Dr. Nevin Sütlaş
İngilizcede “stay” olduğun yerde kalmak gibi bir anlama sahipken tersine “vacation” gezmeye gitmek demek. Laf türetmeye bayılan Amerikalılar bu iki ters lafı birbirine ulayıp “staycation” diye bir şey üretmişler. Ancak bu PTT; pijama-terlik-televizyon kalıbında bir şey değil. Bu laf, izne çıkınca oturduğun yerde oturmak gibi değil, tatilini olduğun yerde yapmak anlamında kullanılıyor.
Staycation, gündelik iş güç yüzünden yapamadığın civar gezilerini yapmak, müze sergi gezmek gibi şeyler olabileceği gibi, arka bahçede kamp kurmak ya da kendi şehrindeki bir otelde konaklayıp kendinle baş başa kalmak gibi sıra dışı şeyler de olabiliyor. Tek kuralı var: Her zaman yaşadığın çevrede, her zaman yapmadıklarını yapmak.
Bu kavram yeniyse de benim gibiler için sadece adı yeni. Ben kendimi bildim bileli yaşadığım günü tatil gününe, yaşadığım yeri gezi yerine çevirmeyi bilenlerdenim. Böyle söyleyince “boş gezenin boş kalfasıymışım” gibi anlaşılıyor ama değilim. En aktif çalışma döneminde, bir kongre gecesinde otel odasında dinlenmek ya da barında takılmak yerine, gittiğim o yeni çevreyi hallaç pamuğu gibi atmak da adetimdi, yoğun bakım doktorluğu gibi en ağır işi yaparken, iş çıkışı kendi mahallemde ve şehrimde sanki bir turistmişim gibi kendimi gezdirmek de adetimdi. Şimdilerde emekliyim ama gene çok çalışıyorum ve de gene çok geziyorum. Bir başka yere gidemediğimde ise olduğum yerde çok geziyorum.
Gezme virüsüne sahip olmakla hep övünmüşümdür. Ayrıca Amerikalılardan neyim eksik, ben de yeni bir kelime türettim. Staycation yapanlara “staycationer” adını taktım. Dependent bağımlı demek ya, bunu ayda yılda bir değil de benim gibi devamlı yapanlara da “staycatiodent” deyiverdim. Ben yaptım oldu, artık Amerikalılar ayıklasın pirincin taşını. Ohhh canıma değsin, ben tam bir steykeyşınır ve steykeyşıdınım. Her cuma günü de benim müze günüm.
Yaşadığım Pompano Beach şehrine 20 dakika mesafedeki Delray Beach, Cornell Sanat Müzesi ile bu haftanın hedef noktasıyken gündemime “Pineapple” giriverdi. Bulunduğum şehrin simgesi, adıyla aynı olan “Pompano” bir okyanus balığının adıyken, komşu Delray şehrinin simgesinin “Pineapple” olduğunu sokaklarında gezerken şaşırarak öğrendim. Oysa ikisi de plaj şehri. Komşununki niye bir balık değil de meyve adı acep?
Bizim Ananas dediğimiz meyve çoğunlukla “Pineapple” diye biliniyor. Bu meyvenin ana vatanı Güney Amerika. Kristof Kolomb ilk kez gördüğü meyveyi “Hintlilerin pinyası” diye anmışsa da onun verdiği isimden çok, görüntüsünü kozalağa benzeten Avrupalıların yakıştırması olan “Pineapple” adı yaygınlaşmış. Çam ağacına pine dendiği için “kozalak elması” gibi yakıştırma bir isim bu. Aslında Amazon yerlileri olan Tupiler harika meyve anlamında “nanas” derlermiş bu meyveye. Böylece Fransızların kullandığı A-nanas lafının bölge yerlilerinden geldiği anlaşılıyor. Bizim ananas adını Fransızlardan alıp dilimize yerleştirmemiz, aslına uygunluğu yüzünden çok isabetli oluşsa da Avrupalı ve Amerikalılar kendi uydurdukları ismi, yerlilerin verdiği isim yerine kullanarak yaygınlaştırmış.
Delray Beach gezimizde duvar resimlerinden trafik geçitlerine, mağaza isimlerinden kapı numaralarına kadar her yerde ananas resmi, her tarafta ananas heykel ve biblosu görünce arkadaşım Leyla çapkınca gülerek buraların pek davetkâr olduğunu söyledi. Eskinin harp ve kıtlık günlerinde, balkon masasına ya da cam kenarına ananas koymak, kadının sevgilisine kocam evde değil, gelebilirsin demesiymiş. Bunu anlatınca, canım bazı kadınlar böyle işaretleşmeyi seçti diye şimdi bu şehir bütünüyle “gel bana gel bana” diyor olamaz ya dedim. Olabilir diye ısrar etti Leyla. Güney eyaletlerinde pineapple misafirperverliğin simgesidir, dedi. 45 yıldır Amerika’da yaşayan Leyla’yla dünkü günden beri Amerika’da yaşayan ben, Amerikan gelenekleri hakkında iddialaştım.
“Kozalak aslen çok dini bir simgedir. Kökeni taaa Aristo’ya kadar gider. Beynin derinlerinde bulunan minicik bir salgı bezinin yani epifizin simgesidir. Aristo epifizin ruhumuzun otağı olduğunu iddia ettiği için, sonradan gelişen birçok dini tarikatın da simgesidir. Amerika’nın Missisippi bölgesini işgal eden Fransızların da en yaygın dini tarikatlarının simgesi olduğundan, New Orleans şehrinin de simgesidir. Delray Beach, New Orleans’ta değilse de binalarının çoğu Fransız usulünde. Bina boyunca uzanan balkonları ve demir parmaklıklıları var. Demek ki buraya daha çok Fransız kolonileri yerleşmiş ve dini simgelerini de getirmişler” diye anlattım da anlattım.
Ancak bu iddialaşmanın galibi Leyla oldu. Ben yanılmışım. Yanılgım, modern Delray Beach evlerinin Fransız üslubunda inşa edilmiş olmasında ve kültürel olarak Fransız etkisinde oluşlarında falan değil. Yanılmışım çünkü ben “pine apple” ile “pine cone” laflarını karıştırmışım. “Pine cone” kozalak demek ve benim anlattığım antik dinsel etkiler çam kozalağı simgesi için geçerli. Ananas için değil. İkisi de kozalak formunda olunca birbirine katıvermişim. Amerikalıların stay ve vacation laflarını karıştırması gibi diyeceğim de o da olmayacak. Şekli benziyor diye Ananas ile çam kozalağı aynı şey mi yahu? Gerçi minicik epifiz bezinin çam kozalağına benzerliği de hikaye, New Orleans şehir simgesinin kozalağa benzerliği de hikaye ama olsun…
Leyla haklı. Adına ister çam elması deyin ister harika meyve, oluşumu ve görüntüsü diğer meyvelerden oldukça farklı olduğundan sanatta bolca kullanılmış ve hatta simgeleşmiş bu meyve. Simgelediği şey de gerçekten misafirperverlikmiş. Bir meyvenin bu anlamı yüklenmesi çok şaşırtıcı hele hele hiç de misafirperver diye bilinmeyen Günay Amerika eyaletlerinde.
Amerika’da her eyaletin de her şehrin de birer simgesi ve sloganı var. Florida “gün ışığı eyaleti” diye anılıyor, simgesi ise portakal. Simgesi ananas olan Delray Beach’in sloganı da “en eğlenceli küçük şehir” Bu simge ve sloganlar araba plakalarına bile işleniyor, o kadar yaygın.
İnsan ister istemez düşünüyor. Giresun kirazı, Aydın inciri, Siirt fıstığı, Çorum leblebisi diye uzayan liste neden sadece dillerde kalır ki. Neden şehirler sadece festival yapınca kullanıp sonra unutur bunları. Bizde de bu adet yaygınlaşsa, her şehrin halk oyları ile belirlenmiş bir simgesi olsa, tescillense ve de bu simge çokça tanıtılır olsa, çok güzel olmaz mı? Üstelik “Güzel atlar ülkesi” sloganını kullanan Kapadokya misali, her şehir bir de bir sloganla anılsa, turizm açısından da çok işe yaramaz mı?
Biliyorum elbette; fıstık senin değil asıl benimdir diye Güneydoğu’da, fındık senin değil benim diye Karadeniz’de, kayısı benimdir diye Doğu Anadolu’da, üzüm için Ege’de vb. iller birbirine girer. O yüzden de bu işin pek kolayına oluru yoktur. Oysa ne kolay olurdu, Trabzon hurma, Bayburt fasulye, Rize çay, Giresun kiraz, Ordu fındık, Boyabat pirinç şehri diye tescillense.
İstanbul da martı simgesi ile “dünyanın barış başşehri” diye tescil edilse. Bu olsun diye şimdi hemen İstanbullular sosyal medyayı doldursa ve herkese duyursa. İstanbul Büyükşehir Meclisi de bu işe öncü olarak karar alsa. İstanbul zaten bir şehir değil eyalet gibi olduğundan sonra da moda yayılır sıra ilçelere bile gelir. Kadıköy, Bakırköy, Beyoğlu, Beşiktaş… sıraya dizilir. Olmaması için bir neden mi var?
Olsun ya olsun. Bizde de her yerin bir simgesi bir de sloganı olsun. Adına layık olmak için de özel çabası olsun…
Olur, olur değil mi?