13 C
İstanbul
2 Mayıs 24, Perşembe
spot_img

Tarihten silinen diller

“Eski diller” terimi, Sümerce, Akadca, eski Mısırca, eski Yunanca, Latince, Fenikece, Elamca, Hunca ve Toharca gibi artık var olmayan arkaik dilleri ifade etmektedir. Anadolu’da da örneğin Luvice, Hattice, Hititçe, Urartuca, Galatça, Frigce, Karyaca, Lidyaca, Likyaca, Pamfilyaca, Pisidyaca ve Kilikyaca gibi bugün artık konuşulmayan diller vardı.

Bu dillerin her biri bir zamanlar belirli kültür çevrelerinde etkili iletişim araçları olarak kullanılmış ve çeşitli lehçelere hayat verdikten sonra tarih sahnesinden silinmiş dillerdir. Lehçeler ise zaman içinde sosyal ve ekonomik açıdan daha genç ve dinamik dillere bölünerek çoğalmışlardır.

Geçmişin bu tür arkaik dilleri modern zamanlarda artık konuşulmasa da, kalıntıları mevcut dillerde yaşamaya ve kullanılmaya devam etmektedir. Örneğin, 6. yüzyıldan 8. yüzyıla kadar Orta Asya’da yaşamış Göktürkler tarafından konuşulan Eski Türkçe arkaik bir dildir. Artık orijinal haliyle konuşulmayan bu dilin izleri modern Türkçelerde rahatlıkla sürülebilir.

Tarih öncesi dillerin ses ve sözcük envanterine ilişkin varsayımsal veriler göz önüne alındığında, dilin fiziksel ve bilişsel evrim sürecinin on binlerce değil yüz binlerce yıl sürdüğü söylenebilir. Dildeki fazlasıyla yavaş olan evrimsel ilerlemenin ardından son 3-4 bin yılda dillerde böylesine sofistike özelliklerin ortaya çıkması ilginçtir.

Bu durum bir balonun içindeki sıkışmış havanın serbest kalmasıyla açığa çıkan enerjiye benzetilebilir. Görünüşe göre diller çok yavaş ama sürekli olarak gelişmiş ve bunu yaparken de son birkaç bin yıl içinde karmaşık ama son derece organize gramer unsurları geliştirmiştir

Dillerin kökeni ve türleşmesi ile ilgili teoriler, evrim teorisine benzetilebilir. Tıpkı canlı türlerinin ortak yaşam ağacının farklı uzantıları olması gibi, modern diller de bu doğrultuda ortak bir atasal dilden türemiş uzantılar olarak görülebilir.

Normalde evrimleşen bir türün kökeninden uzaklaştıkça karmaşık hale gelmesi beklenirken, diller ilginç biçimde bu evrimsel yatkınlığın dışında kalmayı başarmış görünüyor. Ayrıca sosyoekonomik çevreyle içe dönük kapalı devre ilişkiler geliştiren dillerin bunu düzenli değil, değişken boyut ve katmanlarda başardığına tanık olmaktayız

Bugün çeşitli yabancılarla aynı coğrafyayı paylaşmakta bir sorunumuz olmayabilir, ancak arkaik topluluklar genellikle bundan kaçınmışlardır. Başka bir deyişle, coğrafi, siyasi, kültürel nedenlerle yabancılardan kopuk, vaha benzeri bir izolasyon içinde yaşarlardı. Bu toplulukların dilleri de doğal olarak çevredeki dillerden soyutlamış oluyordu.

Coğrafi olarak izole kalmış dil topluluklarını tanımlamak için Almancada “dil adası” anlamına gelen Sprachinsel terimi kullanılır. Dil adasını tanımlamada belirleyici etken, dilin doğduğu coğrafyadan kopuk bir bölgede konuşuluyor olmasıdır.

Tarihsel dil bilimcilere göre, kadim dillerin sofistike yapılar geliştirmelerinin en önemli nedeni, bu toplulukların dil adalarında yalıtık yaşamaları olabilir. Farklı diller birbirleriyle temas ettiğinde, karşılıklı etkilenmeler oluşması beklenir. Ancak temasın çok az ya da hiç olmadığı dönemlerin dil üzerinde konjonktürel etkiler yaratması doğaldır.

Korunma içgüdüsü ve işlevsel kalma refleksiyle dış kaynaklı deformasyona karşı direnç geliştiren diller, yeni formlar sentezlemek yerine eldeki sesleri, sözcükleri ve kuralları bükmeye yönelmişlerdir. Böylelikle dilde kompleks yapısal ayrıntılar geliştirme eğiliminin açığa çıktığı anlaşılıyor.

Dillerin yapısını karmaşıklaştıran bir diğer unsur da zaman içinde dil kodlarında ortaya çıkan istisnalardır. En sık kullanılan kavramlar daha erken yıpranma, bölünme ve düzensizleşmeye yatkın olurlar. Böylece bu düzensizleşmeden hem yeni istisnalar doğar hem de istisnalardan yeni kurallar oluşur.

Ters mantıkla, modern dillerin eski dillere oranla daha fazla komşuluk ilişkisi içinde oldukları için daha az kompleks detaylar geliştirdikleri söylenebilir. Farklı dil topluluklarıyla ticari temas arttıkça, iletişimin odağı genişler ve “bir şekilde anlaşılabilir olmaya” doğru kayar. Tarım toplumuna geçiş ve kentleşme, dillerdeki kolaylaşma sürecini hızlandırmıştır.

Günümüzde gençlerin dijital iletişime daha önce olmadığı kadar aktif katılımıyla dilde ve yazımda güçlü “kolaylaştırma” eğilimi görüyoruz. Sürekli veri yağmuruna tutulduğumuz bu çağda, gençler katı gramer kurallarını daha da esnetmeye çalışıyor. Gençlerin bu çabalarını dilde yozlaşma (dejenerasyon) olarak değil, yenilenme (rejenerasyon) olarak görmekte yarar var.

Sonuç olarak, kadim veya modern dillerdeki karmaşıklık göreceli ve özneldir. Bir dilde karmaşık görünen bir özellik, başka bir dilde olağan karşılanabilir. Her dil kendi özgün yaşam koşullarında değerlendirilmelidir.

Halil Ocaklı

Bayburt'un Sisne köyünde doğdu (1964). Gurbetçi çocuğu olarak Almanya'da yaşadı. Orada Yunan-Roma tarihi okudu. California Üniversitesi Berkeley, Doğu Asya Araştırmaları Enstitüsü'nde Proto-Altayca ve Eski Japonca ilişkileri üzerine çalıştı. Japonya'da Kyushu Üniversitesi'nde bir sömestr geçirdi. Türkiye ve ABD’de profesyonel turist rehberliği ve çevirmenlik yaptı. Rusya'da Tver Devlet Üniversitesi'nde çalışırken evlendi. Vedanta Felsefesi'ne takmış durumda! Farklı ülkelerde geçen 35 aksiyon dolu yılın ardından Bergamo’nun (İtalya) ve Antalya'nın sade sakinlerinden biri oldu.

Halil Ocaklı
Bayburt'un Sisne köyünde doğdu (1964). Gurbetçi çocuğu olarak Almanya'da yaşadı. Orada Yunan-Roma tarihi okudu. California Üniversitesi Berkeley, Doğu Asya Araştırmaları Enstitüsü'nde Proto-Altayca ve Eski Japonca ilişkileri üzerine çalıştı. Japonya'da Kyushu Üniversitesi'nde bir sömestr geçirdi. Türkiye ve ABD’de profesyonel turist rehberliği ve çevirmenlik yaptı. Rusya'da Tver Devlet Üniversitesi'nde çalışırken evlendi. Vedanta Felsefesi'ne takmış durumda! Farklı ülkelerde geçen 35 aksiyon dolu yılın ardından Bergamo’nun (İtalya) ve Antalya'nın sade sakinlerinden biri oldu.

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
666TakipçilerTakip Et
11,281TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler