M. Hakkı Yazıcı (mhyazici@yandex.ru)
Sabah işe gitmek için vapura biniyorum, çok uykuluyum.
Uyur, uyanık arası bir haldeyim.
Bir ara tereddüde düşüyorum.
“Yoksa ben yanlışlıkla Ada vapuruna mı bindim?”
Vapurdan Karaköy İskelesi’nde iniyorum. Meğersem hala Rıhtım Caddesi’nde Nesli Han’da çalışıyormuşum.
İçimden diyorum ki “akşam biraz erken çıkayım. Dönüşte Kadıköy Çarşısı’ndan taze balık alayım, artık mevsimine göre ne varsa… Biraz da yeşillik.”
Tavada mı yapsam, yoksa ızgarada mı?
Akın’ı, Ural Abiyi de çağırayım.
Bir uyanıyorum ki toplantıya geç kalmışım.
MTSK’da bir ilave tur atmışım.
Bilmeyenlere açıklama: MTSK Moskova’da bir elektrikli tren ring hattı…
Hiç inmezsen akşama kadar dön baba dönersin.
Gördüğünüz üzere gerçekler soğuk Moskova sokaklarında, hayaller ise hala Kadıköy çarşısında.
Gurbetçilik böyle bir şeymiş işte.
Boşuna değil gurbetçi edebiyatının çok güçlü olması.
Neyse akşam oldu, eve döndüm; merdivenlerde kadim apartman komşum, sevgili dostum Vladimir İvanoviç’i gördüm.
Hayli düşünceli.
“Hayırdır saset (komşu)?”
“Yahu sorma!”
Vladimir İvanoviç, sıkıntılı halinin sebebini anlatıyor:
“Bugün bankada sıra bekliyorum, numaram 690.”
Rusya’da kuyruklu yaşam hala hükmünü sürüyor. “’Kto pasletniy’, yani sıradanın sonundaki kim?” diye soruyor her son gelen.
Neyse ki artık sıra numaralarını, talonçik veren makinalar var. Kuyruk kavgaları daha az oluyor.
Vladimir İvanoviç devam ediyor:
“Herkes işini bitirip giderken bana bir türlü sıra gelmiyor. Yaklaşık 30 dakika bekledikten sonra elimdeki fişe bir daha bakıyorum. Bir de tersten okuyorum. Numaram meğer 069 imiş… Haydaaa!
Sıram çoktan geçmiş, yeniden sıra numarası alıyorum ve işim beş dakikada bitiyor.
İyice yaşlandım mı ben, ne?…”
“Yahu, boşuna dertlenme, bak bana da bu sabah benzer bir şey oldu,” dedim, MTSK’da nasıl uyuyup kaldığımı, ineceğim yeri kaçırdığımı anlattım.
“Gel bize, mutfakta bir kahve içip, dertleşelim,” diyor.
Hiç nazlanmıyorum.
***
Oluyor bazen böyle dalgınlık, karışıklık halleri…
Benim bu uykulu dalgınlık halim sırasında okuduğum gülünç denilebilecek bir gazete haberini hatırlamıştım; onu da anlatıyorum Vladimir İvanoviç’e.
Geçenlerdeki bir gazete haberine göre Rusya’dan bir turizm acentesine bir turist grubu için Madrid’e gitmek üzere talep geliyor. Acente yanlışlıkla Madrid yerine isim benzerliği nedeniyle İstanbul aktarmalı Mardin bileti kesiyor. Tabii ki müşteriler Mardin’e geldiklerinde beklemedikleri bir sürprizle karşılaşıyorlar; Madrid yerine Mardin’e geldiklerini ancak havalimanında fark ediyor ve hayretler içinde kalıyorlar. Fakat turistler çok iyi ağırlanıyorlar. Bu karışıklığa rağmen Mardin’i beğeniyorlar ve çok güzel bir gün geçiriyorlar. Turistler, ertesi gün kentten ayrılarak, İstanbul aktarmalı bir Madrid uçağına biniyorlar. Böylece yanlışlık telafi ediliyor.
Haber hoş, ancak yine de karışık bir durum var.
Rusya Turizm Acenteleri Birliği Başkan Yardımcısı Aleksan Mkrtçyan, Rus turistlerin Madrid yerine Mardin’e getirildiklerine ilişkin Türk medyasında yayınlanan haberleri yalanlamış.
Mkrtçyan, Sputnik haber ajansına yaptığı açıklamasında, “Bunun yalan haber olduğunu öğrendik. Böyle bir şeyin olması mümkün de değil,” demiş.
Mkrtçyan, “Herhalde birileri reklam yapmak istedi,” diye sözlerini sürdürmüş.
Neyse, reklamın kötüsü olmaz deyip, yine de ilginç, eğlenceli bir haber olduğunun hakkını verelim.
Bu haberi anlatırken bir arkadaşımın anlattığı başka bir olay daha aklıma geliyor.
Meğer İstanbul’da üniversitede okuyan Kenyalı siyahi bir genç ailesine mektup göndermiş, mektup önce yanlışlıkla bizim Konya’ya gitmiş, sonra yanlışlık anlaşılınca mektup posta merkezine geri gelip, yoluna devam etmiş.
Oluyor bazen…
Tabii ki yanlışlıkların, sıkıntılı hallerin mutlaka geçerli sebepleri oluyor.
Düşünceli, keyifsiz bir şekilde ortalıkta dolaşıp duruyorsunuz.
***
“N’olucak bu dünyanın hal ve gidişatı?” diye kafadan soruyorum Vladimir İvanoviç’e.
“Dünyanın değil, kozmosun,” diyor. “Dert çok sen hangisinden bahsediyorsun?”
Başlıyoruz içinden çıkılmaz gözüken sorunları sıralamaya…
Çok zor bir durumla karşı karşıyayız.
Bu zorlukları nasıl göğüsleyeceğiz?
Pandemi, açlık, yoksulluk, iklim değişikliği, Ukrayna’daki sorun, enflasyon…Vesaire…
Dünya ısınıyor, seller, kuraklıklar ve orman yangınları daha yaygın hale geliyor.
“Ne yapmalı?”
“What is to be done?”
“Şto delat?”
Adına gönlünüzün istediği hangi adı koyarsanız koyun mevcut dünya düzeninin ağaları, sadece yoksulların üstünden geçinip, servetlerine servet katmakla da kalmayıp, üzerinde yaşadığmız güzelim gezegenimizi de artık yaşanamayacak bir yere çeviriyorlar.
Onların umurunda değil, gelecek nesilleri ve hatta kendi torunlarını bile düşünmüyorlar.
Cinnet düzeyinde bir hırsları var.
Kapitalizmin sınırsız kâr talebi gezegeni mahvediyor.
Çaresi?
Bu adamlardan kurtulmak mı?
Yahu, nedir bu insanların paylaşamadığı?
“On dokuzuncu yüzyılda sorun, ‘Tanrı’nın ölmüş’ olmasıyken; yirminci yüzyılda ‘insanın ölmüş’ olmasıdır,” demiş Erich Fromm.
Ömrünün önemli bir kısmını geçen yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Vladimir İvanoviç, oflayarak “Daha 21. yüzyı’ın birinci çeyreği bitmeden neler neler yaşadık, bakiyesinde neler göreceğiz kim bilir?” diyor.
“Ümitsiz misin?” diye soruyorum.
“Asla!” diyor.