Geçen hafta İsviçre’nin ekonomik yapısına değinerek yazımı sonlandırmıştım. Bu haftaki son bölüme eğitim sistemini anlatarak başlıyorum.
Ülkede eğitim sistemi bizdeki gibi merkeziyetçi değil. Anayasa gereği eğitimin düzenlenmesi ve içerikleri kantonlara bırakılmış. Çoğu kantonda okul öncesi eğitim 4-5 yaşlarında başlıyor. Bazısında ücretli, bazısında ücretsiz. Ücreti karşılığı çalışan ebeveynlerin çocuklarını kreşe götürmeleri de olası. 5-6 yaşlarında ilkokul başlıyor. Yaşanılan kantonda ağırlıklı olarak kullanılan dilin yanı sıra erken yaşlarda ikinci bir dilin öğretimine başlanıyor. Öğretilen ikinci dil ülkenin resmi bir dili oluyor. Örneğin Almancanın geçerli olduğu bir kantondaysanız, ikinci dil genellikle Fransızca oluyor. Ancak, 2000’den sonra bazı kantonlarda İngilizceye de öncelik verilmeye başlanmış.
Ortaokulda öğrenciler genellikle üçe ayrılıyor. En yetenekli oldukları düşünülenler liseye devam ediyor ve Matura adı verilen bir sınavı vererek yüksek öğrenime devam edebiliyorlar. Bakalorya ve Abitur gibi oldukça zorlu bir sınav.
İlk, orta, lise ve üniversite eğitimleri ücretsiz. Ancak, isteyen paralı eğitimi de seçebiliyor. Eğitimde ezbercilik yok, öğrencilerin görerek, araştırarak, deney yaparak öğrenmesine öncelik veriliyor. İlkokul birinci sınıfta dershaneye konan bir kuluçka makinesinde civcivlerin yumurtadan çıkmasını izlemek buna bir örnek. Yumurtadan çıkma okul dışı bir saatte de söz konusu olabileceğinden, internet üzerinden gelişmeleri anlık olarak evden izlemek de olası. Aynı şekilde müzelere gittiğinizde eğitmenleriyle gelmiş pek çok sınıfa ders anlatıldığını görebiliyorsunuz. Doğa gezileri de bu eğitimin bir parçası.
Çocuklara gereksiz bilgilerin verilmemesine dikkat ediliyor. Örneğin Çin’in büyük akarsuları ezberletilmeye çalışılmıyor. Mecburi din ve ahlak eğitimi gibi zorlamalar da yok. Amaç hür fikirli, yaratıcı bireyler yetiştirmek. Endoktrinasyon (aşılama) yapılmaya çalışılmıyor.
Toplamda yüksek standartta 12 üniversitenin olduğu İsviçre’de, en tanınmış olanlar daha önce de belirttiğim ETH ve Zürih Üniversitesi. Temel bilimler, yönetim bilimleri, dallarında oldukça önemli başka üniversiteleri de var. İsviçre, Avustralya’dan sonra dünyada en fazla yabancı öğrencinin okuduğu ülke.
Küçücük İsviçre bilimde harikalar yaratmış. Bu ülkede çalışmalar yapmış bilim insanları arasında en bilineni Albert Einstein. Aslen Alman olan Einstein, 1895’te ETH sınavlarına girmiş ama başarısız olmuş. Fakat fizik ve matematik dehası olduğu fark edildiğinden, sonunda yine de üniversiteye kabul edilmiş. 1896’da Alman vatandaşlığından çıkan Einstein İsviçre vatandaşı olmuş. 20. yüzyılın başında Bern’e yerleşen Einstein İzafiyet Teorisi’ni (görelilik) burada geliştirmiş ve 1921’de Nobel ödülünü kazanmış.
Einstein dışında, İsviçre’deki bilim ortamında yetişen ve Nobel ödülü alan yedi bilim insanı, dokuz araştırma yapan organizasyon daha var Franz Euler de en tanınmış matematikçileri. Dünyada bugüne kadar verilmiş olan Nobel ödüllerinin 114’ünü bir şekilde İsviçre ile ilişkilendirmek mümkünmüş. Yani ülke, boyuna posuna bakmayın, tam bir temel bilimler devi.
Parçacık fiziği konusunda dünyanın en önemli araştırma merkezi CERN de Cenevre yakınlarında, Fransa ve İsviçre topraklarının altında dev bir çember oluşturuyor. Tek bir atomu bile görebilen taramalı tünelleme mikroskopu (STM), dünyanın denizlerdeki en derin noktasına inebilen batiskaf bu ülkede tasarlanmış ve üretilmiş. İlaç sektöründe de valium (Diazepam) gibi pek çok buluş yapılmış. Uzay araştırmalarında da ülke önemli roller oynuyor.
İsviçre tükettiği enerjinin %56’sını hidroelektrikten, %39’unu nükleer santrallerden elde ediyor. Yani enerji üretiminde küresel ısınmaya etkisi oldukça sınırlı.
Jungfraujoch zirvesine giden dişli tren
Ulaşım açısından Avrupa’nın en yoğun demiryolu ağına sahip olan İsviçre’de, pek çok dağın zirvesine kadar dişli tren teknolojisiyle ve tüneller açılarak ulaşılmış. Neredeyse tamamı elektrikli olan demiryollarıyla yılda 600 milyon yolcu taşınıyor. Dünyanın en derin ve en uzun demiryolu tüneli, 57.1 kilometrelik uzunluğuyla St, Gotthard Boğazı’nın altından geçerek İtalya ile Batı Avrupa’yı en hızlı şekilde birbirine bağlıyor. Bu sayede ülkeyi transit geçen TIR trafiği yer altına alınmış. Otoyol şebekesi ise dünyanın en yaygınlarından biri. Ülkenin her yanına ve tüm komşularına demiryolu ve otoyol inşa edilmiş. Ayrıca etkin bir teleferik şebekesi ve göllerinde vapur trafiği var.
3454 metre yükseklikteki Jungfraujoch zirvesine giden dişli tren. 1896-1914 arasında inşa edilmiş
Çevreyi koruma açısından da dünyanın en başarılı ülkelerinden. Adeta tam bir baş belası olan katı çöp geri dönüştürme kuralları var. Kurallara uymayanları çöp detektifleri, attıkları çöpleri analiz ederek belirliyor ve çöpünü düzgün ayrıştırmayanlara çok ağır para cezaları veriliyor. İsviçre dünyanın en çevreci on ekonomisinden biri.
Erkeklerin %20-24’ünün, kadınların %6.5’inin esrar (marihuana) kullandığı belirlenmiş. İsviçre’nin beş kenti de Avrupa’nın en fazla kokain kullanılan kentleri arasında. Ülkenin en ciddi sorunlarından biri uyuşturucu. Kullananları cezalandırmak yerine tedavi etmeye önem veriyorlar. Ayrıca AIDS, sarılık gibi hastalıkların yayılımını önlemek için devlet bedava enjektör dağıtıyor, tedavi olanakları sağlıyor. Ek olarak bağımlılara kontrollü olarak kullandıkları uyuşturucuyu veya zararsız türevlerini vererek para bulmak için yasadışı işlere girişmelerini engellemeye çalışıyor.
Toplumun tümü özel sağlık sigortası almak zorunda. Oldukça pahalı olan bu sigorta, ülkede yaşayan herkes için geçerli. Sigorta şirketleri sağlık durumuna bağlı kalmaksızın herkesi sigortalamakla yükümlü. Hastalık ya da engel durumuna göre ayrım yapılamıyor.
Verem ve sinir hastalıkları sanatoryumlarının öncülerinden olan İsviçre’de her altı kişiden birinin sinirsel problemleri olduğu tahmin ediliyor. Sağlık hizmeti yüksek standartta ve toplum verilen sağlık hizmetinin kalitesinde genelde memnun.
Çok kültürlü bir toplum olan İsviçre, edebiyat, güzel sanatlar, mimari ve müziğe önemli katkılarda bulunmuş ve bu üretkenlikleri bugün de devam ediyor. Friedrich Dürrenmatt, Max Frisch gibi Almanca edebiyatın tanınmış yazarları bu ülkeden. Fransızca edebiyat açısından da Jean-Jacques Rousseau önemli isimlerden.
Johanna Spyri’nin Heidi’sini de aramızda okumayan pek yoktur sanırım. Hikâye Chur’da yaşamış olan Heidi Schweller’in gerçek yaşam hikâyesinden esinlenmiş. Ancak, İsviçre’de 1981’e kadar özellikle fakir ailelerin çocuklarının, iyi bakılamayacakları düşüncesiyle, ailelerinden zorla alınıp başka ailelere besleme olarak verilmiş, adeta köle gibi çiftliklerde çalıştırılmış olması da işin bir başka yönü. İsviçre bu utancıyla yeni yeni 2013’te yüzleşmeye başlamış. Heidi çizimlerinde kendisinin çıplak ayaklı çizilmesi de sanki bu rezaletin bir simgesi.
Çıplak ayaklı Heidi
En tanınmış ressamları da kübizmin babası sayılabilecek Paul Klee uzun yıllar Bern’de yaşamış. Ayrıca İsviçre’nin pek çok önemli müzik kompozitörü ve mimarı da var.
İsviçre’de spor deyince ilk akla gelenler kayak, snowboard ve dağcılık. En çok izlenen spor dallarıysa, futbol, buz hokeyi ve tenis. Tenis deyince Roger Federer’e değinmeden olmaz. Herhalde İsviçre’nin gelmiş geçmiş en başarılı ve uluslararası düzeyde tanınan sporcusu.
İsviçre mutfağına gelince… Peynir başta olmak üzere süt ürünleri tüm dünyada tanınıyor. Ülke dışında pek bilinmese de çok kaliteli şarapları var.
İsviçre’de çikolata kültürü apayrı bir olay. Belçika ile birlikte bu konuda tüm dünyada başı çekiyor. Lindt, Nestle, Cailler, Toblerone, Frey, Laederach, Sprüngli, Milka, Suchard en tanınmış markalarından bazıları. Ayrıca onlarca, belki yüzlerce artizan çikolata üreten butik işletmeler var. Çikolata İsviçre kültürünün bir parçası…
Ancak, peynir, şarap ve çikolata dışında İsviçre mutfağının hali neredeyse içler acısı. Bizim Türk mutfağının yanına yaklaşması mümkün değil. En tanınmış yemekleri kökenleri Bern’de olan röstli kabaca rendelenmiş peynir, tereyağı ve patatesten oluşuyor. Sote edilerek veya tavada hafifçe kızartılarak yapılıyor. Fırınlamak da bir seçenek. Son yıllarda içine, başta karabiber olmak üzere çeşitli baharatlar, salam, elma vs. eklenerek daha leziz bir hale getirilmeye başlanmış. Bern’de kahvaltı amaçlı olarak yaratılan röstli şimdi normal yemek olarak tüketiliyor. Yanında ıspanak, küçük soğanlar ve kornişon turşusu ile sunmak da olası.
Rösti daha çok Almanca konuşulan bölgelere ait bir yemek olsa da, tüm ülkede yapılıyor. Fransızlar Bern kökenli olması nedeniyle bu yemeğe “röstis bernais” adını veriyor. İsviçre’nin Fransızca ve Almanca konuşulan bölgelerini birbirinden ayıran dil sınırına “Rösti Hendeği” adı da veriliyor.
Ağır ateş üzerinde kaynayan erimiş peynire, özel çatallarla, ekmek, sebze veya et parçacıkları batırılarak tüketilen fondü ve yine peynirden yapılan ve patatesle servis edilen raklet de diğer bilinen yemekleri arasında.
Tüm bu yerel yemeklere ek olarak İsviçre’de dünyanın her köşesinden en kaliteli yemekleri sunan restoranlar var tabii. Aynı şekilde dünyanın her köşesinden gelen ürünlerle bu yemekleri evlerde de hazırlamak mümkün.
Yazımı Wilhelm Tell ile bitirmek istiyorum. Wilhelm Tell, çoğumuzun çocukluğunda okuduğu, aynı adlı kitapta geçen ‘İsviçreli’ bir halk kahramanı. Uri Kanton’undan. Anlatıya göre Tatar yayı kullanan Tell, İsviçre’nin Avusturya’ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesine katılmış. Avusturya imparatorunun İsviçre’ye atadığı valinin bir meydana astırdığı şapkasını selamlamadığı için idama mahkum olmuş. İdamdan kurtulması için ise oğlunun başına konan bir elmayı uzak bir mesafeden ok ile vurması şartı getirilmiş ve Wilhelm Tell bunu başarmış. Hikâye aslında oldukça uzun ve heyecanla okunuyor.
İsviçre bu efsaneyi iyice sahiplenmiş. Dünyaya sempatik görünmek ve turizmden para kazanmak için başarıyla kullanıyor. Ülkede Wilhelm Tell anıtları, adına, ülkeyi kuran ilk üç kantonu birbirine bağlayan, dağları, ormanları aşan yürüyüş yolları var.
Ancak, daha önce de belirttiğim gibi ülkeye adını veren Schwyz Kantonu’na gittiğimde gerçekle karşılaştım. Aslında Willhelm Tell diye bir İsviçreli yok. Tell’in büyük olasılıkla Kuzey Avrupa’da, Danimarka’da yaşayan bir halk kahramanı olduğu sanılıyor. Bluetooth isimli bir Danimarka kralına isyan etmiş. İsviçre folkloruna sonradan adapte edilmiş.
Sonuçta gerek Heidi, gerekse Wilhelm Tell gerçekleri anlatmayan hikâyeler…
Not: Bu yazım ilk olarak noktakibris.com sitesinde yayınlanmıştır.
İlk bölümü okumak için tıklayın