Yıllar önce çekilmiş bir fotoğraf. Siyah beyaz. Fotoğrafta İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Bülent Ecevit..
İnönü önde, Ecevit bir adım gerisinde. İnönü’nün ana muhalif partisi CHP’nin Genel Başkanı, Ecevit’in Genel Sekreteri olduğu yıllarda Ankara’da çekilmiş muhtemelen. Çevrelerinde de küçük bir grup insan. Her ikisi de çantalarını kendi taşıyor. Sosyal medyada gördüm fotoğrafı. Üzerinde “Koruma ordusu yok! Çantalarını bile kendileri taşıyorlar… Nurlar içinde yatsınlar” yazılı…
Mülkiye’den (A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi) bir sınıf arkadaşım da fotoğrafla ilgili şu anılarını paylaşmış:
“İsmet Paşa , 1950’lili yıllarda ana muhalefet lideriyken bazı bayramlarda bizim Karanfil Sokak’taki (Ankara) eve eşiyle birlikte taksiyle gelir, taksi şoförü parayı almak istemezse zorla verirdi. Mevhibe Hanımefendi, Başbakan eşi iken dahi bize Pembe Köşk’ten tek başına geliş gidişlerinde Çankaya otobüsünü kullanırdı. Okulda değilsem, dönüşünde ona otobüse kadar eşlik ederdim. Zaten İsmet Paşa’nın 14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidardan düşüp Çankaya Köşkü’nden Pembe Köşk’e taşınırken eşine ilk sözü, ‘Hanımefendi, şehre otobüsle gitmeye hazır mısınız?’ olmuş… Bülent Ecevit ilk başbakanlığında makamına gelen yabancı büyükelçilerle birlikte not tutan Dışişleri mensuplarına da kendi demlediği çayı bizzat kendisi ikram ederdi. Süleyman Demirel muhalefetteyken onu bir keresinde arkadaşlarıyla birlikte Atatürk Bulvarı’nda yürürken görmüştüm. Başbakan Adnan Menderes’in de yaz akşamlarında korumasız olarak konuttan Kavaklıdere’ye kadar yürüyüş yaptığı söylenirdi. O yıllar itibardan tasarruf edilen yıllardı…”
1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin iktidar olduğu yıllarda çocuktum. Ankara’nın eski mahallelerinden Hamamönü’ndeydi evimiz. Dar gelirli bir aileydik. Rahmetli anne babam Demokrat Parti’yi destekler, CHP’nin iktidar olduğu yıllarda çektiği sıkıntıları, karneli zamanları ikide bir anarlardı.” Şeker, ekmek, kömür karneleri önce memurlara verilirdi. CHP memurların partisiydi” derlerdi. İnönü’nün çok tutumlu olduğuna da “cebinde akrep vardı” diyerek anlatırlardı.
Yıllar sonra öğrendim İnönü’nün Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında çok güç koşullardan gelen bir asker olarak hayli tutumlu olduğunu. Ailesini de tutumlu olmaya yönlendirdiğini. Binlerce yılın acı deneyimlerimden geçmiş, eski ve köklü bir ulusa yeni yaşam idealleri vermek için Atatürk ile birlikte büyük uğraş verdiklerini de yıllar sonra öğrendim. Bozulan eski düzen yerine, büyük zorluklar, sıkıntılar içinde yeni bir düzen kurmaya, reformlar gerçekleştirmeye çalıştıklarını öğrendim.
Anne ve babamın yakındığı sıkıntıların, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle yaşandığını, ülkeyi savaşa sokmayan İnönü’nün, çocukları babasız, eşleri kocasız bırakmadığını öğrendim. Ve de ülkeye demokrasiyi yerleştirme hedefiyle 1950 seçimlerinde, herhangi bir oyuna girmeksizin iktidarı Demokrat Parti’ye devrederek, “Ben olmadan Türkiye sorunlarla baş edemez. Başınızda kalmaya devam etmeliyim” demediğini öğrendim..
Mülkiyeli sınıf arkadaşımızın dediği gibi, o yıllar itibardan tasarruf edilen yıllardı. O zamanın siyasileri de topluma örnek olma çabasındaydılar. Görmüş geçirmiş kişiler olarak gösterişten, şatafattan uzak bir tutum içindeydiler. Görgüsüz de değillerdi, sonradan görme de. Toplumsal tutum bilincinin oluşması için çaba harcarlar, tasarrufa önem verirlerdi. Mütevazi, nazik insanlardı. Bir gün “ak” dediklerine, ertesi gün “kara” demezlerdi. “Ben gidersem haliniz harap” demezlerdi. Demokrasimiz 21. yüzyılda olduğu gibi ileri düzeyde demokrasi değildi. Ancak siyasilerimiz demokrasiye yürekten inanır, demokrasiyi “tramvay” olarak görmezlerdi. Kâh iktidarda kaldılar, kâh muhalefette. Alınları ak, başları dikti. Kuvvetler ayrılığına inanır, millete hesap vermekten kaçınmazlardı. Bizans oyunlarını bilmez, saray entrikalarından anlamazlardı.
Bu durum o yılların gençlerini de etkilemişti. Demokrasiye önem veren, halka hizmeti önemseyen, vatan aşkından gayri aşk bilmeyen gençlerdi. Alınları ak, başları dikti o yılların gençlerinin de. Özgürlük ve tam bağımsızlık tutkularıydı… Yukarıda sözünü ettiğim fotoğrafın çekildiği yıllar bizim Mülkiye’de öğrenci olduğumuz yıllardı. Yüreğimizde, demokrasiye bağlılık, halka, vatana hizmet aşkı vardı.” Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz, Ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz” derdik. Çoğumuz 1945 sonrası doğumluyduk.
Günümüzde 1945- 50 arası doğan kuşaktan sosyal medyada şu tür paylaşımlarla söz ediliyor:
“Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış. Şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş. Okulda ABD süt tozu içirilerek beslenmiş bir garip nesil. Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış. Hatta hiç bebeklik resmi olmamış. Hiçbiri kreş, dershane, özel okul görmemiş. Ama hepsi ders verecek kadar bilgi sahibi. Harp görmüş, darp görmüş. En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış. En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış. Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş, direnç abidesi bir nesil. Ne yaptıysa yoluyla yordamıyla kendi meşrebine uygun ahlakına yakışanı yapmış. 68’liler de 78’liler de bu neslin deli tayları, ipe sapa gelmeyen savaşçıları. Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız bu vatanı sevmiş. 1945’ten sonra doğanlar gerçekten özel üretim, çoğu yatılı okumuş, kardeşlik ve paylaşma duygusu zirve yapmış. Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş. Çoğu simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşaatta amelelik, pazarcılık hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır. Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmuş, geneli bir baltaya sap olmuştur. Namerte, kalleşe muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamış. Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir. Görevini, sorumluluğunu bilen. Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1945 sonrası doğanlar. İyi bakın, bunlar bu son kalan kadifeye sarılmış çelik yumruk misali yumuşak gözüküp indiği yeri dağıtan bu özel neslin öfkesinden sakının. Bunlara iyi bakın çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere. Bunların üretimi sonlandı. Kullanım süreleri doldu, tedavülden kalkıyorlar. Neden bu nesil özel biliyor musunuz? Bu neslin üzerinden silindir gibi devlet geçti. Dozer gibi dünya milletleri geçti. Hayat bu nesli sınadı ama tüketemedi. Bu nesil, ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bildi. Dostu için can vermeyi de, son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de, vefayı da bildi. Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir. Onun için 1945 sonrası doğmuş, hâlâ inadına yaşayan, ana baba, amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin! Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir. Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin. Sonra arar da bulamazsınız. Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır…”
Yukarıda yazılanların içinde hiçbir abartma yok. Mübalağa yok. Her cümlesi bir gerçek. 68’liler kuşağı olarak sosyal medya üzerinden aramızda haberleşiyoruz, her birimiz yurdun bir köşesinde. Gün geçmiyor ki sonbahar yaprakları gibi toprağa karışan bir arkadaşımızın haberi düşmesin sosyal medyaya. 68. kuşak yavaş yavaş sıfırlanıyor.
Çoğu karamsarlık.,umutsuz içinde. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin değerlerinin aşındırılmasından kaygılılar. Bazıları, kimi zaman safsata denilecek sözler sarfediyorlar öfkeden:
“Gençliğimizde hiç hayal etmemiştik böyle günleri. Hiçbir şeyden korkuları yok. Freni patlamış yokuş aşağı inen kamyon gibiler. Ezip geçiyorlar, yıkıp geçiyorlar. Umurlarında değil. 40 haramiler ellerine su dökemez. Bir gün kendilerinden hesap sorulabileceğini bile düşünmüyorlar. Sultanlar gibi yaşıyorlar. Sanırsın ya şah ya Padişah…”
“Bırakın bu tür safsataları, unutun 68’lileri” demeyin. “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” deyin. Çok geç kalmadan onlarla konuşun, dinleyin, geçmişi öğrenin, itibardan nasıl tasarruf edilir onlardan ders alın…