Çiçeklere dönmek lazım yüzümüzü. Kokulara, rayihalara. Yaseminlerin, güllerin, menekşelerin, mis çiçeklerinin, püskül zambaklarının sesine kulak vermek lazım.
Sesleri yok mu sanıyorsunuz yoksa? Kokuları sesleri değilse nedir? Tam geçip gidecekken ruhunuza işleyen bir koku yerinize mıhlar sizi. Sümbül’ün çağrısıdır duyduğun. Güzelin görülmeye olan eğiliminden dolayı mutlaka bir sesi vardır. O ses çiçeklerde bazen renktir bazen de koku. O kadarla da kalmaz; bazen formu. Sümbülü kulağınızla değil, burnunuzla duyarsınız. Bu dili takdir edecek incelikte bir ruhunuz varsa mümkünü yok geçip gidemezsiniz. Durur ve onu görmek için bakınırsınız. Bir evin bahçesindedir belki, belki bir pencere kenarındaki saksıdadır. Beni görün, ben de burdayım, ben de yaşıyorum, şu dünyada, bu şehirde ben de varım diye çığlık atıyor.
Her canlı varlığını ve canlılığını başka canlıların varlığıyla sürdürür. Sadece insan bunun farkında olur, idrakine varır. Ama her insan değil. Selam vermeye erinen, selam almayı bilmeyen insana ne demeli? Bazen ot gibi deriz ya, işte öyle. Ama otun ot olmaktan dolayı otluğu son derece doğalken, insanın ot gibi olması ne doğaldır ne de normal. Bir köpek sahibine ya da kendisine et veren birine yaltaklanabilir. Doğaldır. Çünkü o bir köpektir. Ancak insan ufacık çıkarı için yaltaklandı mı, köpekleşir demektir. Bu nedenle bazı insanlara “köpek” dendiğinde, “hayvan” dendiğinde bu o insana evet hakarettir, ancak hayvanseverlerin düşündüğü gibi hayvanlara ya da köpeklere hakaret değildir.
Çiçeklere dönmek lazım yüzümüzü. Sümbülü gördünüz. Siz kaldırımdasınız, o da hemen yanıbaşınızdaki apartmanın ikinci katındaki bir penceredeki evinde, saksısında. Bakın ona. Gülümseyin. Kokusunu içinize çekin. Hatta çekinmeyin selam verin; günaydın, merhaba, hey sümbül sen ne güzel bir canlısın diye seslenin. Üç beş saniyeliğine güzelleşsin dünya. Ruhunuz beslensin, yüreğiniz yıkansın candaş olduğunuz varlıkların minnettarlığıyla. Candaşlık önemli bir kavram. Hepimiz candaşız. İnsanlar, bitkiler, hayvanlar. Orda buluşabilsek bir, cennet olur dünya. Bu akıl ve bu kavrayışla buluşabilsek keşke…
Orkidenin sesi, kokusuz gülün sesi yok mu sanıyorsunuz. Var ya. Renkleri sesleridir onların. Yapraklarının dokusu, desenleri, formları ile varlıklarından haberdar ederler görmeye açık gözleri. Öyle kaktüsler görürsünüz ki formlarının ve çiçeklerinin rengi sizi sizden alır da başka dünyalara götürür.
Ovadaki dikene, sadece mercimek kadar olan minnacık çiçeklere yakından bakın. Bu çeşitliliğe ve minicik olandaki mükemmeliyete, inceliğe hayran olursunuz. İnsanın gözü bunları görmeseydi değerli taşlara verilen şekiller, halılara dokunan desenler, basmalardaki güller menekşeler olmazdı. İnsan insan olmazdı. Olamazdı.
Çevirin yüzünüzü haberlerden, ekonomiden, bilgisayardan, televizyondan, kanaat önderlerinden, TikTok zevzekliğinden, yozluğun dibi olan sözde ünlülerden, politik-acı’lardan. Çiçeklere bakın, güllere, sümbüllere. Çocuklara bakın. Toprağa bakın. Kedilere, köpeklere, kuşlara, kurbağalara, karıncalara bakın. Bulutlara bakın, gökyüzüne. Aydedeye, yıldızlara. Roman okuyun. İyi romanlar. Hikaye okuyun, iyi hikayeler…
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: