Hazal Yalın (ydh.com.tr)
Eğer Ukrayna’da aklıselim çıkmazsa veya çıktığı takdirde de hayata geçme imkânı bulamazsa, Donbass üzerinden sınırlı bir savaşın olanca genişleme potansiyeliyle birlikte giderek kaçınılmaz hale gelmekte olduğunu düşünüyorum. Bir dizi faktör beni böyle düşünmeye zorluyor:
1) Emperyalist sistemin hegemonya krizinden son yıllarda sıkça söz ediliyor. Ben, bu kavramın belirsiz ve çoğunlukla yanlış kullanıldığı kanısındayım. Bir kriz yaşandığı ortada, ancak bu emperyalist kampta bir altüst oluşu gerektirecek veya buna yol açacak şiddette değil. Başka deyişle kriz, halen aşılabilir bir noktada, zira emperyalist troykada ABD hegemonyası sarsılmaksızın devam ediyor. Bununla birlikte ABD, Rusya nezdinde uzlaşmaz, teslim olmaz ve en azından belli bölgelerde tayin edici yeni bir güç odağının ortaya çıkmasına, çok kutupluluğa teslim olamaz.
2) Ukrayna krizi, sadece Rusya’dan ibaret değil. Bu kriz, ABD müesses nizamının Trump döneminde Almanya ile gümrük savaşında açıkça ortaya çıktığı gibi, emperyalist kamp içinde müttefiklerini hizaya çekmeyi de amaçlıyor. ABD, Almanya’yı Rusya ile düşman bir kampa girmeye itiyor, zira Almanya’nın sanayi sermayesine haddini bildirmek zorunda.
3) Bir süre önce Twitter mesajlarımda, eski Almanya Başbakanı Schröder’in bu savaştaki rolüne değinmiştim. Schröder, Rosneft ve Gazprom yönetimlerinde olmasından başka Kuzey Akım-2 hissedarlar kurulu başkanı; sabık başbakan, Almanya’nın sanayi sermayesinin menfaatlerini kendisinde cisimleştiriyor. Bu sermaye, artık sadece kendi enerji ihtiyaçları gereği değil, yayılmasının önüne ABD tarafından set çekilmesini önlemek için de gerilimi düşürmeye çalışıyor. Ne var ki bunu başarması mümkün değil.
4) Bu imkânsızlık, daha iki yıl önce Avrupa ile Çin arasındaki ortak yatırım anlaşmasının (Alman sanayi sermayesi için hayatiydi) Avrupa Parlamentosu kararıyla dondurulmasında açıkça ortaya çıkmıştı. Almanya, o zaman da açıkça aşağılanmakla kalmamış, troykanın hegemonu ABD tarafından gerisin geri oturtulmuştu.
5) Bu ortaklık, o sırada gücünün doruğundaki Merkel iktidarına rağmen gerçekleşemedi. Alman sanayi sermayesinin bugün kendi bağımsız menfaatlerini Yeşiller’in iktidar ortağı olduğu bir siyasi kombinezonda hiç değilse kısa vadede gerçekleştirmesi, bütünüyle imkânsızdır. Bugün, Avrupa’nın en büyük savaş kışkırtıcısı partisi olan Yeşiller ile ABD’nin demokratları ve İngiltere’nin sağı solu birbirinden farksız yönetici eliti arasında tıpkı Yugoslavya’nın yok edilmesinde olduğu gibi bir ittifak mevcuttur.
6) ABD, sadece Almanya’yı değil, bir bütün olarak Avrupa’yı da Scholz nezdinde düpedüz aşağılıyor. Açıkçası Avrupalıların da mazoşist bir ruh haliyle Demokratlar-Yeşiller-İngiliz elitleri ittifakının kuyruğunda amaçsız bir sinek gibi salındığı anlaşılıyor.
7) Bunlar, çatışmanın emperyalist blok açısından kaçınılmaz zaruretini gösteren başlıklar. Elbette, Rusya ile Çin arasında bir ittifak kurulduğu ve bu durumun, emperyalist troykanın orta ve güneydoğu Asya egemenliğini sarsmaya devam edeceği ileri sürülebilir. Ancak ben bu kanaatte değilim. Rusya ve Çin arasındaki ilişkiler, gerçek bir ittifak değil ancak bir stratejik ortaklıktır. Putin’in Pekin olimpiyat oyunlarına gitmeden önce yayınlanan makalesinde de ilişki bu şekilde anılmıştı. Bu ilişkinin ittifaka dönüşmesi, Çin’in yapısal kırılganlığı nedeniyle, yakın vadede çok olası görünmüyor.
8) Çatışma hazırlıkları emperyalist medyanın dilinde, diplomasinin dilinde, hatta Batılı ve Batı merkezli akademisyenin dilinde açıkça görülüyor. Ukrayna’nın ülkelerini emperyalizme pazarlamış ve Neonazi şebekeleriyle koalisyon halinde (sözüm ona) yöneten elitinde hâlâ aklı başında olan varsa, yarattıkları ortamın nasıl bir felakete gebe olduğunu görüp müttefiklerini aklıselime davet edebilirler; ancak bu davetin üçüncü sınıf bir farstan farksız olduğu da aynı açıklıkta görülüyor.
9) Donbass’taki AGİT heyetinin bugün zırhlı araçlarını bile geride bırakarak adeta kaçarcasına misyon merkezlerini terk etmeleri, provokasyonun adımlarının planlı şekilde atıldığını gösteriyor.
10) Rusya, Ukrayna’nın NATO’ya alınması halinde Rusya ve Ukrayna, dolayısıyla meşhur 5. madde yüzünden Rusya ile NATO arasında bir savaş olasılığını ve nükleer silahlarını da zikrederek, kararlılığını büyük bir açıklıkla gösterdi. Bununla birlikte gerilimin ilk günlerinde, ABD’nin Nixon doktrinini hortlatmaya kalkabileceğini düşünmüş müydü, doğrusu bundan emin değilim.
11) Donbass’ta 2014 ve 2015’te olduğu kadar veya ondan biraz daha şiddetli çatışmalar beklenebilir. Bu süreç belki de Donbass cumhuriyetlerinin Rusya tarafından tanınmasıyla sonuçlanacaktır. Bununla birlikte NATO’nun (ve bileşenlerinin) çatışmaya doğrudan katılmaları, herhalde sıfıra yakın bir ihtimaldir. Ancak zaten çatışmanın amacı Rusya’yı askeri olarak yok etme hedefi güdemez; Nixon bile kazananı olmayacak bir savaşa girmeye cesaret edemezdi. Olası bir çatışma, Rusya’yı derin bir krize batırmaya yönelik yaptırımları uygulamaya sokmayı; böylece zikredilmeyen düşman olarak Almanya’yı da dize getirmeyi amaçlar. Gene de, siyasi sonucu öylesine belirsiz bir çatışma ki bu, neye evrileceğini kestirmek pek mümkün değil.
12) Bu dehşet verici tabloda en önemli rolü medyanın oynadığı söylenirse, hiç abartma olmaz. Bu, daha önce bir başka vesileyle daha değindiğim gibi, bana 1939’u hatırlatıyor. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Halifax, 19 Mayıs 1939’da Londra’daki Nazi büyükelçisi Dirksen’le görüştü. Dirksen görüşmede Halifax’a “bir basın ateşkesi” teklif etti. Halifax cevaben, Nazi hükümetinin bunu yüzde 100, Londra hükümetinin ise yüzde 75 yerine getirebileceğini söyledi. Bugün, “demokrasi” ve faşist diktatörlük arasındaki fark, bu meyanda, tıpkı 1939’da olduğu gibi, bir nitelik farkı olmaktan çıkmış, yüzde 25’lik, hatta çok daha az bir nicelik farkı haline gelmiştir. Dahası, 1939’da faşist diktatörlük sadece Nazi basınını kontrol ederken bugün troyka dünya basınının tamamına yakınını kontrol ediyor.
Yazının orijinali için tıklayın