Olga Ocaklı PhD
Doğduğunu, yaşadığını ama bir gün ömrünün sona ereceğini bilmek insana özgüdür. Diğer canlılar gibi insan da hayatta kalma ve soyunu devam ettirme içgüdüsüyle doğar ama aynı zamanda mutlu olma bilincine de sahiptir. Milyonlarca yıllık evrimi boyunca insan, muhtemelen öleceğini bildiği için yaşamın anlamını ve kendini bilme arayışı içinde olmuştur.
İnsan, ölümle ilişkisini somut olarak görselleştirmekten kaçınır ve ölmeyecekmiş gibi davranmayı yeğler. Bu yüzden olabildiğince mutlu olmaya çalışır ve “ben varken ölüm yok, ölüm varken ben yokum, yaşamın tadını çıkarayım” der. Ancak asıl yanılgılarımız, yaşamın tadını çıkarmanın ve keyif almanın mutluluk olduğunu düşündüğümüzde ortaya çıkar.
Tarihte pek çok düşünür, insan gelişiminin temel amacının her zaman kendini tanımak, öz farkındalık geliştirmek olduğunu yazmıştır. Doğu’dan Batı’ya neredeyse tüm kadim uygarlıklar kendini tanıma ile yanılsamalardan kurtulma arasındaki ilişkiyi vurgulamıştır.
Bununla birlikte çok az sayıda insan inandığı bilgilerinin yanıltıcı olabileceğinden şüphelenir. Alacakaranlıkta bahçedeki kıvrılmış ipin yılan olduğunu sanmak göz aldanması olsa bile, bunun yılan olup olmadığından kuşkulanmamız gerekir. Var olan ve var olduğu varsayılan tüm varlıklar hakkındaki düşüncelerimiz göreceli algımızın bir sonucudur.
Vedanta öğretisine göre, öz farkındalık geliştirme girişimi yalnızca bilincin alt katmanlarında neler olup bittiğini ve davranışları neyin tetiklediğini bilme isteği değildir. Ya da yaşam ve dünya hakkındaki değer yargılarını, düşünce kalıplarını ve dogmaları analiz etme ve yönetme arayışı da değildir.
Bu arayış, dünyevi yanılgıların perdelediği gerçekleri ve bireysel yaşam amacımızın kodlarını bulma yolculuğudur. Bir başka deyişle, egonun severek kucakladığı tüm kimliklerin ötesinde, kimliksiz öz benliğin gerçek doğasını anlama çabasıdır.
Esasında her birey biliş yetisini kullanarak örneğin, ego ile öz benlik arasındaki ayrıma ilişkin farkındalığını artırabilir. Sürükleyici tutkulara karşı direnebilir ve anın farkındalığını yakalayabilir, böylece yaşamı anlamlı kılan değerleri ve yaşamın amacını anlama yolunda ilerleyebilir.
Günümüz popüler kültüründe “akışa bırakmak” söylemi oldukça yaygındır. Akışa bırakmak iyidir, ancak fazla bırakınca içsel yolculuk yapmak için konfor alanımızdan çıkamayız. Oysa içimizdeki açığa çıkmamış potansiyeli tanımak için konfor alanından çıkabilmemiz gerekir.
Kuşkusuz her birey kendi iç derinliğinde kalıcı mutluluğu anlama ve gerçekleştirme potansiyeline sahiptir. Doğayla uyumlu bir yaşam ve beslenme biçimi sürdürmek, temiz düşünceler, temiz duygular ve temiz eylemler üreterek bu potansiyeli gerçekleştirmemize yardımcı olur.
Ancak, öz farkındalık arayışında aklı yanıltan verilerin tümü, duyu kanallarımızın dış dünyayla etkileşimine dayanmaktadır. Dışardan algılanan veriler, ne yazık ki egoyu doyumsuz tutkularla büyütmekten başka bir iş görmüyor. Biz ne yalnızca egoyuz ne de yalnızca bedeniz.
Beden, bellek, duyu sistemi gibi özünde atıl, hareketsiz, duyarsız olan bileşenler, işleyebilmek için ikinci bir ilke olarak “Öz’e” gerek duyarlar. İşte bu “Öz” ego değildir. Ego diye bilinen benliğin arkasında bir öz benlik var. Yunus Emre’nin dediği gibi “bir ben vardır bende, benden içeri”.
Ego, gözlem veya duyusal deneyimlere dayalı olarak bilince yansıyan ve gene bu yansılarla doğrulanabilen bir olgudur. Buna göre ego, fenomenal dünyanın kimliklerinin gerçek olduğuna ilişkin yanılsama içindeki öznedir.
Ego yanılsamasının kimliğimiz olmasına izin vermek öz benliğimizi tanımayı engeller. Egonun yanılgıları gerçek doğamızı ve çevremizdeki dünyanın gerçek doğasını örten birer sis perdesi gibidir. Öz benlik ise duyusal deneyimler ve kimlikler üstü konumuyla yanılmayan gerçek doğamızdır.
Öz benliğimizi kavrama uğraşımız varoluşumuzun gerçek amacıdır, ancak yanılgılarımız nedeniyle bunun da farkında olamayız. Duyumsanan dünya, bir filmin perdedeki görüntülerine benzetilebilir. Oyuncular gerçektir ama aslında yalnızca birer görüntüdür. Arka planda sabit ekran (öz benlik) olmadan film (ego) görüntüsü var olamaz.
Gözümüz kendini başka hiçbir türlü değil ancak aynada görebilir. Aynaya baktığınızda ise görüntü ters döner ve sol gözümüz sağ yanda görünür. Hal böyleyken aynadaki görüntü benimdir deriz ama gerçekliği aynadaki yansıyla karıştırmayız.
Ego konsepti ayna örneğine benzer çünkü ego da dünya ile öz benliğimiz arasındaki bir dış yansı gibidir. Eğer aynada bir ego görüntüsü varsa bile ben o değilim, sonuçta egonun yüzü dışımızdaki dünyaya dönüktür.
Beş duyu organımız aracılığıyla algılanabilen her tür varlığa ve zihninizde bir fikir uyandıran her olguya ilişkin veriler bizi yanıltma potansiyeli taşır. İnsan, yaşamın aldatıcı görünüşlerle dolu dünyevi döngüsünden ancak farkındalığın ve bilginin ışığı sayesinde özgürleşebilir.
Evrene gerçekliğini veren arı bilinç, değişen dünyanın arka planındaki değişmeyen gerçekliğin doğasıdır. İçinde yaşadığımız şu mekân ve zaman diliminde, deneyimleyebileceğimiz en büyük aldanma fiziksel bedenin ben ya da benlik olduğu yanılgısıdır. Beden, öz benlik tarafından geçici olarak giyilen bir elbisedir.
Öz benlik bedenin bir parçası, ürünü ya da özelliği değil, evrenin özü olan arı bilincin içimizdeki bileşenidir. İnsan, bilinci olan bir beden değil, bedeni olan bilinçtir.