Dış politika, doğası gereği, medyaya yansıyan yüzüyle perde arkasındaki gerçekler arasında derin farklar barındıran bir alandır.
Kapalı kapılar ardında yürütülen pazarlıklar, ulusal çıkarların hassas dengesi ve jeopolitik zorunluluklar, genellikle bir sanatçı edasıyla diplomatik dilin incelikli örtüsü altına gizlenir. Bu nedenle, Meclis çatısı altında sorulan net ve somut sorular, bu örtüyü aralamak ve hükümetin resmi pozisyonunu kayıtlara geçirmek adına hayati bir önem taşır. Demokrat Parti İzmir Milletvekili Haydar Altıntaş’ın Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a yönelttiği dört soruluk yazılı önerge ve Bakan Fidan’ın verdiği yanıt, tam da bu bağlamda, Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecinin şifrelerini çözmek için önemli bir vaka analizi sunuyor.
Sayın Altıntaş’ın soruları, bir diplomatın karşılaşmak istemeyeceği cinsten, doğrudan ve can alıcı nitelikte. Sorular, sürecin bağımsızlığına, Azerbaycan ile ilişkilerin belirleyiciliğine, sınırdaki fiili duruma ve olası uluslararası baskılara odaklanıyor. Bu sorular, aslında Ankara’nın Erivan politikasının temel dinamiklerini ve kamuoyunda tartışılan “acaba”ları sorguluyor.
Bakan Fidan’ın yanıtının ilk paragrafı, beklendiği gibi, klasik bir diplomatik duruşu yansıtıyor:
“Türkiye-Ermenistan normalleşme süreci tamamen ikili düzeyde yürütülmekte olup, üçüncü tarafların bu sürece herhangi bir müdahalesi söz konusu değildir.”
Bu ifade, uluslararası ilişkiler literatüründe “egemen eşitlik” prensibinin bir yansımasıdır ve bir devletin dış politikasını bağımsız yürüttüğünü vurgulama amacı taşır. Ancak Güney Kafkasya gibi karmaşık bir coğrafyada, hiçbir sürecin “tamamen ikili” kalması mümkün müdür? Türkiye-Azerbaycan ilişkileri, Erdoğan-Aliyev kişisel dostluğu, Moskova’nın bölgedeki tarihsel ağırlığı, Washington’la Brüksel’in artan ilgisi ve Tahran’ın hassasiyetleri göz önüne alındığında, bu ifadenin daha çok bir niyet beyanı veya diplomatik bir zorunluluk olduğu açıktır. Altıntaş’ın birinci ve dördüncü soruları tam da bu “üçüncü taraflar” ve “uluslararası baskı” meselesini deşmeyi amaçlarken, Fidan’ın cevabı bu kapıyı net bir şekilde kapatarak, sürecin kontrolünün Ankara’da olduğu mesajını veriyor.
Ancak, asıl analiz edilmesi gereken kısım, yanıtın ikinci paragrafında gizlidir. Burada diplomatik dilin ustalığı ve aynı zamanda sürecin temel çelişkisi kendini gösteriyor.
Bakan Fidan, “Azerbaycan-Ermenistan sürecinin Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecini ipotek altına alması söz konusu değildir” diyor. Bu, Altıntaş’ın “ipotek altına alacak şekilde yürütülmesi” ifadesine doğrudan bir yanıttır. Fakat cümlenin devamı, bu net ifadeyi anında diyalektik bir zemine çekiyor:
“Ancak bölgedeki hiçbir süreç birbirinden bağımsız ilerleyememektedir… Türkiye-Ermenistan ve Azerbaycan-Ermenistan süreçleri birbirine bağlı olmasa da, birbirlerinden bağımsız süreçler de değildir.”
İşte bu, Ankara’nın politikasının özeti ve aynı zamanda manevra alanının sınırlarını çizen ifadedir: “İpotek altında değil ama bağımsız da değil…“
Bu ne anlama geliyor?
Bu, Türkiye’nin Ermenistan ile normalleşme adımlarını atarken, bir gözünün daima Bakü’de ve Aliyev’de olduğu ve Azerbaycan’ın temel çıkarlarını ve rızasını gözetmeden nihai bir adıma imza atmayacağı anlamına gelir. Bu, “Bir millet, iki devlet” söyleminin diplomatik dile tercümesidir. Süreçler hukuken birbirine bağlı olmasa da, siyaseten ve stratejik olarak tamamen iç içe geçmiştir. Dolayısıyla, Bakan Fidan “ipotek” kelimesini reddederken, aslında sürecin fiili olarak Bakü-Erivan hattındaki gelişmelere endeksli olduğunu zımnen kabul etmektedir. Zaten cümlenin sonundaki “Azerbaycan ile Ermenistan arasında… barış anlaşmasının en yakın zamanda imzalanarak bölgede kalıcı istikrarın tesis edilmesini arzu ediyoruz” temennisi, bu fiili ön koşulun altını bir kez daha çizmektedir.

Yanıtsız soru
Dikkat çekici bir diğer nokta ise, Bakan Fidan’ın yanıtının, Altıntaş’ın en somut ve teknik sorusunu tamamen yanıtsız bırakmasıdır. “Hâlihazırda sınırdan geçişine izin verilen ‘Ermenistan’dan gelen üçüncü ülke vatandaşları’ kimlerdir? Bu uygulamanın kapsamı ve süresi nedir?” sorusu, sürecin sadece söylemden ibaret olmadığını, sahada bazı adımların atıldığını gösteren önemli bir detayı aydınlatmayı amaçlıyordu. Bu geçişlerin kimleri kapsadığı (diplomatlar mı, belirli ülke vatandaşları mı?), hangi kriterlere göre denetlendiği gibi konular, normalleşmenin niteliği hakkında önemli ipuçları verebilirdi. Ancak Dışişleri Bakanlığı, bu operasyonel detaya girmeyerek, yanıtını tamamen stratejik ve politik bir çerçevede tutmayı tercih etmiştir. Bu durum, ya bu uygulamanın henüz çok sınırlı ve sembolik olduğunu ya da Ankara’nın bu konuda fazla detay vererek süreci farklı tartışmalara açmak istemediğini düşündürmektedir.
Sonuç olarak, bu soru-cevap faslı, Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecinin çok katmanlı ve hassas doğasını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ankara, bir yandan Batı’ya ve Erivan’a normalleşme iradesini gösterirken, diğer yandan en stratejik müttefiki olan Azerbaycan’a bu sürecin asla Bakü’nün aleyhine işlemeyeceği güvencesini vermektedir.
Bakan Fidan’ın yanıtları, bu iki dengeyi aynı anda korumak üzere kurgulanmış, dikkatli bir metindir. Sürecin “ipotek” altında olmadığını söylerken bile, aslında anahtarın büyük ölçüde Bakü-Erivan barış anlaşmasında olduğunu ima etmektedir. Bu da bize gösteriyor ki, Alican Sınır Kapısı’nın tamamen açılacağı gün, sadece Ankara ve Erivan’ın değil, aynı zamanda Bakü’nün de “evet” dediği gün olacaktır. O güne kadar, atılan adımlar “tedricen ve karşılıklı güven tesis etmeye yönelik” sembolik jestler olmaktan öteye geçmeyecektir.
Demokrat Parti İzmir Milletvekili Sn. Haydar Altıntaş’ın yazılı soru önergesi ve Dış İşleri Bakanı Sn.Hakan Fidan’ın yazılı cevabı için tıklayın
Fotoğraf: Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan’ın 2023 yılında Tahran’da yaptığı görüşme. Kaynak: Dışişleri Bakanlığı
İlgili yazılar:
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: