14.9 C
İstanbul
26 Nisan 24, Cuma
spot_img

Sonuçta nefes alıyoruz!

Yıllar önce Can Dündar’ın “Yağmurdan Sonra” isminde, köşe yazılarından derlediği bir kitabını okumuştum.

Yeni bir gazetenin kuruluşu aşamasında aldıkları makine, teçhizat ve baskı sistemleri gibi malzemelerden bahsediyordu. Ne kadar son teknoloji ürünü olduklarının, binanın ne kadar akıllı teknolojilerle donatıldığının detaylarını veriyor ve muadilleri arasında Türkiye’nin uzak ara en iyi basım teknolojisi olduğundan bahsediyor ve sonra ekliyordu:

“Bir gün şiddetli bir yağmur yağdı ve gazetenin olduğu bölge dere yatağında olduğundan sel oluştu. Bizim o üst teknoloji makinalarımız hepsi suda yüzmeye başladı…”

Sonuç olarak şöyle diyordu, “Sizin standardınız ne kadar yüksek olursa olsun yaşadığınız yerin ortalamasının üstüne çıkamazsınız.”  

Kanadalı yazar Alain Deneault 2006 yılında yazdığı Türkçeye “Vasatizm, Aşırı Merkezin Politikası” diye çevirebileceğimiz kitabında “Vasatlık hükümdarlığında, ortalama olan bir kural hâline gelir; orta yolculuk hâkim olur, fikirler ve insanlar birbirinin yerine konabilir” diyor.

Ben günümüz teknolojisinin ve onun getirdiği yeni yaşam tarzının dünyadaki insanların çoğunluğunun anlama, içselleştirme ve adapte olma yetisinin çok üzerinde bir hız ve karmaşıklıkla gerçekleştiğini düşünüyorum. Birçok teknolojiyi kullanıcı olarak hayatımıza katıyoruz ama ne bunların nasıl gerçekleştiğini ne de gerek kendi özelimizde gerekse de toplumsal anlamda ne gibi farklılıklar yaratacağını biliyoruz. Özellikle iletişim alanındaki inanılmaz hız ve sosyal medyanın toplum yapısını ve ilişkilerini yeniden şekillendirmesi hala birçokları için bir WhatsApp mesajı yazmak ya da Facebook profili açmak dışında bir şey ifade etmiyor. Bütün bu bilinmezliğin yarattığı korku ve güvensizlik insanları vasatta birleştiriyor diye düşünüyorum. Çünkü vasat sizin çok az bir eforla hayatta kalmanızı sağlayan konforlu bir alandır. Vasatlığın devamı hayatın devamıdır onlar için. Bu konfor alanının sistematik olarak kurumsallaşmasının birkaç yöntemi var.

Birincisi vasatlığın toplumda bir erdem ve geçerli yeni değer olarak kabul edilmesi, ettirilmesi. Bu genelde yönetimde liyakatin değersizleştirilmesi ve toplumda farklı düşüncelerin marjinalleştirilmesi şeklinde politik bir uygulama olarak ortaya çıkar. Tanıl Bora vasatlıkla ilgili bir makalesinde şunları söylemiş:

“Vasatlığın muhafazakârlığı, kendini ‘marjinal nefretinde çok açık gösterir. Marjinale, standarttan sapana kahretmek, kendi vasatlığında memnun mesut kalmanın teyit ve teminatıdır. Vasat üstüne duyulan haset ve hınç da, vasatlık bilincini, kendi vasatlığını idrak etmeyi çok açık gösterir. Vasatlığın aslında en az bunlar kadar aşikâr bir mahfazası da, bol kepçe methiye ve rütbedir.” 

Liyakatsizliğin ve farklı düşüncelerin ortaya çıkmamasının getireceği başarısızlıklar için kalkan görevi gören bilinmez bir düşmanı vardır vasatın. “Bazı çevreler”, “karanlık güçler”, “dış mihraklar”, “düğmeye basan birileri…” bunlardan bazılarıdır. Sorarsan, “Kim bunlar” diye cevap, “Onlar kendilerini bilir” olacaktır. Dokuz kişi kalan rakibini yenemeyen bir takımın hocası, “Bazı karanlık güçler başarımızı istemiyor” diyerek işin içinden çok güzel çıkabilir bu manada.

Bir diğer mücadele bireysel cephede vasatın düzeni bozacak oyunbozanlara karşı mücadelesi ile oluşur. Bu oyunbozanların büyük bir kısmı savaşı ilk aşamada kaybederler çünkü onlar vasatlar tarafından yok sayılırlar, görmezden gelinirler ve vasata dönüşmedikleri takdirde hayatta kalamayacakları onlara altı çizili şekilde hissettirilir. Hâlâ ısrar edenler için zorlu bir yol başlar. Bu yol onların cesaretlerini kırıcı her türlü muameleyi gördükleri, heveslerinin kırıldığı ve başarılarının kıymetsizleştirildiği bir yoldur. Mesela yazılı sınavda en yüksek notu alır ama sözlüde kanaat notu ile elenir kadro alamaz, akademisyen olamaz, işe giremez.

