Anadolu insanının girişimci ruhu yeni bir olgu değildir. Binlerce yıl öncesine uzanan ve eşsiz coğrafi ve kültürel bağlamıyla şekillenen bölge tarihinin dokusuna işlenmiş bir özelliktir.
Anadolu’ya ilk göçler, daha verimli ve güvenli topraklar arayan neolitik topluluklar tarafından gerçekleştirilmiş ve böylece Anadolu onların yeni yurtları olmuştur. Erken dönem Anadolu topluluklarının izlerini Göbeklitepe gibi yerlerde görmekteyiz.
Anadolu insanı, doğanın cömertçe sunduğu nimetleri toplayıp bir yandan tüketirken, diğer yandan bu armağanları ilerlemek için araçlara dönüştürdü. Örneğin Göbeklitepe’de yaşayan atalarımız 11 bin yıl önce çeşitli sanatlar üretirken, bazı Ege adaları henüz ada değildi hatta İstanbul Boğazı henüz açılmamıştı.
Neolitik dönemin “Anadolu Kaplanları”, tarım yapmayı öğrendiğinde artı ürün elde etti ve bunu stokladı. İhtiyaca göre ürün fazlasını komşu topluluklarla takas ticaretinde kullanma olanağı buldu.
Yiyecek bulma korkusunun azalmasıyla birlikte, çaresizlik duygusunun yerini doğaya egemen olma arzusu aldı. Anadolu’da bakır, obsidyen, altın, gümüş ve diğer maden yataklarının keşfi, teknolojik bir atılımı tetikledi. Bu madenler, sadece Anadolu’da değil, küresel ticarette de önem kazandı. Örneğin, bronz Anadolu uygarlıklarının bel kemiğini oluşturdu denebilir.
Çömlekçi çarkının kullanımı, Anadolu’da Tunç Çağı’nda teknolojik ilerlemeyi destekleyen ve ürün çeşitliliğini genişleten önemli bir gelişmeydi. Bu sayede topraktan çeşitli güveçler, yiyecek ve içecek saklama kapları, kandiller, vazolar ve çeşitli süs eşyalarının seri üretimi olanaklı hale geldi.
Anadolu’ya göç eden yeni kavimler bölgenin dinamizminden etkilenmiş, üretim ve ticaret süreçlerine katılmışlardır. Hatta Hindistan gibi uzak coğrafyalardaki topluluklarla bile ticaret yapmışlardır. Doğu-batı ve kuzey-güney ticaret yollarının kesiştiği bu topraklarda binlerce farklı mal üretilmiş, ticareti yapılmış ya da taşınmıştır.
Anadolu’nun ticaret yolları zamanla Roma yollarına, Kral Yolu’na, İpek Yolu’na ve Selçuklu kervan yollarına dönüşerek malların kavimler, devletler ve kıtalar arasında taşınmasını kolaylaştırdı.
Kayserililer, günümüzden 4.000 yıl önce Asur tüccarlarına Karum’da tarihin ilk kalıcı fuarını açmaları için izin vermişlerdir. Bilinen ilk resmi gümrükleme işlemleri burada başlatılmıştır. Karum arşivlerinde bulunan çivi yazılı tablet notları, Kayseri’nin o zamanlar dokumaya %5, kalaya ise %3 gümrük vergisi uyguladığını göstermektedir.
Malların taşınması, değerlerinin belirlenmesi ve nakliye sırasında güvenliğinin sağlanması 3.500 yıl önce oldukça zorlu bir görevdi. Çeşitli deneyimlerden yola çıkılarak yazılan Hitit yasaları, ticari taşımacılığı da şekillendiren hükümler içeriyordu. Bunlar arasında malların gümüş cinsinden değerini gösteren listeler de yer alıyordu.
Hitit ticaret yasaları, özellikle de 5. ve 6. maddeler, ticaret ve tüccarlar için devlet koruması sağlandığını anlatıyordu. Bu, tarihte ilk kez böyle bir korumanın tesis edildiği anlamına geliyordu. Yasalara göre, bir tüccarın canına veya malına zarar veren kişi önce tazminat ödemeli, çaldığı malları iade etmeli ve sonra cezasını çekmeliydi.
Standart bir değere sahip parayı ilk basan ve ilk sabit perakende satış mağazalarını açan halk olan Lidyalılar, Manisa ve Salihli bölgelerinde yaşamışlardır. Bankacılık Mezopotamya’da “tapınak mevduat emanetçiliği” olarak ortaya çıkmış olsa da, Laodikya (Denizli) gibi Anadolu kentlerinde kurumsallaşmıştır. Laodikya’nın ticaret yolları üzerindeki stratejik konumu bankacılık ve finans hizmetlerinin gelişmesini kolaylaştırmıştır.
Veysel Donbaz’ın Sadberk Hanım Müzesi’nce yayımlanan “Çivi Yazılı Belgeler” adlı çalışması, 3500 yıl önce günlük ticari yaşam ile hukuk arasındaki bağlantıyı gösteren tabletleri açıklıyor. Çalışmada ayrıca Asurlu ve Anadolulu tüccarlar arasındaki borç senetleri, mektuplar, mahkeme kararları ve sözleşmeler de anlatılıyor.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethinden yalnızca 7 yıl sonra dünyanın ilk ve en büyük alışveriş merkezi olan Kapalıçarşı’nın açılışını yaptı. 65 sokakta yaklaşık 4000 mağaza her gün yüz binlerce müşteriye ürün sunuyor. Bunlar bize ciddi bir girişim ve ticaret birikimi olduğunu açıkça gösteriyor.
Ticari girişimciliğin Anadolu’da bir tutku haline gelmesi tesadüf değildir. Ticaret ve girişimcilik insanımızın binlerce yıldır çok iyi yaptığı bir uğraştır. Ancak, kamunun üretime ve ticari hayata müdahalesi her dönemde Anadolu girişimciliğini zayıflatmıştır. Hükümetlerin ‘yandaş ekonomisi’ yaklaşımı her zaman girişimcilerin aleyhine işleyen haksız rekabet ortamı yaratmıştır.
Bazı hükümetler, asıl görevleri olan üretimi ve ticareti desteklemek ve denetlemek yerine, üçlü beşli gruplara odaklanana “girişimler düzeni” yaratmışlardır. Bu düzenin bileşenleri birçok kez vergi affına uğramıştır.
Ne yazık ki, yalnız Anadolu’da değil dünyanın her yerinde yandaş ekonomisi düzeni ile ilerlemek, siyasi istikrarsızlığa yol açan faktörleri de beraberinde getiriyor fakat bunun acısı sonra çıkıyor. Yandaş olmayanların ötekileştirilmesinin doğal bir sonucu olarak, bu toprakların tarihsel girişimcilik tutkusu zarar gördü.
On yıllardır süren kur dalgalanmaları, yüksek enflasyon, artan faiz oranları ve finansmana erişimde yaşanan zorluklar, girişimcilerin yeni yatırımlardan çekinmelerine neden oldu.
Bunun yanı sıra, kanımca, bölgedeki jeopolitik gerilimler de girişimcilerin güvenini sarsmış ve yatırım kararlarını olumsuz etkilemiştir.
“Anadolu Kaplanları” olarak bilinen girişimcilere ne oldu?
Bu sorunun tek bir yanıtı yok.
Bildiğim bazı örneklere dayanarak söyleyeyim; “Anadolu Kaplanları”nın bir kısmı daha öngörülebilir ve sürdürülebilir ekonomik ortamlar bulmak için Avrupa ülkelerine yöneliyor ve Anadolu’dan ayrılmanın yollarını araştırıyor.
Ancak, tüm zorluklara karşın Anadolu’daki girişimcilik ruhunun dirençli olduğu ve tarihsel köklerinden güç alarak ayakta kaldığı belirtilmelidir.