Ezenlerden miyim ezilenlerden mi?
Bir yandan ezenlerdenim, bir yandan ezilenlerden… Bir kere erkeğim. Erkek olmanın, istesem de istemesem de, üstünlüklerinden yararlanıyorum. (İşte itiraf.) Çoğunluk olduğum durumlar var ve azınlığa düştüğüm durumlar. En çok azınlığa düşüyorum ama bende de ezen bir taraf var. Ezen tarafını ıslah etmekle de olacak iş değil; çünkü dışarıdaki toplum yapısı değişmedikçe bireyin değişmesi boşa gidiyor. “Devrim bireyde başlar” sözü hiç doğru değil; çünkü toplum bireylerin toplamından öte bir şeydir. Hem, her birey değişene kadar binlerce yıl geçmesi gerekir. Ezen ezileni ezerken, araya girer miyim, müdahale eder miyim? Yoksa “bana ne beni ilgilendirmez” mi derim? Mücadelem, ezen-ezilen olmasın diye, ama tekil olaylarda her zaman araya girdim mi, hayır… Demek ki tutarlı da değilim bu durumda; ezen taraflarım baskın çıkıyor. Ya siz? Kimin tarafındasınız? Ve tutarlı mısınız
Örgüt beni kaçırdı
Latin Amerika turu yaptığım yıldı. Yolum Kolombiya’ya düşmüştü. “Düşmez olaydı” mı demeli bilemiyorum. Bir akşam ıssız bir sokaktan kaldığım eve dönerken, başıma bir çuval geçirildi. Minibüs gibi bir aracın arkasına atıldım. Çok korktum ama yapacak bir şey yoktu. Beni kaçıranları beklemeliydim. Öyle yaptım. Sonunda beni bir eve taşıdılar. Silah zoruyla ellerimi ve ayaklarımı bağladılar. Ağzımı bantlamadılar, “buna da şükür” diyordum içimden. Örgüt üyesi Adán–ki sonradan adının İspanyolcada ‘Adem’ olduğunu fark ettim–gözlerim sarılıyken benimle konuşmaya başladı.
Evet, söylediğim gibi çok korkmuştum ama merak baskın çıkıyordu. “Adán Bey beni niye kaçırdınız? Neden ben?” dedim. Zaten kaçırılmışım ya, son derece kibar olmaya çalışıyorum. Dengeler hassas. “Turistleri kaçırıp örgüt adına fidye alırız.” dedi. “Yani suçum turist olmak mı?” diye yanıt verdim. “Yapılacak bir şey yok; yukarıdan gelen yönergeler bu yönde.” “İyi de ben Amerikalı değilim ki, benim etim ne budum ne… Bizimkiler beni kurtarmak için fidye ödemezler. Hatta belki “oh be bir muhaliften daha kurtulduk” bile diyebilirler. Bir de “teröristle pazarlık olmaz” derler” dedim. Bana oracıkta Kolombiya’da ezilenlerin tarihini anlatmaya başladı. Sonra geldi, geldi, “bugün de işte mücadelemiz sürüyor. Bizi anlamaya çalış” dedi. Turist kaçırmakla haksız duruma düştüklerini anlatmaya çalıştım ama ikna olmadı.
İlerleyen günlerde durum beklediğim gibiydi: Örgüt her yere haber salmıştı. Gel gör ki beni kurtaracak fidyeyi ödeyecek bir Ulu Manitu’nun kulu yoktu. Örgüt karar değiştirmiş, “madem para gelmiyor, en azından hapisteki bir üyemizle bunu takas edelim” dediler. Ama o da olmadı. Hangi hükümet beni kurtarmak için çaba gösterirdi ki… “Baştan yanlış kişiyi seçtiniz” dedim Adán’a ama yine ikna edemedim. Bir gün bana hiçbir şey söylemeden çuvalı kafama geçirdiler ve beni kaçırdıkları yere geri bıraktılar. En azından tutarlı insanlardı… Şimdi düşünüyorum da onlar mı beni kaçırmıştı ben mi onlara kaçmıştım tam da çıkaramıyorum. Ama gerçek şu ki bana iyi baktılar. “Yine de bir saygınlığım varmış” diye avunuyorum. Bence siz de Kolombiya’ya turist olarak gitmeyin, hadi gittiniz, karanlıkta ıssız sokaklarda dolaşmayın. Resmen aranıyormuşum…
En mutlu çocukluk anım
Tek bir mutlu çocukluk anım yok. Darüşşafaka’nın Fatih’teki eski yerleşkesinde geçirdiğimiz yıllar ömrümün en mutlu yıllarıymış, sonradan anladım. Yeni yerleşkeye hâlâ alışamadım. Eski yerleşkenin bir ruhu vardı. Çok fazla anı biriktirmiştik. Çocukluktan gelen neşeyle derslerin ciddiliği sürekli çarpışıyordu. Hepsinden ötesi, yatılı olmaktı. Artık burası gerçekten bir yuvaya dönüşmüş oluyordu. En iyi arkadaşlarınla aynı evde kalıyorsun, hem de birkaç gün değil, yıllarca… Sayısız kez top oynadık futbol sahasında, arkadaki basket sahalarında. Hopladık zıpladık koştuk. Okulda oynadığımız oyunlar… Evet, en mutlu anlarımız onlardı. Şimdi ne oyunlar eski oyun ne yerleşke eski yerleşke ne de biz eski biziz. Doğru zamanda doğru yerde doğru kişilerdik. İşte mutluluğun anahtarı…
Uzaylılar aramızda
Filmdi gerçek oldu. İster inanın ister inanmayın. Uzaylılar aramızda. Her şey 20 yıl önce başladı. Zombileşir gibi uzaylılaştı kimileri… Virüs mü vardı, bir genetik değişim mi şimdi bilemedim. Açın hâlinden anlamaz oldular, anlamaz oldular yoksulun hâlinden. Mülklendiler çok ama çok… Çocuklarını yurt dışına gönderebilecek kadar… Onlar da kendileri gibi uzaylı olsun diye… Gemicikler, oteller, madenler, derken bütün bir ülkeyi satın aldılar. O zaman anladık uzaylı olduklarını, ama her şey için çok geçti. Bizim ülkemizi alıp kendi ülkeleri yapmaya yeminlilerdi. Kurucularla sorunları vardı; gerçek kurucuların kendileri olduğunu ileri sürdüler. Böyle böyle egemen oldular koca bir ülkeye tüm birikimlerine karşın. Fabrikaları ve ne varsa kazanım adına, hepsini sattılar. Şimdi bir olasılık daha var, onlardan kurtulmak… O zaman uzay mekiklerine atlayıp gidecekler; mekikleri hazır bekliyor öyle ‘kara’ bir gün için…
Vietnam yemekleri
O muz çiçeği salatalarını, o ham mango salatalarını, o papaya salatalarını unutamadım. Pirinç yaprağına sarılı sarmaları, muz yaprağına sarılı pirinç yemeklerini, acı kış karpuzu adındaki sebzenin dolmasını unutamadım. Türkçeye henüz çevrilmemiş o tatları, soslu sebze haşlamalarını, et haşlamalarını, o tropikal sebzelerin rengarenkliğini unutamadım. Taro çorbası, ananaslı ekşili balık çorbası, bin bir çeşit erişte çorbasını unutamadım. Çeşit çeşit pirinç yemeğini, balığın ve deniz ürününün en tazesini, o kendine özgü hoş kokulu çayları unutamadım.
ulasbasar@gmail.com