Çalmak deyince aklınıza ne geliyor?
Hepimiz bu kelime hakkında verilere dayalı birçok örnek verebiliriz. Çalınan eşya, çalınan zaman, çalınan hayat, çalınan adalet, çalınan çocukluk, çalınan hak ve hukuk, huzuru çalmak, fikir çalmak…
Peki kişi neden bunu yapar?
Kendimize hakim olamadığımız için mi? Dünyevi arzularımıza karşı oluşturduğumuz ölçüsüz tutumlarımız mı? Kendimizi her şeyin üzerinde görme yanılgımız mı?
Bir yerde şöyle bir açıklama okumuştum: Çalma ihtiyacı aslında kendimize inancımızı yaratabilmek için bizdeki inanç eksikliğinden kaynaklanır.
Hayatta “eksiklik” hissettiğimiz an ise aşırı arzu ve açgözlülük doğar. Bu “boş” hissi doldurmak için bir şeyler aramaya başlarız. Sürekli beklenti içerisinde olmak ve ölçüsüz talepler ile hareket etmek zihnimizin dikkatinin dağılmasına imkan tanır.
Kişinin açgözlülüğü ve yapay ihtiyaçlara olan düşkünlüğü de “Asteya” ilkesinin uygulanmasında kişiyi yanılgılar içerisinde davranmaya yöneltebilmektedir.
Şu an şahit olduğumuz ve hepimizi olumsuz etkileyen veya etkileyecek olan durumların temelinde, dikkatimizin niteliğinin önemli ölçüde istikrarsız olması ve bu durumun zihnimizde yanılgı ve cehalet oluşturmasıdır diyebiliriz.
Zihnin dikkatinin niteliği ve niyeti tüm evren için ne kadar önemli değil mi?
İşte bu bağlamda; yoga, özümüzün yüksek bilince ulaşabilmesi için belli ahlak kuralları sunmaktadır.
Bu kurallara “Yama” deniliyor. Topluma ve dünyaya olan yaklaşımımızla ile ilgili disiplin kurallarını içeren “Yama”lar dan üçüncüsü ise hırsızlıktan çekinme, çalmama “Asteya” ilkesidir.
Sanskrit dilinde “Steya” çalmak anlamına gelir. “Asteya” ise kişinin eylem, konuşma, düşünce ve davranış yolları ile bir başkasının malını ister maddi ister manevi olsun, çalma niyetinin olmamasını gerektirir. Kendine ait olmayanı almamaktır.
Çalmak kelimesini düşünmek, bana her zaman cömert olan doğaya karşı davranışlarımızı hatırlatıyor.
“Asteya” ilkesinin dışında davranmak cömert doğada yıkıcı sonuçlara sebep olabilmektedir. Şu an buzulların erimesi, gezegenimizdeki iklimin değişmesi, suların kirlenmesi, pek çok canlı türünün yok olması tehlikesi, kuraklık gibi daha örneklerini çoğaltabileceğimiz her şey, doğadan çaldıklarımızın ifadesi ve olumsuz sonuçlarıdır.
Doğadaki bir çiçeği, vazomuzda daha güzel görüneceği için koparmamız bile “Asteya” ilkesini yok saymaktır. O çiçek bize değil doğaya aittir.
Bir başkasının yaşam becerilerini kıskanarak rol çalmak, üretenin fikirlerini çalmak, ürünlerini kopyalamak, kitapların korsanlarını almak da çalmaktır.
“Asteya”yı düzenli uygulamak, kişinin kendine hakim olabilmesi, aşırılıktan kaçınması ve ölçülü davranabilmesi için erdemini genişletmesine olanak sunar.
Hepimizin üzerine düşen görev, kendi öz benliğimizi anlayabilmek ve zihnin önündeki engelleri görebilme cesareti ile hareket edebilmektir. Gerçek olan ile gerçek olmayanı fark etmek, kavramak bu engellerin kalkabilmesi için bir güç oluşturur.
Bu pratikte, kendimize yeterli ve kendi içimizde bütün olduğumuzu bilmek, daha az istemek ve arzulamak için anahtardır.
Eksiklik duygusu ve buna bağlı ölçüsüz istek ve arzular ortaya çıktığında, kendimize nazikçe hatırlatalım: “Ben yeterliyim.”
Namaste…