Hasan Erçakıca
Kıbrıslı Türklerin anayasa ihtiyacı ortaya çıktığı zaman, 1975 yılında Türkiye’den geldiği söylenen bir taslak ortalıkta dolaşıyor; zamanın en önemli muhalif liderlerinden biri olan Özker Özgür ise, “Hayır. Bu taslak Türkiye’den gelmedi. Bu taslak bilinen çevrelerin telkini ile birkaç Türkiyeli tarafından kaleme alınmış olabilir. Ancak benim Türkiye’m birkaç kişiden oluşmaz” diye itiraz ediyordu. Özgür, bir yıl kadar sonra (1976) Meclis’te yaptığı konuşmada ise, anayasanın zamanın CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ile yapılan görüşmelerden sonra “Devlet Başkanı (R.R. Denktaş) ile Yüce Meclis’teki yandaşlarının ödün vermek zorunda kalması” ile demokratik bir hal aldığını açıkladı.
1975 Anayasası, Türkiye’de hiç rastlanmadığı kadar demokratikti. Muhalifler talep etmiş ve Ankara’dan “demokrasi” gelmişti.
Şimdilerde olanlar, 1975’tekinin tam tersidir. Ankara’daki hâkim otorite, parti üyelerinin %60 oyuyla başkan olmuş ve partisini %40’a yakın oyla birinci yapmayı başarmış UBP Genel Başkanı Faiz Sucuoğlu’nu (fotoğrafta sağda) başbakan olarak görmek istemiyor. KKTC’nin Türkiye’nin mali desteğine muhtaç olduğunu düşünen UBP milletvekilleri ile koalisyon ortakları da bu isteksizliğe prim vererek Sucuoğlu’na karşı tavır almış görünüyorlar. Cumhurbaşkanı tarafından atanan ve 50 milletvekilinin 29’unun desteğine sahip olduğu düşünülen koalisyon hükümeti, beş milletvekilliğine sahip iki küçük ortak öyle istedi diye 30 Nisan Cumartesi günü yapılması gereken güven oylaması henüz gerçekleşmeden Tatar’a istifasını sundu. 23 Ocak’taki erken genel seçimden sonra yine Sucuoğlu başkanlığında kurulan hükümet de Ankara tarafından desteklenen bir bakanın görevden alınamaması yüzünden istifa etmek zorunda kalmıştır. Seçimden bu yana 100 günlük süre geçmiş olmasına karşın Sucuoğlu, başbakan olmayı bir türlü başaramadı.
UBP üyeleri “başımızda Sucuoğlu’nu görmek isteriz”; KKTC seçmeni ise “Sucuoğlu başbakan olsun” dedi ama Ankara itiraz etti ve “olmaz” dedi! Şimdi, Sucuoğlu’nun başbakan olmayacağı yeni bir hükümet kurulmasını bekliyoruz. Yeterince etkinlik kuramadığı için Ankara ile ilişkileri bozulma noktasına gelen Cumhurbaşkanı Tatar da bayram günlerini böyle bir hükümet için çalışmakla sürdürmekle geçirdi.
Kuzey Kıbrıs’ta, bu yaşananları ciddi bir demokrasi sorunu olarak görüp Sucuoğlu’na sahip çıkmaya çalışanların sayısı oldukça kısıtlıdır. Demokrasiden yana olduklarına kuşku duymamamız gereken muhalefet partileri sorunun çözümünü yeni bir erken genel seçimde görmektedir. Yeni bir seçimin halk indinde kabullenilmesi olasılığı ise zayıf görünüyor. Seçim olsa bile “bir şeyin değişmeyeceği” beklentisi var. Zaten erken seçime ilişkin talepler, sıradan bir siyasi argüman olmaktan ileriye gidemiyor.
KKTC halkı, Covid-19 salgınının hane halkı gelirleri ve ekonomi üzerinde yarattığı tahribatın ancak ve ancak Türkiye’nin yardımları ile telafi edilebileceğine inanıyor olmalı ki demokratik olmaktan daha çok, Türkiye’nin desteğini alacak bir hükümet arayışını sürdürüyor.
Türkiye’nin desteği olmadan kurulacak bir hükümetin, KKTC’nin kamu giderlerini karşılayamayacağından korkuluyor. Daha fazla vergi toplaması mümkün olmadığı gibi, tasarruf tedbirleri ile kısılacak gider de yok. Giderlerin neredeyse %90’ı maaş nitelikli… Tasarruf demek maaş kesintisinden başka bir şey değil… “Kendi istediğimiz hükümeti kurabiliriz” diyebilmek için “kamusal harcamalarımızı kendimiz karşılamaya hazırız” diyebilmek de gerekiyor ancak KKTC halkının buna ne niyeti var, ne de gücü!
Ankara’nın tercihleri arasından seçim yapılacak
1975 yılında Ankara’dan gelen demokrasi, Kıbrıs Türk halkının işine yaramamış görünüyor. Sanırım bu durumda yine, Ankara’daki otoritenin bizim için uygun gördükleri ile yetinilecek. Ankara’nın uygun gördüğü başbakan adaylarından biri seçilecek ve yeni bir hükümet de kurulmuş olacak.
Bu sayede KKTC’nin siyasi dinginliğe kavuşacağını ise beklememek gerekiyor. Ankara’nın tercih ettiği hükümet, Ankara’nın programını uygulamak istediği zaman kızılca kıyamet kopmuş olacaktır. Ankara’dan bol para gelsin diye siyasi tercihlerinden vazgeçenler bile yollara dökülecek, maaşlarından vazgeçmemek için direnecek ve Lefkoşa sokakları gösteriden geçilmeyecektir. Bugünkü Ankara’dan KKTC’ye demokrasi göndermesi elbette beklenemez ama Ankara’dan 1975 yılında gönderilen demokrasinin de gerçek anlamda bir demokrasi olmadığı böylece bir kez daha kanıtlanacak.