Orta bire gidiyorduk. Ben sınıfın en küçüğüydüm. Yaşça değil ebat olarak. O da oğlanların en küçüğüydü. Boncuk gibi mavi gözleri olan çok sevimli bir şeydi. O da beni sevimli buluyor olmalı ki bir gün birdenbire elimi tuttu ve “evlen benimle” deyiverdi. Ardından ekledi: Annem sana çok güzel bakar…
Uzun yıllar sonra ortaokul arkadaşları buluştuğumuzda “bana evlenme teklif eden ilk erkeksin” diye hep takıldım sevgili arkadaşıma. “Biz evlenelim, annem bana baktığı gibi sana da baksın” mantığına çocuk aklımla çok şaşmıştım ama sonradan eğlenceli bulmuştum doğrusu. Ancak büyüyüp bu mantığın yaygınlığına tanık oldukça evrim geçirdim ama konu o değil. Konumuz “talk pudrası.”
Okul arkadaşımın bana güzel bakacak olan annesini tanıdığımda yaşlanmıştı. Kendisiyle doktor kimliğimle tanıştım. Çok hoş, güler yüzlü, emekli öğretmen bir hanımdı. Cumhuriyete saygıyla şapka takmaya başlamış, gayet şık giyinen, yaşına rağmen çok alımlı bir kadındı. Bütün cildi yara içindeydi. Gitmediği doktor yatmadığı hastane, üzerinde denenmemiş tedavi kalmamıştı. İyileşemiyordu. Cildi perişan durumdaydı.
Ben cilt doktoru değilim ama benden yardım istenmişti çünkü anlatıldığına göre düzenli olarak pudralanıyordu. Bütün bedenine tepeden tırnağa pudra sürüyor, kim ne dese desin bu alışkanlığından vazgeçmiyordu. Ben de kendisiyle bu nedenle görüştüm ama ikna etmem mümkün olmadı. Ölene kadar da çekti o yaraların derdini. Pudranın zararlı olduğuna ve cilt sorunuyla alakalı olduğuna inanmıyordu. Bebekliğinden beri pudralandığı için bu onun normaliydi. Normal olandan kim şüphelenir ki?
Bebek poposu pudralamak eski ama yaygın bir alışkanlıktır. Talk pudrası, içerdiği hoş koku sayesinde özellikle bebeklerin kakası temizlendikten sonra sürüldüğünde temizlik ve ferahlık hissi yaratır. Çok sevilip yaygınlaşmasında bembeyaz renginin ve mis gibi kokusunun etkisi tartışılmaz. Oysa beyazın temizliği temsil edişi ve güzel kokunun iyi bir şey olduğu tartışılır. Tartışılmalıdır.
Pudra sürmenin beden temizliğinde faydası da tartışılır. Zararı ise tartışılmaz. Koşulsuz şartsız zararlıdır. Ancak “talk pudrası” satışları başladığında bu gerçek bilinmiyordu. Son yıllarda dava üstüne dava açılıyor pudracı firmalara. Özellikle “Johnson and Johnson” firması aleyhine çok büyük davalar açılıyor. O nedenle de pudrayı mercek altına almak gerekiyor.
Talk pudrasının zararları bir değil birkaç çeşittir. En önemlileri dokularda yangıya (enflamasyona) neden olması, hücre içinde (oksidatif) stres yaratması, hücrenin pek çok başka işleyişini bozması ve de ölmesi gereken hücrelerin ölmesini engellemesidir. Bu zararlar hem hayvan deneyleriyle hem de insan gözlemleriyle kanıtlanmış.
Bu mekanizmaların ayrıntılı kimyasal reaksiyonlarını anlatmayacağım ama malin hücrelerin ölümünü engelleyerek kansere katkısı en önemli sorunlardan biri. Özellikle kilolu ya da şeker hastalığı olan kadınların nemi engellemek için kasık bölgelerini pudralamaları ile yumurtalık kanseri arasında bağlantı olduğu iddiaları arşa çıkmış durumda. Kokmayı önlemek için kullanılan koltuk altı deodorantlarının pudra içeriği ile meme kanseri arasındaki bağlantı da daha az sorgulanmıyor. Temiz olmaya ve güzel kokmaya çabalarken nelerden feragat ettiğimizi iyi bilmemiz gerekiyor.
Pudranın yarattığı kansere göre görece daha az önemli bir sorun da demir mekanizmalarını bozuşuyla hücre içinde fazladan demir birikmesine ve sonucunda inflamasyona neden olması, hem de pek çok farklı doku ve organda…
Cilde sürülen pudranın nasıl olup da dokulara ve organlara erişebildiği ve bu türden yıkıcı etkiler yarattığını anlayabilmek için bedenimizin lenfatik sistemini azıcık da olsa hatırlamamız lazım.
Lenfatik dolaşım, kan dolaşımından farklı bir sistem. Genellikle bedenin dış kısımlarından iç kısımlarına doğru akıyor. Bu akışın belirli noktalarında karakol görevi yapan ara istasyonlar mevcut ki biz onlara “lenf düğümü” gündelik dilde de sanırım “beze” diyoruz. Biz lenf düğümlerini dıştan içe taşınan gereksiz maddeleri bulup yakaladıklarında fark ediyoruz çünkü şişip büyümüş olarak ele gelip göze görünür oluyorlar. Örneğin, grip gibi bir solunum yolu enfeksiyonu geçiriyorsak boynumuzdaki bezelerin yani lenf düğümlerinin iki yanda sıra sıra şiştiğini fark edebiliyoruz…
Lenf sistemi vücudumuzun her yerinde var ve dışarıdan giren zararlıları yakalamakla görevli. Ancak bazı minik şeyler bu sistemin karakollarına yakalanmadan sistemi bir kanal gibi kullanarak içeriye sızabiliyor. O yüzden koltuk altı ter bezlerini tıkamak için kullandığımız deodoranlardaki pudra ve saire meme dokusuna kadar ulaşıp onu kanser edebiliyor. Kasıklara sürülen pudra yumurtalıkların canına okuyabiliyor vs.
Cildimiz hakkında bilmemiz gereken en temel şey, ağzımız gibi geçirgen olduğudur. O yüzden ağzınıza almak istemeyeceğiniz hiçbir şeyi cildinize de sürmeyin derdi eski dermatologlar. Yeni nesilden bu lafı duymak ne mümkün. Ne de olsa onlara her türlü çağdaş (!) bilgiyi artık güzellik endüstrisi sunuyor. Endüstri dediniz mi de zaten sadece para konuşuyor…
Talk pudrası dediğimiz tertemiz, bembeyaz şey aslında nedir?
Talk pudrası, “magnezyum silikat hidroksit (Mg3Si4O10(OH)2 ” yani hidratlanmış magnezyum silika’dır. Talk bu mineralin toz halidir. Koyulaştırıcı ve kayganlaştırıcı olarak seramikte, boyalarda ve daha pek çok yerde ama en çok da kozmetikte kullanılmaktadır.
Talk yani magnezyum silikat hidroksit, en yumuşak mineraldir. Suda çözülmez. Sabuntaşı diye adlandırılan kayaçların asıl elemanı da talktır. Talk formülünün ana ögesi olan magnezyum, bildiğimiz sevdiğimiz bir mineraldir. Bedenimizin pek çok işlevinde farklı kimyasal formülleri sayesinde işe yaramaktadır. Talk formülünün bir elemanı olan silikat (Si4) nedir derseniz, sorunun bam teline basmış olursunuz. Burada durup geçmişin bazı tıbbi dedektif hikayelerine göz atmalıyız.
1960’larda Afrika’daki bir madende çalışanların diğer madenlerde çalışanlardan bile daha çok hastalandıkları ve de öldüklerini görüp nedenini merak eden kişi ilk kişi Wagner diye bir bilim insanıdır. Bunun çıkarılan madenle yani asbest ile doğrudan ilişkili olduğunu kanıtlamıştır. Wagner, asbest tozunun akciğerde “mezotelioma” denilen bir kanser türüne neden olduğunu dünya tıbbına öğreten kişidir.
Bu bilgi tıbbi literatürde yer aldıktan sonra ülkemizde de benzer keşifler başlamış. Örneğin, Hacettepe Üniversitesince Akciğer tümörü saptanan bazı hastaların aynı köyden geliyor oluşu dikkat çekmiş. Tıp Fakültesinin halk sağlığı uzmanları bu köyü ziyarete giderek nedenini aramaya başlamış. Karadeniz’deki bu köyün hemen yakınında bembeyaz bir tepe varmış ve köylüler o tepeden aldıkları kireç ile evlerini badana edermiş. Meğerse bu tepe kireç değil asbest yığıntısıymış. Akciğerlerdeki tümöral topaklar da asbest tozu birikimleriyle oluşan mezotelioma imiş. (Köyün adını ve keşfin tam tarihini ne yazık ki hatırlayamadım.)
Benzer şekilde 1970’lerin sonunda Kapadokya’nın belli bir bölgesinden gelenlerde akciğer kanserinin çok olduğu anlaşılmış. Araştırmacıların buldukları şey kireçtaşı kayaları olmuş. İçi oyularak ev gibi kullanılan kayaların içeriğinde “Fibröz zeolit” diye de bilinen “eritonik” denilen bir madde saptanmış. Bu açıdan incelenen üç köyde (Tuzköy, Karain, Sarıhıdır) mezotelyomanın daha sık görüldüğü ve ölümlerin yaklaşık yarısının mezotelyomaya bağlı olduğu anlaşılmış. Kansere neden olma özelliği asbestten bile fazla olan eritonitinin mezetolioma yapma özelliğini dünya literatürüne kazandıran da Hacettepe Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’nı da kuran Prof. Dr. İzzettin Barış olmuş. Daha sonra başka bazı araştırmacılar da benzer keşifler yapmışlar. (Adlarını anamadığım için gıyaplarında özür dilerim.)
Beyaz kaya tozlarının özellikle de asbest madeninin solunum sistemine zararını Türkiye’ye öğreten Hacettepe’nin 1980’lerdeki meraklı ve çalışkan ekibidir. Hacettepe Halk Sağlığı Bölümünün topluma yönelik bir yayanından aldığım bilgileri de pekiştirici olarak aktarayım:
“Asbest yeryüzünde birçok yerde toprak örtüsünde bulunmaktadır. Asbest, lifsi yapıda doğal fibröz bir silikattır. Bu lifsi yapı sayesinde de ısı ve aşınmaya karşı çok dayanıklıdır. Bu nedenle uzun zaman 3000 kadar farklı iş kolunda ara madde olarak kullanılmıştır. Asbest gündelik hayatta da ısı ve su yalıtımı ile sıva, çatı ve ocak izolasyonu için yaygın biçimde kullanılmıştır. İçerdeki sıvanın dökülmesi ya da doğa olayları nedeniyle dışardaki sıva ve veya çatının bozulmasıyla havaya karışan asbest liflerinin solunması sonucunda akciğerler asbeste maruz kalmaktadır. Solunan asbestin sonucu ise mezoteliomadır”
Bu bilgiyi tekrarlamak istiyorum: Asbest ve eriyonit gibi lifsi minerallerin çevresel ve mesleki maruziyeti sonucu oluşan akciğer zarı ve karın zarı kanserlerinin adı mezotelyomadır.
Eskiden bütün dünyada inşaatlar başta olmak üzere pek çok alanda asbest serbestçe kullanılırdı. Bu türden tıbbi yayınlardan sonra, yani doksanlardan itibaren pek çok ülkede endüstride de evsel ortamlarda da kullanımı yasaklandı. Örneğin şimdilerde Amerika’da eski bir binanın tamiri ya da yıkımı söz konusu ise, önce binada eskiden kalma asbest var mı diye bu konuda uzman bir ekip gelip bakıyor. Eğer varsa olağanüstü önlemlerle önce asbestin havaya karışmadan çıkarılması gerekiyor ki sonra binanın dokusunu ellemek mümkün olsun. Bu yasaklama artık Türkiye için de geçerli. Ancak yasaya rağmen “asbest yüklü bir gemi, tersanede hiç önlemsiz söküldüğü için, söküme katılan işçiler…” şeklindeki haberler hâlâ manşet olabiliyor.
Talk meselesine dönersek. Magnezyumla birlikte olan kısmının adı silikat demiştik. Talk pudrasındaki silaka ile asbesteki silikanın farkını bilecek kadar kimya bilgim yok ama sanırım formülleri çok yakın, belki de aynı. Ancak asıl önemlisi doğadaki talk yatakları ile asbest yataklarının komşuluğu. Hatta çoğunlukla ikisinin iç içe bulunuyor oluşu. O nedenle çoğu talk pudrasında zaten doğrudan asbest de bulunuyor. Bu gerçek bilinmeye başladığından beri birçok firma “bizim pudramızda asbest yok” diye yırtınıyor olsa da bu birliktelik azımsanacak boyutlarda değilmiş. Şimdilerde bebek pudralarının talk yerine nişastadan yapılıyor olması da o sebeptenmiş. Pudralamaktan vazgeçemeyiş ne sebeptendir, işte o bence malum değildir.
Talk pudrasının deri yoluyla alınmayıp doğrudan solunması halinde soluk borusundan akciğer zarına varana dek bütün akciğer dokularında kalıcı olmasının sonucunda hem yangı (inflamasyon) hem de “fibröz” yarattığı kesin bilgi. Talkın da asbestten pek aşağı kalır yanı yok yani.
Pudra davaları konusuna gelince…
Bebek bakım ürünleriyle ünlü “Johnson and Johnson” firmasının başı 2016 senesinden beri talk pudrasıyla belada çünkü ürünlerinde asbest bulunduğu anlaşılmış. Aynı yıl “biz yıllardan beri pudralanıyorduk” diyen yumurtalık kanseri olmuş üç ayrı aileye yüz milyonlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalmışlar. 2017’de tek bir aileye ödemek üzere 400 milyon dolardan fazla tazminat cezası kesilince bu firma Kanada ve ABD’deki pudra satışlarını tümüyle durdurmuş. 130 senedir pudra satan firma, pudranın kanserle bağlantısı var diyenleri sahte bilim yapmakla suçlayıp dava ettiyse de bu davadan sonuç alamamış ve 2020 yılından beri bebek pudralarına talk yerine sadece mısır nişastası koyuyormuş. 2024 yılında İngiltere’de yeniden büyük bir dava daha açıldı…
Benim sevgili ortaokul arkadaşımın annesi keşke yaşasaydı da dava açmasa bile demek ki benim çektiklerimin nedeni de buymuş diye durumun farkına varabilseydi…
Bu beyaz (doğal) tozlardan üretilen pek çok ürünün kişisel hijyen adına bedenimize rahatça erişiyor olmasına rağmen, temizliğini de güzelliğini sorgulamanın artık sırasıdır. Benim en gıcık olduğum şeylerden biri “doğal” denince akan suların duruyor oluşudur. Laboratuvarlarda gelişkin insan aklı ve emeğiyle üretilmiş onca teknolojik harikayı kötülüğün anası sayıp, “doğalsa iyidir” mantığıyla sorgusuz sualsiz doğala yönelinmesine gerçekten gıcığım. Hele hele organik ya da inorganik kimya nedir bile bilmeden “ama o kimyasal” diyen cehaletle nasıl baş edilir bilemiyorum.
Temizin ve beyazın iyiliğini sorguladıktan sonra bir de “mis koku” meselesini deşmek, daha doğrusu güzel bile olsa kokuların zararlarına da göz atmak lazım. Bence ezber bozmakta gecikmemek lazım. Sonra gerçekten geç oluyor.
Fotoğraf: Sputnik