Erich Maria Remarque’ın o meşhur romanının adını hatırlarsınız: “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok.”
Şu sıralar Ukrayna meselesine baktığımızda, görünürde kaos olsa da, aslında senaryonun “yeni” bir evresine değil, sadece aktörlerin kostüm değiştirdiği bir perdeye şahitlik ediyoruz.
Hatırlayacaksınız, Alaska Zirvesi öncesinde ortalık toz dumandı. İşte o toz dumanın arasında, Trump’ın “özel adamı” Steve Witkoff sessiz sedasız Moskova’ya inmiş ve Putin’in önüne bir barış planı koymuştu. Kremlin’in “görüşülebilir” bulduğu bu taslak, Alaska’daki o görkemli Trump-Putin buluşmasının da anahtarıydı aslında. Trump’ın Putin’i beklenmedik bir sıcaklıkla karşılaması, kameralara yansıyan o gülücükler… Hepsi bu “arka kapı diplomasisinin” meyveleriydi.
Ancak diplomasi, sadece iki liderin el sıkışmasıyla bitmiyor. Alaska’dan yüzler gülerek ayrılsa da, Washington’a dönüşte hava bir anda değişti. Trump, bir “başöğretmen” edasıyla Zelenski’yi Beyaz Saray’a çağırdı. Tabii Avrupalı liderler durur mu? “Aman bir oldu bittiye gelmeyelim, Ukrayna’yı Trump’ın masasında meze yapmayalım” telaşıyla topluca Washington’a uçtular.
Trump’ın niyeti belliydi: Hepsini bir odaya tıkıp, kendi şartlarını dikte etmek. O meşhur “Deal” (Anlaşma) yeteneğini konuşturup, herkesi köşeye sıkıştırmak. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. O toplantıda işler sarpa sardı, Alaska’nın o ılıman havası bir anda dağıldı. Trump, istediğini alamayınca bildiğimiz Trump’lığını yaptı; faturayı Putin’e kesti, yeni yaptırımları masaya sürdü.
Fakat asıl ilginçlik burada başlıyor. Tam “ipleri koptu” derken, geçen hafta Zelenski’nin Türkiye’de Steve Witkoff ile görüşeceği açıklandı. Demek ki arka kapılar hâlâ açık.
28 maddelik “Trump egosu”
Kulislerde dolaşan bilgilere göre, tıpkı Gazze planı gibi, Ukrayna için de 28 maddelik bir metin var. 21 Kasım’da Putin de nihayet ağzındaki baklayı çıkardı ve bu planın varlığını teyit etti. Hatta “Nihai barış anlaşmasının temeli olabilir” diyerek yeşil ışık yaktı.
Putin’in açıklamaları çok manidar. Diyor ki; “Biz metni gördük ama detayları tartışmadık. Çünkü ABD, Ukrayna’yı ikna edemedi.” Ve ekliyor: “Eğer Kiev ve Avrupalı savaş çığırtkanları reddederse, Kupyansk’ta yaşananlar cephenin diğer yerlerinde de kaçınılmaz olur.” Yani tercümesi şu: “Ya bu planı kabul edersiniz ya da sahada sizi bitiririm.”
Gelelim işin en “eğlenceli” kısmına… Trump’ın 28 maddelik planının detaylarına baktığınızda, bunun bir barış planından ziyade, Trump’ın ego tatmin belgesi olduğunu görüyorsunuz.
Özellikle üç madde var ki, okurken insanı acı acı güldürüyor.
Madde 4: “ABD’nin arabuluculuğunda Rusya ile NATO arasında bir diyalog gerçekleştirilecektir.”
Yahu, NATO dediğiniz yapının patronu zaten ABD değil mi? ABD, kendisinin yönettiği bir örgütle Rusya arasında “tarafsız arabulucu” mu olacak? Buna kargalar bile güler ama Trump ciddiyetle bunu metne koydurmuş.
Ve asıl bomba, Madde 27:
“Bu anlaşma yasal olarak bağlayıcı olacaktır. Uygulaması, Başkan Donald J. Trump başkanlığındaki Barış Konseyi tarafından izlenecek ve garanti altına alınacaktır.”
Görüyor musunuz? Birleşmiş Milletler yok, AGİT yok, uluslararası hukuk yok. Ne var? “Donald J. Trump başkanlığındaki Barış Konseyi.” Adam kendini dünyanın CEO’su atamış durumda. İhlal olursa cezayı da bizzat o kesecekmiş.
Bu planın Alaska sonrası güncellendiği söyleniyor. Belli ki Trump, Zelenski’ye de bir ömür biçmiş: 100 gün. “100 gün sonra seçim” diyor. Yani Zelenski’ye “Ya bu planı imzala sandıkta git” veya başka türlü gidersin mesajı veriliyor.
Sonuç olarak; Ukrayna cephesinde silahlar susabilir ama Trump’ın egosu konuşmaya devam edecek gibi görünüyor. Avrupalıların “stratejik yenilgi” hayalleri ile Trump’ın “Nobel Barış Ödülü” hayalleri arasında sıkışıp kalan ise yine Ukrayna halkı.
Bu defa, bir kez daha, Ukrayna cephesinde yeni bir şey var mı acaba diye umutlanıyoruz. Bekleyip göreceğiz, ama bu “Barış Konseyi” fikrine gülmemek elde değil…
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
