1980 yılında başlayan Iran-Irak savaşında her iki ülke de jeopolitik koşullar ve ambargo nedeniyle ithalatlarını Türkiye üzerinden gerçekleştirmek zorunda kalmıştı.
Türk sanayinin yapısını çok iyi bilen 12 Eylül darbe hükumetinin Ekonomiden Sorumlu Bakanı Turgut Özal, bu iki ülkenin taleplerini karşılayabilmek için 3. ülkelerden mal tedarik edilerek bu ülkelere ihracat yapmanın önünü açmıştı.
İhracat yöneticisi olarak çalıştığım şirkette İran’dan aldığımız siparişleri İsrail’den deniz yolu ile getirtip, Mersin Limanı’nda kamyonlara aktararak İran’a yollayacaktık.
İran’da iş başındaki yeni rejimin hassasiyeti göz önünde tutularak ambalajların üzerinde İsrail ile ilgili herhangi bir ibare bulunmaması şart koşulmuştu.
Aynı hassasiyeti Mersin’de düzenlenen ihracat evrakları üzerinde de gösterip, orijinal ihracat evraklarını bankaya teslim ettikten sonra birer kopyasını da yanıma alıp İran’a uçtum.
Hem savaş nedeniyle İran’daki posta hizmetinde aksamaları olabilir düşüncesi hem de müşteri ile biraz daha yakınlaşmak amacıyla, evrakların kopyalarını müşteriye kendi ellerimle teslim etmeyi planlıyordum.
Müşterimiz Urmiye (Eski adı Rezaiyeh) şehrinde yaşamaktaydı, oraya gidebilmek için önce Tahran’dan Tebriz’e uçmak, sonra da Türkiye ve Irak sınırları yakınlarındaki şehre otobüs ile 4-5 saatlik bir yolculuk yapmak gerekecekti.
Tahran’da kaldığım “Homa” Oteli’ndeki Türk arkadaşlarıma bu planımdan bahsedip görüşlerini almak istediğimde Türkiye’nin önde gelen firmalarından birinde ihracat yöneticisi olarak çalışan Levent Bey böyle bir seyahatte başından geçenleri paylaştı.
Tebriz’deki müşterisine bir teklif hazırlamak için otel odasında yanında taşıdığı portatif daktiloda (O dönemlerde dizüstü bilgisayarı yoktu) teklif yazısını yazarken aniden odaya eli silahlı birkaç Pasdaran (Devrim Muhafızı) girip, Levent Bey’i yere yatırmış, daktiloya ve yazdıklarına el koymuş. Gelenlere izah etmeye çalışsa da Pasdarlar (fotoğrafta) Latin harflerini okuyamadıkları, belki de hiç okuma yazma bilmedikleri için Levent Bey’i karakola götürmüşler. İşin aslı ise daktilo sesini duyan otel görevlisi Levent Bey’in yabancı ajan olduğunu zannedip şikayet etmiş, neyse ki olay anlaşılınca serbest bırakılmış…
Tebriz’den bindiğim eski model, uzun burunlu bir otobüs mola vermeksizin 5 saatlik yolculuk sonrası saat 16.00 sularında Urmiye’ye vardı. Müşterimiz ile ertesi sabah buluşup beni şehir dışındaki fabrikasına götüreceği için henüz vakit varken biraz şehri dolaşırım diye planlıyordum.
Otele kayıt yaptırırken resepsiyondaki görevli akşam yemeği yiyip yemeyeceğimi sordu. “Saat henüz 16.30, yemek için erken değil mi?” diye karşı soruyla cevap verdim ama görevli “Saat 18.00’den sonra sokağa çıkmak riskli olabilir, zira o saatten sonra güvenlik güçleri şehri boşaltıyor, dağdaki Peşmergeler şehre iniyor sabaha kadar sokaklarda onlar olacak, o yüzden henüz vakit varken aşağıdaki lokantada yemeğinizi yiyin” dedi.
Meğerse Urmiye şehri paylaşılmış Sabahtan akşama kadar İran güvenlik güçleri, akşamdan sabaha kadar da Peşmergeler şehirde hüküm sürüyormuş.
Bu durumda şehri dolaşmak hayal oldu, sabahı güç edip, ertesi gün fabrikada işlerimi bitirir bitirmez ilk otobüs ile geri döndüm.
Yurt dışına mal satabilmek için elinde çanta ile kapı kapı dolaşan ihracatçılarımızın karşılaştıkları binlerce farklı hikayeden sadece birisiydi bu yaşananlar, daha neler görecektik, kim bilir…
1.bölüm
2.bölüm
3.bölüm