Bir türlü değiştiremediğimiz ve bundan dolayı da akıntıya karşı kürek çektiğimiz duygusuna kapıldığımız şeylerin boyumuzu aştığı bir dönemi yaşıyoruz. Ya da bu dönemin harmanında savrulup duruyoruz.
İnsanlık yolunda bir adım önde olanlar yorgun, argın, dargın, kırgın. Herkesin karnı doysun, kimse yatağa aç girmesin, hiçbir çocuk sokaklarda dilendirilmesin, evcilleştirerek kendimize uydurduğumuz, onlarla dost olduğumuz, hayatımızda yer tutan kedilerimiz, köpeklerimiz, hayvanlarımız da bizimle yaşasın, varsınlar mahallelerimizin sakinleri olsunlar. Ne olmuş sofranın artıklarını döksek başka bir şey istemezler diyenlerin yürekleri darmadağın. Çünkü insanlık mertebelerinde bu noktada olanların yürekleri incecik bir camdan yapılmıştır. Oysa yaşatmaktan değil de öldürmekten, ortadan kaldırmaktan yana olanların gazapları o camdan yürekleri kırıp parçalamakta zerre tereddüt etmezler. Onlar da insanlık yürüyüşünde vardıkları mertebenin gereğini yerine getiriyorlar.
Ağaçlarına, zeytinlerine sarılanlar, derelerinin nöbetini tutanlar, dağların dinamitle patlatıp inşaatlar için çakıla dönüştürülmesinden acı duyanlar, tecavüz edilen hayvanlar için de insanlar kadar ve insanlık adına derin, kahredici bir utanç duyanlar bir yanda, henüz hayvani yönleriyle başa çıkmayı bile becerememiş, ilkel ve doymaz arzularının sefili olmuşlar öte yanda. Hayat sofrasında bir tabak yemek, bir lokma ekmek, bacası tüten bir ev, birazcık sevgi saygı, dostluk, arayanlar ile paraya, altına, mala mülke, statüye, titre, zevke sefaya doymayanlar aynı sofrada. Dünya sofrasındayız hepimiz. Kaçımızın karnı doyuyor, kaçımız aç kalkıyoruz bu sofradan? Sofrada ne varsa kendi önüne çekenlerin sayısı azdır, sayısı azdır amma gücü çoktur. Korumaları olur bunların. Polisleri, askerleri olur. Orduları olur. Onlara sırtlarını dayayarak çökerler halkın sofrasına. Akıntıya kürektir, çekeriz.
Haber salarlar memurlar gelir arabalarıyla toplarlar sokakların süsü köpekleri, kedileri. Toplarlar mahallelerin hayvan sakinlerini. Çürük elmalar gibi, cılk yumurtalar gibi yığarlar üstüste de canlı olduklarını bile hatırlamazlar. Sonrası malum. İnsanlık mertebesinde aşağı seviyelerde olanlar bunların aynını insanlara da yapmışlardır, yapıyorlar hala. Bosna neydi, Hitler Almanya’sı ile başlayan ve bir çok “medeni” Avrupa ülkesinin de dahil olduğu kıyımlar neydi. Filistin’de olanlar ne? Akıntıya kürektir, çekeriz.
İnsan olmak ile hayvan olmak arasında bir mertebe daha var. Dişilik ve erkeklik mertebeleri. Çağlar boyudur süren erkek egemen aklın bize söylediği ve gösterdiğine göre insanın erkeği dişisinden üstündür. Bütün kitaplı dinler ve bunların erkek peygamberleri böyle demiş. Ağızlarından duymadık elbette ama dinlerin mirasçıları erkekler çağlar boyudur böyle dediklerini söylemekteler. Bu durumda erkek egemen aklın hiyerarşisinde kadının yeri hayvanla aynı. Yarış atı olan atla ayağı kırık at hiç bir olur mu? Soylu at ile beygir de bir değildir. Hiç çirkin bir sokak köpeğiyle güzellik yarışmalarına sokulan cins bir köpek aynı olur mu? Kadın ile hayvan arasındaki fark da bu kadar işte.
Yorulduk mu? Çook! Yaralandık mı? Parça pençiğiz. Kırıldık döküldük mü? Elden düşen incecik cam bir bardaktan halliceyiz. Öldük mü? Çook. Habil’den bu yana, İsa, Musa, Ali, Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa, Torlak Kemal, İnce Memet, Denizgiller, Gandhi, Salvador Allende, Ç, Robin Williams, Cem Karaca, Ahmet Kaya, Nazım Hikmet, Şems, Mustafa Kemal, Kazım Koyuncu, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Berkin Elvan ve daha nicelerimiz… Ölü canlarımız onlar. Biz ise diri canlar, şimdilik.
Ama işte ölmek var, ölmek var. Ölmeler arasında fark var. Her ölü cansız değil, her diri can sahibi değil. Can olmak demek insanlık mertebesinde yol almış olmak demek. Neye göre? Çağına göre. Çağında en kamil insan olabilmiş canlara göre. Sorarım sana ey insan! Ölçün ne, Can’ın kim? Yolun nere?
Aşk olsun cevap verebilene…
Fotoğraf: Özgür Sevinç
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: