda yaşayanların seslerini, haklarını ve taleplerini yüksek sesle duyurmanın güçlü bir aracı oluyor.

“Eylemci” Pikachu (Fotoğraf: İnternet)
Birçok gencin protestolarında kullandığı yaratıcı pankartlar, kıyafetler ve dans hareketleri, sadece bir eylemin ötesine geçiyor. Gençler, kimi zaman geleneksel sembollerle, örneğin Mevlâna figürleriyle, toplumsal baskılara karşı bir direniş dili geliştiriyorlar. Mevlâna kıyafeti giyip sema figürleri çizen bir genç, tüm medyada viral oldu. Bu genç, protestosunu en renkli şekilde ifade ederken, polis tarafından basınçlı su ile müdahale edildi. Bu sahne, direnişin sanatla nasıl güçlendiğini ve otoritenin şiddetinin nasıl anlamını yitirdiğini açıkça gösteriyor. Geleneksel bir sembolü politik bir mesaja dönüştürerek, “Biz buradayız ve bu toprakların sesiyiz” dediler.
Dr. Gönce şunları söylüyor:
“Semboller, hızlı ve güçlü bir şekilde anlam ifade edebilen araçlardır. Markalar, logolar, sloganlar, renkler ve hatta şekiller yoluyla insanların zihninde belirli duygular ve çağrışımlar uyandırmayı hedefler. Polisin, dans eden bir figüre ‘tehdit’ muamelesi yapması, devletin gücünü sorgulayan gençlerin ne denli yaratıcı bir direnç sergilediklerini ortaya koyuyor. Protestonun sanatla buluştuğu bu anlar, gençliğin susmadığının en renkli kanıtıdır. Sokaklarda dans eden, pankartlar taşıyan ve şifreli mesajlar bırakan gençler, yalnızca öfkeden değil, aynı zamanda umut ve hayal gücünden beslenen bir direniş sergiliyor. Bu, toplumsal dönüşümün sadece başlangıcı değil, aynı zamanda yaşanan baskılara karşı duyulan güçlü bir itirazdır.”
Yarın nasıl olacak bilmiyoruz ama gençlerin sesini kısmak yerine, onları dinleyenler kazanacak. Çünkü bir ülkenin en büyük serveti, ne toprakları ne de ekonomisidir… O ülkenin gerçek gücü, düşünebilen, sorgulayan ve umut eden gençleridir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni gençlere emanet eden Atatürk’ün bu tutumu da gençlerin gücüne inanmaktan kaynaklanmaktır.
Manşet fotoğrafı: Ümit Bektaş-Reuters
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: