Ekonomi tarihi bir markalar mezarlığıdır.
Tarafsızlık gözlüğünü takın ve bugünden geçmişe bir yolculuk yapın. Birçok tanıdık markanın mezar taşına rastlayacaksınız.
Bazıları o kadar hızlı yok olmuştur ki, bir mezar taşı bile hazırlanamamıştır.
Değişmeyen ve zamanın ruhuna eşlik edemeyen, kaba tabirle “nalları dikiyor.”
İnsanı anlamayan ve onun ritmi ile dans edemeyenler sahneden iniveriyor.
Günümüzün ışık hızındaki değişim süreci hiçbir markanın gözünün yaşına bakmıyor. Zira her yıl farklı tarz ve beklentilerle yeni kitleler pazara giriyor.
Zaman acımasız bir marka celladı.
Her yeni kuşak farklı beklentilerle geliyor.
Bu yeni kuşakların lügatinde “markaya sadakat” diye bir kavram yok.
Ülkelerin turizm sektörü için de aynı kader geçerli. Önemli olan, pazara sunulan güncel, güçlü, eğlenceli ve dinamik ürün ve hizmetler. Hatta değerler.
Ürünlerin, hizmetlerin ve değerlerin yenilenme hızı, ülke turizminin yaşam döngüsünü belirliyor. O ülkenin marka değerinin vadesini netleştiriyor.
Çağı doğru okuyan ve yeni kuşakları doğru anlayan markalar, dinamizmleri sayesinde her dem genç kalıyor ve zihinlerde yerlerini koruyor. Bunun tersi ise, olgunlaşmaktır. Bir adım ötesi yaşlanmak ve nihayet ekonomik vadesini tamamlamaktır.
Rekabet dikensiz gül bahçesi değildir
Turizmde marka olan ülkelerin tepesinde “Demokles’in kılıcı” gibi sallanan bir gerçeklik var.
Yeni kuşakların hızlı değişim ve dönüşüm beklentisi.
Onlar, her yeniliği çok kısa sürede tüketiyor.
Bu uzun girişin ardından Türkiye turizmine gelelim.
Markamız taze midir?
Bayatlamakta mıdır?
Yaşlı mıdır?
Önce somut durumun somut bir analizi
Deniz.
Güneş.
Kum.
Sınırsız yemek.
24 saat içki.
Eğlence.
Bunlar Türkiye turizmini bugüne kadar taşıdı.
Sonrası?
Bu ürünler gelecekte de bu kadar revaçta olacak mı?
Meçhul.
Z kuşağına farklı bir parantez açın
1995 ve sonrasında doğan kuşak, markaları, yükseklerde konumlanmış, oradan kendisine dikey mesajlar gönderen bir kutsal olarak kabul etmiyor.
Hangi sektörde ve hangi büyüklükte olursa olsun, markalar özellikle bu genç kuşağa bir arkadaş gibi yaklaşmak zorundadır.
Bu kuşak, kendisini kucaklayan dost markalar istiyor.
Sorun tam da bu noktadadır. Türkiye, bundan 5-10-15 yıl sonra, bambaşka tatil anlayışı olan kuşaklara hâlâ deniz, güneş, kum paketi mi sunacaktır?
Yeni kuşaklar bu yaşlı pakete ne ölçüde ilgi duyacaklar?
Bu paket, tüketicinin kalbini ve aklını daha ne kadar ateşleyebilecek?
Şimdi bambaşka bir hikaye var
Pazarlama artık hedef kitleleri tüketici olarak tanımlamıyor. Çağdaş bakış, ürünlerin potansiyel alıcılarını aklı, kalbi ve ruhu olan insanlar olarak görüyor.
Aklı, kalbi ve ruhu olan insanlar da, ürünlere ve markalara, geçmişin tüketicilerinden çok farklı bir gözlükle bakıyor. Daha da kötüsü, çok çabuk bıkıyor.
Merak ve teknoloji kol kola giriyor ve ürünlerin sosyal meşruiyetini sorguluyor.
Yeni kuşakların tatminsizliği, markaların tepesinde “Demokles’in kılıcı” gibi sallanıyor.
Markalar, bu tatminsizliği not etmelidir.
Özellikle, teknik gelişmelerin, ürünlerin yaşam çizgilerini kısalttığı, bu gelişimin hızlı olduğu elektronik gibi alanlarda sürekli yeni ürünler çıkarıldığı gözlemlenmektedir.
Teknoloji, ürünlerin yaşam sürelerini kısaltıyor. Bu süreç, yakın gelecekte tatil, wellness, eğlence gibi alanları toptan dönüştürecek. Bilesiniz ki, gençler önceki kuşaklardan çok farkı eğleniyor, dinleniyor ve geziyor.
Türkiye yaşlı marka olmayı geciktirebilir mi?
Bunu nasıl başarabilir?
Pazarın ana kitlesini oluşturmaya başlayan Y ve Z kuşaklarının dilini öğrenerek. Onlarla aynı dili konuşup, aynı heyecanları paylaşarak.
Bundan on yıl öncesine kadar sadece müşteri olarak görülen tüketicilerin, aklı ve ruhu ile birer insan olduklarını anlayarak. Buradan hareketle, küresel insani değerler üzerine bina edilen ürün, hizmet ve kurumsal kültürler yaratarak.
Yoksa, uzak olmayan bir gelecekte helva yiyebiliriz!
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: