“Olan sivillere oluyor. Filistinli olsun, İsrailli olsun nice masum insan ölüyor bu çatışmada. Yazık, çok yazık” diyordu bir yakınım iki yıl önce TV’de Gazze’de yaşanan dehşet verici görüntüleri hüzünle izledikçe. İki yıl boyunca Gazze’de yaşanan görüntüleri her izledikçe ben de hüzün içinde yıllar ötesine gidiyordum.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 1974 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Arafat’ın yaptığı konuşmayı anımsıyordum. Arafat, hınca hınç dolu Genel Kurul salonunda tüm dünyaya seslenmişti: “Yalvarıyorum size. Elimdeki zeytin dalının düşmesine izin vermeyin.” Yıllardır baskı altındaki halkının özgürlük mücadelesini uluslararası topluma anlatmaya çalışıyordu FKÖ lideri. Tüm dünya ayakta alkışlıyordu Arafat’ı, İsrail hariç…
Yıllardır Filistin- İsrail sorununa kalıcı, adil bir çözüm bulunması amacıyla sayısız girişimler oldu. Barış süreçleri denendi. Tümü başarısız kaldı. Arafat’ın yere düşen zeytin dalını kaldıran olmadı. Zamanla dünya dengeleri değişti. O yıllarda uluslararası toplum içinde ağırlığı olan Arap ülkeleri bu ağırlığını kaybetti.
Arafat’ın ölümünden sonra Filistinliler arasında liderlik yarışı başladı. Filistin’de 2006’da parlamento seçimlerini kazanan Hamas, 2007’de Gazze Şeridi’ni yönetmeye başladı. Hamas’ı terör örgütü olarak gören İsrail de Gazze’yi ablukaya aldı. 1987’de İsrail’e karşı başlatılan ilk “intifada”da sesini duyuran Hamas, 7 Ekim 2023’te İsrail’e düzenlediği saldırı ile uluslararası gündeme oturdu. Filistinlilerin Filistin sorununda tekrar özne olmak amacıyla düzenlendiği anlaşılan 7 Ekim saldırısını değerlendirebilmek için Filistin halkının o günlerdeki ruh halini göz önünde tutmak gerekir.
Öncelikle İsrail’in 2. Dünya Savaşı’nın ardından nasıl kurulduğunu, Filistinlilerin topraklarından nasıl sürüldüğünü, mülteci durumuna düştüğünü hatırlamak gerek. Filistinlilerin 1947-1948’den itibaren maruz kaldıkları yoksullaştırmayı, etnik temizlik, sürgün ve işgalle birlikte değerlendirmek gerekir. Gazze Şeridi’nin yıllardır işgal ve abluka altında olduğunu, Gazze’de 2 milyonu aşkın insanın son derece kötü şartlarda yaşadığını hatırlamak gerekir. Sorun, sosyoekonomik siyasi yönleriyle son derece güç bir sorun. Süregelen ve 7 Ekim 2023’ten sonra yoğunlaşan çatışma ortamında yıllardır on binlerce Filistinli hayatını kaybetti. Milyonlarca insan mülteci durumuna düşürüldü. Bu koşullarda işgale karşı farklı mücadele yöntemleri farklı gruplarca benimsendi.
“7 Ekim saldırısı yeni bir barış sürecinin başlangıç noktası olabilir mi?” sorusu iki yıldır sıkça soruluyordu. “Yerlerde sürünen Arafat’ın zeytin dalını eğilip yerden almaya çalışanlar olur mu?“sorusuna yanıt aranıyordu. Filistin sorunu, uluslararası toplumun yeniden gündemine girmişti. İsrail’deki yönetimin saldırıyı fırsata çevirme gayretinde olduğu, Hamas’ı yok etmek, Gazze’deki Filistinlileri sürmek niyetinde olduğu görülüyordu..
İsrail’in frenlenebilmesi için uluslararası toplum devreye girdi. Çatışmaların hafiflemesi, ateşkesin gerçekleşmesi amacıyla diplomasi devreye girdi.. Yıllar yılı çözülemeyen bu karmaşık sorunun çözüm yolları tekrar araştırılmaya başlandı.
Bir iki istisna dışında, uluslararası toplum tarihte çile çekmiş, çalışkan, çölde mucizeler yaratmış, pek çok alanda başarılara imza atmış öz güveni yüksek, demokrat ve bu bölgede var olma çabası veren İsrail halkının devlete sahip hakkını tanıyor. Ancak uluslararası toplum aynı şekilde çile çekmiş, mücadele vermiş Filistinlilerin de bir devlete sahip olmaları gerektiğini savunuyor ve bölgede kalıcı, adil bir barışın gerçekleşmesini diliyor. Türkiye de bu saflarda.
“Gazze’de izlenen politika isabetli mi?” başlığı ile 25 Eylül’de bu köşede yayınlanan yazımın sonunda şöyle demiştim:
“Batılı ülkelerin maddi ve manevi desteği ile ayakta kalan İsrail’e bu savaşın askeri, ekonomik, sosyal, iç ve dış politika vs. açısından maliyetinin giderek artması göz ardı edilmemeli.Bu durumun Trump ve Netanyahu’nun bölgedeki hesaplarını etkileyebileceği de göz ardı edilmemeli. Bu koşullarda Ankara bölgeye yönelik politikasında yeni bir ayarlama, gözden geçirme yapar mı, bekleyip göreceğiz.”
Bekleyip gördük. ABD yanına Türkiye, Mısır ve Katar’ı alarak bir barış girişimi başlattı. Önde gelen Avrupa Birliği ülkeleri, İngiltere, Kanada ve her daim Batı’nın yanında yer alan Körfez ülkeleri ile Ürdün, Azerbaycan, Pakistan ve Endonezya bu girişime destek oldu. İki yıl boyunca İsrail’in Gazzelilere yönelik saldırılarını göz yuman Batılılar, bu kez Hamas’ı ateşkese ikna etmek için bölgede sözü geçen İslam ülkelerinin kapısını çalmışlardı.
Hamas’ı iknaya yönelik başta Mısır, Katar ve Türkiye bazı İslam ülkeleri yoğun çaba harcadı. İsrail de kendisine her daim destek olmuş başta ABD, Batılı ülkelerin baskılarına maruz kaldı. Gazze’deki savaşı sona erdirmeye, Orta Doğu’da barış ve istikrarı güçlendirmeyi ve bölgesel güvenlik için yeni bir sayfa açmaya yönelik bu çabalar ABD Başkanı Trump’ın ağırlığını koyması ile sonuç verdi.
Gazze’deki ateşkes anlaşmasına son şeklini vermek amacıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump’ın da aralarında bulunduğu 20 dünya liderinin katılımıyla Mısır’da 13 Ekim’de “Barış Zirvesi” düzenlendi. Gazze’de barışın sağlanması amacıyla önemli adımlar atıldı. Türkiye, ABD, Mısır ve Katar Gazze için “Niyet Belgesi” imzaladı.
Trump, Mısır’daki tarihi imza töreni sonrası: ‘‘Orta Doğu’da barışa ulaştık. Gazze’de savaşı hep birlikte bitirdik. Gazze’de yeniden inşa başlıyor” açıklamasında bulundu. “Trump show” görünümündeki imza töreninde ABD Başkanı, Erdoğan dahil sürece destek olan herkese teşekkür etti. Değişik ölçülerde övgüler yağdırdı.
Gazze’deki savaşın sona ermesindeki rollerinden ötürü ABD, Türkiye, Mısır ve Katar ön planda. Önümüzdeki süreçte iki devletli çözümün hayata geçirilmesi için siyasi ufku oluşturan bu planın uygulanması arzusu dile getiriliyor. Gazze Savaşı’nın Orta Doğu’daki son savaş olması temenni ediliyor. Filistin halkının bir devlet sahibi olması gerektiği vurgulanıyor, “Filistin halkının da kendi geleceğini tayin etme, özgür olma, İsrail ile barış, güvenlik ve karşılıklı tanıma içinde var olacak bağımsız bir devlette yaşama hakkı vardır” deniliyor.
Varılan anlaşmanın başta ABD emperyal ülkelerin ve İsrail’in çıkarlarını koruduğunu Hamas’ın ateşkesi kabule zorlandığını savunanlar da var. Bu görüşte olanlar, “Bu şov, yer yer sahneleniyor ve sahnelenmeye devam edecektir. Emperyal güçler vahşi olmaktan vazgeçmezler. Türkiye bu kirli savaşın parçası olmamalı. Ancak iktidar varlığını sürdürme sebebi olarak görüyor. ABD’nin kontrolünde girişimde bulunuyor. Böyle de devam edecek” değerlendirmelerinde bulunuyor ve Batı destekli İsrail’in Filistinlilere yönelik politikasını sürdüreceğini savunuyorlar.
Şarm El Şeyh’de yürütülen ve Türkiye’nin de katkı sağladığı Hamas-İsrail görüşmelerinin Gazze’de ateşkesle sonuçlanması bu tür eleştiriler bir yana genelde memnuniyet verici bulunuyor. İsrail hükümetinin ateşkese teşvik edilmesinde gerekli siyasi iradeyi ortaya koyan ABD Başkanı Trump başta olmak üzere, anlaşmaya varılmasında önemli destekleri olan Türkiye, Katar ve Mısır’ın çabaları, katkıları takdire değer görülüyor. Türkiye’nin anlaşmanın yakın takipçisi olacağından ve sürece katkı sunmaya devam edeceğinden kuşku duyulmuyor.
Türkiye, öteden beri Filistin’de 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız, egemen ve coğrafi bütünlüğü haiz bir Filistin devleti kurulana dek çabalarını sürdürme kararlılığında. 2 yıldır tarifsiz acılar çeken, gayriinsani koşullar altında hayat ve haysiyet mücadelesi veren, büyük kayıplar yaşayan Filistinlilerle dayanışmasını da sürdürmek kararlılığında.
Gelişmelerin seyrine göre İsrail ile ilişkilerin tekrar normalleşme sürecine girmesi de şaşırtıcı olmayacaktır. Türkiye-İsrail ilişkilerinin her alanda gelişmesi için büyük bir potansiyel mevcut…
Fotoğraf: Cumhurbaşkanlığı
İlgili yazı:
