Avusturya maçından beri içeride dışarıda herkes Merih Demiral’ın yaptığı hareketi konuşuyor tartışıyor.
Merih’in yaptığı bu hareket, özellikle Avrupa”da ırkçı ve bazı ülkelerde yasaklanmış bir simge olarak nitelendirilirken, ülke içinde ise destek verenler olduğu kadar karşı çıkanlar ve eleştirenler de oldu. Televizyonlarda tarihçisinden siyasetçisine kadar birçok kişi bu konuda görüş beyan etti, Merih ve yaptığı, tartışma programlarına konu oldu.
Maçtan sonra Merih Demiral hakkında inceleme başlatıp soruşturma açan UEFA, milli futbolcumuza 2 maç ceza verdi. Burada konumuz Merih haklıdır-haksızdır değil… Bu tür olaylar ve tartışmalar ilk defa olmuyor ve olmayacak. Daha önce de “Çetnik selamı” veren, “Rabia” işareti yapan, bazı dinsel simgelerle mesaj veren futbolcular gördük. Futbolun içinde her zaman siyaset vardı ve bu yüzden bazı futbol takımları arasında yıllardır süren düşmanlıklar günümüzde de devam ediyor.
Her zaman söylendiği gibi “Futbol asla sadece futbol değildir.” Dünyanın birçok futbol ülkesinde, futbol ve politika çok uzun yıllardır iç içedir. O yüzden de farklı ülkelerde rakip takım taraftarları arasında efsane olmuş ve unutulmayacak öyküler, kan davalarına dönüşmüş rekabet, tribün olayları anlatmakla bitmez.
O zaman gelin hep beraber futbol ve siyaset arasındaki ilişkilere bakıp, farklı coğrafyalarda ateşli taraftarlar ve tribünleri arasında küçük bir gezinti yapalım…
İlk durağımız futbolun ana vatanı İngiltere olsun. Büyük küçük her takımın öyküsü olan Ada’da, Liverpool halkın, Everton ise seçkinlerin takımı olarak bilinir. Zengin sınıfın takımı Chelsea, taraftarları liman ve kömür işçilerinin kurmuş oldukları Liverpool, Derby Country ve Nottingham Forest gibi kulüpleri küçümser.
İngiltere’de genel olarak kırmızı takımlar proleterlerin, yani işçi sınıfının takımları olarak kurulmuştur. Maviler ise kraliyeti, soyluları ve kiliseyi temsil eder. Liverpool kırmızılara, Everton ise mavilere örnek gösterilebilir. Ayrıca farklı kentlerin takımı olan ve İngiltere derbisi olarak adlandırılan Liverpool-M.United rekabetinin kökenleri daha çok ekonomiktir.
Liverpool taraftarının ‘You’ll never walk alone’ (Asla yalnız yürümeyeceksin) bestesi dünya üzerinde birçok taraftar grubuna örnek olmasının yanı sıra, bu tezahüratı her dinlediğinizde insana, “keşke orada olsaydım” dedirten cinsten bir tribün bestesidir.
Kuruluşları 1880’lere dayanan Arsenal-Totthenam Kuzey Londra derbisinin ezeli rekabete dönüşmesi daha çok 1970’li yıllara dayanıyor. Bu yıllarda başlayan sert ve gerilimli maçlarla rekabetin durumu Totthenam taraftarlarına yönelik “Yahudi” yakıştırmasıyla farklı bir boyutta…
West Ham–Millwall rekabeti, daha doğrusu düşmanlığı ise futbola meraklı olanların bildiği ve üzerine dizi yazılar yazılabilecek kadar derin bir ayrışma ve nefret içerir. Her iki takım da tersane işçileri tarafından kurulmuş olup özellikle Millwall taraftarları çok tehlikelidir. Halka göre katiller, Londra polisine göre baş belaları, Scotland Yard’a göre; Avrupa’nın en tehlikeli taraftar oluşumu, The Sun’a göre ise “hayvanlar” olarak tabir edilirler. Ama West Ham taraftarlarının da onlardan aşağı kalır yanı yoktur. Tıpkı Milwalllular gibi onlar da holiganizmin başını çekerler.
İskoçya’da G.Rangers-Celtic (Old-Firm) rekabeti ve taraftarlarının birbirlerine olan düşmanlıkları herkesin malumudur. Bu rekabetin kökenleri de dinsel niteliklidir. G.Rangers neredeyse, Protestan cemaatin milli takımı sayılırken, aynı durum Katoliklerin takımı olan Celtic için geçerlidir. Celtic taraftarları sosyalist görüşe daha yakındırlar. Rangers İngiltere’yle birlikteliği savunurken, Celtic İskoçya ve İrlanda’nın bağımsızlığından yanadır.
Arjantin’de zenginlerin ve “orta sınıfın” takımı River Plate ve işçi kesimi ile yoksulların takımı Boca Juniors…. “Los millonarios” yani milyonerler lakabı River Plate taraftarının durumunu belki de en iyi özetleyen anlatımdır. İşçi kesiminin, yoksul kitlenin takımı olan Boca Juniors taraftarı için futbol bir güç savaşıdır. Boca taraftarı bazen bu güç savaşını öylesine ileri taşımıştır ki 2-0 yenildikleri bir River Plate maçı sonrası “2 River taraftarını” öldürerek kendilerince skoru 2-2 ilan etmişlerdir.
İspanya deyince ilk akla gelen Barcelona Katalanların milli takımı gibi görülürken, Real Madrid de kralcıların ve zenginlerin takımı olarak tanınır. Barcelona’nın ayrılıkçı bir kültür tarafından kurulduğu herkes tarafından bilinir.
1925 yılında oynanan bir maçta, İspanya Milli Marşı’nın ıslıklanması nedeniyle, Barcelona Stadyumu’nun altı aylık bir süreliğine kapatılması Katalan halkını bu kulüp etrafında birlik olmaya itti. Faşist diktatör Franco’nun da Real Madridli olması, Barcelonalıları bu çekişmede hırslandıran bir başka etkendi.
Madrid’in diğer büyük takımı Atletico Madrid ise Franco’nun kalesi başkentte, cumhuriyetçi zihniyetin ve halkın gönüllerindeki temsilcisi olarak kabul edilir. Bask bölgesinin en uç milliyetçilerinin göz bebeği olan Bilbao kadrosunda İspanyol ve Fransız Bask bölgesi dışından kulüp geleneği gereği yabancı oyuncu bulundurmaz.
İtalya’da Lazio-Roma çekişmesinin temelinde siyasi görüş ayrılıkları yatar. Lazio’nun aşırı sağ görüşlü bir taraftar kitlesi vardır. Hatta ırkçı ve faşist bir anlayışa sahip oldukları bile söylenebilir. Keza kendi takımlarında oynayan zencileri bile yuhalayan bir taraftar topluluğuna sahiptirler. Roma’yı ise göçmenler ve halkın çoğunluğu destekler. Roma tarihteki demokrasi anlayışından ileri gelmiş, Lazio ise ırkçılık ile ünlenen ve Mussolini’ye kadar dayanan bir düşünceyi temsil etmektedir. Hatta, Lazio’nun isminin başındaki SS kısaltması da Nazi yönetiminin simgelerini çağrıştırmaktadır.
Milan taraftar profili daha çok işçi ve sendikacı kesimi kucaklarken, İnter ise Milano şehrinin varlıklı aristokrat ailelerine hitap etmektedir.
Yine İtalya’da Livorno ise taraftar açısından İtalya’nın en sert politik görüşe sahip takımıdır. Tribünden inmeyen “orak-çekiç” sembollü bayraklar ve aşırı solcu taraftar grubu efsanedir. Her maçlarının başında, 2. Dünya Savaşı’nda İtalyan antifaşist partizanlarının şarkısı “Bandiera Rossa” (Kızıl Bayrak) marşını söylerler.
Livorno, Komünist Parti’nin 1920’de kurulduğu yer olup Livorno’nun sola kaymasının başlıca iki sebebi, fakirlik ve çok sayıdaki liman işçisidir. Bayraklarında, pankartlarında, tişörtlerinde Che Guevara ve Josef Stalin figürleri görmek son derece olağan. Livorno, her yıl Stalin’in doğum gününü kutlayan bir kulüptür.