Denault bir söyleşisinde diyor ki:

“Sistem, ortalama uzmanlıkta aktörlerin yükselmesini süper uzmanların ya da hiç uzman olmayanların aleyhine olacak şekilde teşvik ediyor. Hiç uzman olmayanların aleyhinedir çünkü işe yaramazlar; sistemi ve bu sistemde benimsenen uzlaşmaları sorgulama riskini taşıdıkları için de süper uzmanların aleyhinedir. Vasatta yararlı bir bilgi olmalıdır, bununla birlikte ideolojik temelleri sorgulamayı öğretmemelidir. Böylelikle eleştirel anlayıştan çekinilir, zira her an her şeye yönelebilir o; kuşkuya açıktır, daima kendi talepkârlığına itaat etmektedir. Vasat ise oyunbozanlık etmemelidir.” 

Yukarıda özellikle “dünyadaki insanların çoğunluğu” diye bahsetmiştim. Vasatlık konusu tüm dünyada geçerli bir konu. Özellikle son yıllarda birçok ülkedeki seçimlerden sonra ortaya çıkan iktidar ve seçmen kitlesinden gözlemlenebilir bu olgu. Özetle bu vasat blok her ülkede bir şekilde mevcut fakat gelişmiş bazı ülkelerle bizim gibi gelişmekte direnen ülkeler arasındaki fark var. Her ülkede sıra dışı ve fark yaratan %2-3’lük bir kesim var. Akılcı bir yönetim sistemin devamı ve bekası için bunları deyim yerindeyse pamuklara sarıyor. Bu küçük kesim yeri geldiğinde korona aşısını bulan, yeri geldiğinde uzaya mekik göndermeyi mümkün kılan teknolojileri geliştiren insanlar. Eğer bu %2-3’lük kesimi bulup çıkarıp, önünü açmazsanız “vasatizm”i bile mumla ararsınız. Vedat Milor’un deyimi ile, “Bayağistan” olmaya doğru gidersiniz.

Tekrar Denault’ya dönersek, “Bizi hep merkezde konumlanmaya, gevşek düşünmeye, başkalarıyla yer değiştirebilen ve çekmecelerde saklanabilen varlıklar haline gelmek için kanaatlerimizi cebimizde tutmaya davet eden bir devrim. Tek bir kurşun atmadan gerçekleşti Bu devrimde ne Bastille basıldı ne de Reichtag yakıldı. Oysa ayan beyan hücum oldu ve başarıyla taçlandı: Vasatlar iktidarı aldılar.”

Yabancı dillerde Mediocracy olarak geçen bizim Vasatizm dediğimiz şeyin tanımı şu şekilde yapılıyor: “Vasat insanlardan oluşan egemen bir sınıf veya sıradanlığın ödüllendirildiği bir sistem.”

Sevdiğim bir dostum ona “Nasılsın” diye sorduğumda, “İyiyim, sonuçta nefes alıyoruz ve uzayda bir yer kaplıyoruz” diye ironik bir cevap verir, esasında bu bence “vasatizm”in çok güzel bir eleştirisidir.

Emre Dilek

1968 yılında Ankara’da doğdu, İstanbul’da büyüdü ve İsveç’te olgunlaştı. Turizm yöneticiliği ve uluslararası ilişkiler konusunda lisans ve yüksek lisans yaptı. Şu sıralar Klasik Filoloji , Antik Yunan Dili Ana Bilim dalından mezun olmak üzere. Genel kültür, tarih ve dillere merakı var. Bu konuda bildiklerini ve öğrendiklerini gerek köşe yazıları ile yazılı gerekse de İsveççe, İngilizce ve İspanyolca dillerinde profesyonel Turist Rehberi belgesi sahibi olarak sözlü paylaşmaktan mutlu oluyor.

Emre Dilek
1968 yılında Ankara’da doğdu, İstanbul’da büyüdü ve İsveç’te olgunlaştı. Turizm yöneticiliği ve uluslararası ilişkiler konusunda lisans ve yüksek lisans yaptı. Şu sıralar Klasik Filoloji , Antik Yunan Dili Ana Bilim dalından mezun olmak üzere. Genel kültür, tarih ve dillere merakı var. Bu konuda bildiklerini ve öğrendiklerini gerek köşe yazıları ile yazılı gerekse de İsveççe, İngilizce ve İspanyolca dillerinde profesyonel Turist Rehberi belgesi sahibi olarak sözlü paylaşmaktan mutlu oluyor.

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
666TakipçilerTakip Et
11,281TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler