5 Şubat 1937 tarihinde laiklik ilkesi 1924 Anayasası’na girdi.
Mülkiye’den sınıf arkadaşım, bu tür tarihi gelişmeleri yakından izler ve sosyal medya üzerinden bizlere hatırlatır. Bu kez de öyle oldu. Arkadaşım şunları yazmış:
“Bundan 87 yıl önce, 5 Şubat 1937 tarihinde, 1924 Anayasası’nın ikinci maddesinde yapılan değişiklikle, Atatürk Devrim ve İlkelerinin en önemlilerinden biri olan laiklik, CHP’nin 6 Ok’undaki tüm Devrim İlkeleriyle birlikte Anayasa’ya girmiştir. Bu hayati ilke, 1961 ve 1982 Anayasası’nın ‘Değiştirilmesi önerilemeyecek’ ilk dört maddesi kapsamına alınarak, ilkeye dokunulmazlık kazandırılmıştır.”
Laiklik ilkesinde ilk adım 10 Nisan 1928 tarihinde atılmıştı. Bu tarihte devletin bütün dinlere eşit mesafede olmasını sağlamak gerekçesiyle 1924 Anayasası’nda yer alan “devletin dini İslam’dır” ibaresi kaldırılmış ve laik hukuk devleti yolunda ilk adım atılmıştı. 1937 yılında ise laiklik, devletimizin değiştirilemez bir temel niteliği olarak Anayasa’ya girdi, böylece Türk halkı laikliği siyasal hayat ilkesi olarak benimsedi.
Anımsamakta fayda var: 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına saygı temeli üzerinde kurulmuş, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Vazgeçilmez bireysel haklar ilkesi üzerine kurulmuş bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti ırk, din, etnik köken farkı gözetmeksizin tüm vatandaşların bireysel haklarının Anayasa’yla ve diğer yasalarla güvence altına alındığı bir demokrasidir. Devlet düzeni olarak Cumhuriyet, Osmanlı düzeninin tam karşıtıdır. Kimi şeriat taraftarlarının ileri sürdüğü gibi, eski padişahlık düzeninin karşıtı laiklik değil, demokrasidir. Din ile devlet işlerini birbirinden ayıran laiklik ilkesi demokrasinin bir ön koşuludur, belki de en önemli ön koşulu.
Laiklik Atatürk’ün belirttiği gibi, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti demektir. Laiklik Atatürk ilkelerinin temel taşıdır. Teokratik devletten demokratik hukuk devletine geçişin göstergesidir. Bir uygarlık, özgürlük, insan hakları ve çağdaşlık ilkesidir. Aklın öncülüğünde, bilimin ışığında demokrasinin ve insan haklarının garantisidir. Çağdaş uygarlık düzeyine çıkmak için atılmış önemli bir adımdır. Laiklik insan olmaktır. Bu ülkede birlikte yaşamanın teminatıdır. Laiklik din düşmanlığı değildir.
Günün anlam ve önemini belirten mesajlar yayınlanıp yayınlanmadığına bakmak amacıyla internette dolandım. İki kadın sivil toplum kuruluşunun mesajları dikkatimi çekti. İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği mesajlarında, laikliğin demokrasinin ve kadın haklarının güvencesi olduğunu vurgulamış. Barış içinde birlikte yaşamanın teminatı olduğunu belirtmiş. Laiklik İlkesini korumak için mücadeleye devam olunacağı ifade edilmiş. Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği ise, laikliğin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin yapı taşı olduğunu belirtmiş. “Laiklik, aklın özgürlüğüdür. Egemenliğin kaynağının gökyüzünden yeryüzüne indirilmesidir” demiş.
İnternette dolaşırken, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, laikliğin kabul edilişinin 72. yıldönümü dolayısıyla 10 Nisan 2000 yılında yayınladığı mesajı gördüm. Mesaj, günümüzde bu konuda sürdürülen tartışmalara ışık tutacak nitelikte. Demirel mesajında, “Büyük Atatürk’ün eşsiz deha ve ileri görüşlülüğü sayesinde, çağdaş demokratik açılımları mümkün kılacak dinamik bir yapıda kurulan Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” dedikten sonra laiklikliğin kabulünün tarihçesini hatırlatmış. Demirel mesajında “Laik Cumhuriyet, sadece din ile devlet işlerini ayırmamış, tüm vatandaşlarımızın temel hakları olan din ve vicdan hürriyetini en iyi şekilde kullanmaları ve ibadetlerini serbestçe yerine getirebilmeleri için çok önemli bir ortam da yaratmıştır. Binaenaleyh laiklik, din ve vicdan hürriyetinin şemsiyesi olduğu gibi, toplumsal barışın da en önemli şartıdır” demiş.
Demirel’in mesajını okurken Cumhurbaşkanı ve AKP Başkanı Erdoğan’ın bir süre önce Diyanet Akademisinde yaptığı konuşmadaki şu ifadelerini anımsadım
“Farklı maskeler altında şeriat düşmanlığı var. İslam’ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık esasında dinin bizatihi kendisine husumettir. İnanıp inanmamak, yaşayıp yaşamamak elbette bir tercih meselesidir. Ama dinin emirlerine dil uzatmak başka bir konudur.”
Konuşma, adliye koridorlarında şeriat sloganlarının atıldığı, mitinglerde hilafet bayrağının açıldığı ve bu konuda toplumda tepkilerin büyüdüğü bir döneme rastlıyor.
İki mütedeyyin devlet başkanı iki farklı üslup ve bakış açısı. Yıllar öncesine döndüm. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenci olduğum yıllarda (1964-68) ve sonrasında çoğu zaman Demirel Başbakan’dı. Demirel kimi zaman mütedeyyin vatandaşların inançlarını siyasete alet eden demeçler verirdi. Bu durum toplumun laikliği savunan kesimlerinde tepkiyle karşılanırdı. Biz “68 Kuşağı” Mülkiyeliler, Prof. Dr. Muammer Aksoy, Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Prof.Dr. Bahri Savcı gibi hocalarımızın ” Laiklik uygarlığın temelidir. Laiklik ilkesi olmadan demokrasi de, hukuk devleti de, insan hakları da olmaz” şeklindeki öğretileriyle yetişmiş ve bu ilkeyi benimsemiştik.
Kimi zaman Kurtuluş’tan, Kızılay’a omuz omuza yürür Kızılay’da mitingler düzenlerdik. Demokrasiyi, laikliği, sosyal hukuk devletini ve bağımsızlığı savunurduk. Komşumuz Hukuk Fakültesi öğrencileri ile Tıbbiyeliler ve Dil Tarih Fakültesi öğrencileri bizlere destek olurdu. Demirel, bu gösterilerimizi hoşgörü ile karşılar “yollar yürümekle aşınmaz” derdi. Hiçbirimizin aklına ileride o yılları özlemle anacağımız gelmezdi.
Zaman içinde o tarihlerde hiç düşünmediğimiz gelişmeler gerçekleşti. O yıllarda önemsemediğimiz, küçümsediğimiz köktendinci gruplar, koşulların elvermesi ile büyüdükçe büyüdüler. Siyasi partiye dönüşerek iktidar oldular. Laiklik her geçen gün daha yıpratıldı. Kamu kurumlarında laikliği, demokrasiyi savunanlar etkisizleştirildi, yerlerine liyakatsız kişiler atandı. Medya önemli ölçüde etki altına alındı. Tarikatlar, cemaatler kamunun kritik kurumları içinde giderek güçlendi. Milli Eğitim Bakanlığı çocukların eğitimine yardımcı olmak amacıyla tarikatlarla protokollar imzaladı. RTÜK tarikatların baskısıyla TV’lerdeki dizileri yasakladı. Kız çocuklarının evlendirilmelerine kimse ses çıkarmaz oldu. Yargı-siyaset ilişkisi laikliğin korunması açısından da tartışılıyor. Laik, demokratik Cumhuriyeti savunanlar gelecekten endişeli. Din esaslı devlet kurma heveslerinin eylemlerini, söylemlerini kaygıyla karşılıyorlar.
Diyanet’in kimi açıklamaları da bu çerçevede eleştirilerek, 1924’te kurulan bu kurumun fabrika ayarlarına dönmesi, tarikatlara mesafeli davranması isteniyor.
Bu koşullarda ne yapmak gerek?
Öncelikle laik Cumhuriyete sahip çıkma görevi TBMM’ye düşüyor. Yüce Meclis’te, başta CHP demokrasiyi, laikliği savunan partiler, bu gelişmelere karşı açık ve net bir tutum almalılar. Keza demokrasiyi, laikliği benimseyen sivil toplum kuruluşları, parlamento dışı muhalefet gerektiğinde güç birliği yaparak ağırlıklarını hissettirmeli. Kadın dernekleri laikliği korumak amacıyla mücadelelerini sürdürmeli.
Demokrasiyi, laikliği savunan medya da benzer bir tutum içine girmeli. Yılmamak, sinmemek gerek. Anayasa’dan alınan güçle Atatürk’ün gösterdiği yolda yürümek gerek, laikliğe sahip çıkmak gerek.