İnsan bu her gün doğası gereği zaten düalist (ikicilik*) bir mantık içerisinde çelişkilerin, çatışmaların, bunalımların iç içe olduğu bir düzende yaşamı anlamlandırmaya çalışıyor.
İnsan daha kolay çözümlenir, daha yalın, daha anlaşılır bir duruma getiren bir bilinç mantığı ile hareket etmeli. Burada söylemek istediğim, evren var olduğundan beri, onu oluşturan bütün unsurlar birbirleri ile karşılıklı düalist bir ilişki, iletişim ve etkileşim içinde. Kendimizi, hayatı, aklınıza gelebilecek her şeyi kavramlarla düşünürken ve dünyayı betimlerken genellikle zihinsel ve fizikî yönler arasında iki ayrım yaparız.
Düalist bir anlayışın sonucu olarak insan düşüncesinin birleştiriciliği kendi iç dünyasında yaşama dair kutuplar da doğurmuştur. Bireydeki bu çatışan unsurlar düalist zıt mantığa dayanır, doğadaki her varoluş varlığını sürdürebilmek için dengeye ihtiyaç duyar. Aslında doğada ateş, su, toprak ve hava gibi zıt görünen unsurların birbirlerinin varlık sebebi olduğunu, bunun yanı sıra varoluşu dengede tutan en önemli sebepler olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz.
Gerçek olan şu ki, evren, doğa, insan, her şey hareket hâlindedir, sürekli değişir ve gelişir. Her şey zıddı ile bilinir, bu zıtlık birliktir, birbirinden ayrılmaz bir ilişkidir. Çelişkilerle dolu bir hayatta hepimiz her an tezat duygularla ve düşüncelerle karşı karşıyayız. Bir bakıyorsunuz birileri için üzülürken birden sosyal medyada sevinç naraları ile paylaşım yapıyoruz. Nevrotik bir hastanın yaptığı oksimoron çelişkilerle ortaya çıkan dengesizlikler gibi…
Şiddet ve nefret söyleminin belli kesim ve grubu doğrudan hedef aldığı ama bununla sınırlı kalmadığı rezil paylaşımlar. Herkes birbirinden nefret ediyor. Dünya iki unsur üzerinden, din ve milliyetçilik adı altında ilerliyor. Bu unsurların çarpışmasının bir uyum, oluşum ve doğuş getirmeyeceği kesin görünüyor. Bugün “kozmopolitanizm” yani “dünya vatandaşlığı” yerine bölünmüşlüğe, nefrete, ön yargılara götüren ideolojik bir yokluğa girmiş insanlık ile karşı karşıyayız. Bu durumun bizi götüreceği yer acılar, savaşlar, baskılar, soykırımlar, dinsel, kültürel ve ideolojik ayrışmalar.
Günümüz koşullarına baktığımızda dünyada altın, elmas petrol, doğal gaz vb. kaynakların yoğun olarak bulunduğu yerlerde ülkelerin ortak kaderi zulüm, acı, ölümler, çevre felaketleri, işgaller ve sömürüdür. Ben bunu söylerken bugün G-8 üyesi sekiz ülke, Birleşmiş Milletler’e üye bütün ülkelerin toplamından daha egoist davranıyor. Dünyanın yer altı ve yerüstü kaynaklarını kontrol ederek kendi çıkarlarına, isteklerine ve bencilliklerine göre hareket ediyorlar. Dünyada var olan yer altı kaynaklarının %90’ından fazlası bu egoist ülkeler tarafından kontrol ediliyor. İşte bu bencil insanlar kendi vicdanları, arzuları, iradeleri ve tercihleri doğrultusunda bir hayat sürüyor. Egoist insanın anayasası kişinin kendisidir. Bencil insan kendi sesini dinler. Devletler de aynı insanlar gibi egoisttir.
Genel anlamda hayatı anlamlı ve mantıklı yaşayabilmek için düşünceler, görüşler ifade edilir. Öz sevgi, toplumsal eşitlik ancak insan sevgisinin öğretilmesi ile olabilir. Ben insanlar arasında din, dil, ırk, cinsiyet, yaşam biçimi tercihleri, siyasal, kültürel sosyal ayırım yapmaksızın sevilmesi gerektiğine inanıyorum. Herkesin bir hikayesi olduğunu, hepsinin bir kitap gibi okunması gerektiği düşüncesindeyim. Hümanizm, hoşgörü, insaniyeti oluşturan varlığının delili olan, farklılığını ortaya koyan sağlam yoldur.
İnsanlar hem diğer insanlara hem de canlılara karşı toleranslı, daha insancıl, duygular, düşünceler besleselerdi bu kadar iç karartıcı, acılarla dolu dünyada yaşıyor olmazdık. Çünkü tolerans başka duygulara, düşüncelere, davranışlara, inançlara saygılı olma ve onlardan rahatsızlık duymama halidir.
İnsanın içindeki düalist anlayıştan hangisini beslerse onun kazanacağı fikrini en iyi anlatan bir Kızılderili hikayesi var…
Yaşlı Kızılderili kulübesinin önünde torunu ile otururken az ilerde iki köpeğin birbirleriyle kavga ettiğini görür. Köpeklerden biri beyaz, diğeri ise siyahtır. Çocuk, “Dede bu köpeklerden hangisi kazanır” diye sorar.
Dede çocuğa dönerek köpeklerin renginin hiçbir şey ifade etmediğini, her iki köpeğin birer simge olduğunu söyler. Bu sözü düalist bir mantığın zıtlıkla pekiştiği iyiliğin ve kötülüğün içimizdeki varoluşun dışa yansıması olarak düşünebiliriz.
Çocuk bu dedesinin bu açıklaması üzerine merakla tekrar, “Peki ama sence hangi köpek kazanır” diye sorar.
Dede torununa döner ve “Hangisine daha çok kemik verip beslersem o kazanır” der.
Aslında hayattaki bütün anlamlar da bu düalist mantık sayesinde kuruluyor. O yüzden hayat düalist anlamlı ve belki de kişinin bu zıtlıklar içinde dengede kalabilmesi, yaşamayı ne kadar becerebildiğinin bir ölçütü; içimizdeki iyi düşüncesini, duygusunu sevgi ile beslemek gerekiyor.
Kısacası, evren var olduğundan beri onu oluşturan bütün unsurlar birbirleri ile düalist bir ilişki, iletişim ve etkileşim içindedir.
Görsel: Cristian Dimitru
*Düalizm (İkicilik): Birbirine karşı çıkan iki temel kavramın var olduğuna dair ahlaki veya ruhsal inanç.