“Devrimci taraftar”
Almanya’da Schalke 04 Ruhr havzasının madenlerinden çıkan bir işçi kulübüdür. O civardaki işçilerin toplum arasında kendilerini temsil eden bir olgudur. Keza aynı bölgenin takımı B. Dortmund da Schalke kadar olmasa da bölge işçilerinin bir başka temsilcisidir. Almanya’da devrimci taraftar grubu denilince ilk akla gelenlerden biri St. Pauli olur. Hamburg’un St. Pauli mahallesinin anarşist ve bohem ruhlu taraftarları kendilerini antifaşist ve antiseksist olarak tanımlar. St. Pauli taraftarları, fikirsel olarak karşılarında duran Dinamo Dresden ve Hansa Rostock gibi takımların taraftarlarıyla mücadele etmekten çekinmezler. Ayrıca, Pauli taraftarları her türden ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı durmaktadırlar.
Fransız futbolu genel olarak siyasetten uzak olmasına rağmen Paris Saint Germain taraftarları ırkçı bir gruptur ve zaman zaman yine aşırı Katolik ve sağ sembollere yer verirler. Marsilya ve Lyon da sol kesim takımlarıdır. Hatta Marsilya bu konuda Fransa çapında en öne çıkan taraftar grubu olarak anlatılabilir.
Portekiz’de Porto tribünlerinde birçok kez aşırı sağ slogan, bayrak ve pankartlar görülürken, Benfica daha cumhuriyetçi olsa da yine de taraftarlarının çoğunun sağ görüşte olduğu söylenebilir.
Brezilya’da ise aristokratların takımı Fluminense ile varoşlarda yaşayan Rioluların takımı Flamengo arasındaki rekabet 100 yılı aşkın süredir devam eder. Takımları mağlup olduğunda tesislere saldıran, futbolcuların üzerine bomba atacak kadar kendinden geçmiş taraftarların olduğu bu rekabet her maç öncesi ve sonrası futbola tapan Brezilyalılar için ilk sıradadır.
Sırbistan’ın en tanınmış takımlarından Kızılyıldız, gelenekçilerin ve muhafazakar görüşe sahip olanların takımıdır, sosyalist bir bakış açısına sahip Partizan taraftarları ile her daim mücadele halindedirler.
Hırvatistan’ın en popüler iki kulübü Hajduk Split ve Dinamo Zagrep’tir. Bu iki kulüp arasındaki derbi, tamamen nefretle doludur. Yugoslavya’nın parçalanması döneminde ülkede yaşanan kutuplaşmanın odağı olan bu iki kulübün taraftarları ellerine fırsat geçse birbirlerini öldürebilirler.
Yunanistan’ın büyük kulüplerinden Olimpiakos aşırı sağ görüşlü ve hatta bir Neo-Nazi taraftar kitlesine sahipken, ezeli rakibi ancak yakın zamanda Olimpiakos’un gölgesi altında kalan Panathinaikos ise komünist ağırlıklı bir kulüptür. Diğer bir köklü kulüp AEK de sol ağırlıklı bir takımdır.
Mısır futbolunda ise iki takımın taraftarları ülkedeki siyasi dengelerin değişmesine bile yol açmıştır. Zamalek zenginleri ve yabancıları (İngilizler başta) temsil ederken; Al Ahly ezilen ve fakirlik içinde yaşayan halkın sesi olmuştur. Aynı zamanda İngiliz sömürgeciliğine karşı direnen milliyetçilerin de gönlündeki takımdır.
20.yüzyılın başlarından beri devam eden Al Ahly-Zamalek derbilerinde Kahire’de olağanüstü önlemler alınırken, hiçbir Mısırlı hakem bu maçları yönetmeye cesaret edememiş, yurt dışından hakemler getirilmiştir.
Bunların dışında, Hollanda’da Ajax-Feyenoord, Romanya’da Steaua Bükreş-Dinamo Bükreş, Rusya’da CSKA Moskova-Spartak Moskova rekabetinin altında değişik politik nedenler yatmaktadır.
Kimilerine göre aşk, kimilerine göre bağımlılık, kimilerine göre vazgeçilmez bir tutku, kimilerine göre “toplumların afyonu” sayılan futbola, Che Guevara’nın bakışı ise şöyledir:
“Futbol basit bir oyun değildir, futbol devrimin silahıdır.”
Kalın sağlıcakla… Futbol dolu günleriniz hiç bitmesin…
İlgili yazı: