Erdal Çolak
Dünya ve hayat ne çok gücenip içerlemeye ne de çok sevinmeye gelir deseler de insan ne yapsın?.. Hastalık düzeyinde çıkarını düşünen, hiçbir neden yokken birbirini sevmeyen, acılar yaşatan, başkasının acılarından mutlu olanlardan bahsediyorum.
Özünde bencil, çıkarcı ve vahşi olan insanın doğal durumundan kaynaklanan kötülük zamanla başkalarının mutsuzluğundan beslenir hale geliyor. Başkalarının yaşadığı musibetlerden, acılardan, ızdıraplardan mutluluk devşirilmesini anlayamıyorum. Komplike birçok cevabı olsa da bu konu hep sorulan sorularından biri olmuş. Çocukken bir hayalim vardı: Yüreği kirlenmemiş insanlar. Ne zaman bir dert düşse yüreğime böyle yağmur yağar. Distopik bir hikaye benimkisi. Ben, sen, o değil insanlık önemli olan; beni, seni, onu anlamlı kılan yine duygular. Değişik duygular, anlamsız düşünceler, mantıksız güdüsel davranışlar. Artık eskisi gibi olmayan insanlar, çürümüş bedenler ve ölü ruhlarla bu yaşamın ne anlamı var? Her sabah yüzüne bakmadığım aynalar. İnsanlık hep sende kaldım; bir de içimde kaldı pişmanlıklar. Evet, bir hayalim vardı: Yüreği kirlenmemiş insanlar. Ütopik de olsa güzel bir dünya…
Şimdi ise anlıyorum ki acıma duygusunu kaybeden insanlığını da kaybetmiş. Ben hep daha güzel bir dünya hayal ettim. Kimsenin kimse üzerinde tahakküm kurmadığı, ezmediği, kimsenin kimseye acı çektirmediği bir yer. Hayat bizi resmen dört işlemle sınıyor; gerçekleri yüzümüze çarpar, ayrılıklarla böler, yaşanan olaylarla insan insanlıktan çıkar. En sonunda insanı öyle bir noktaya getirir ki, topla kendini der… Aslında konu başkasının yaşadığı mutsuzluğa, acıya, ızdıraba, düştüğü duruma sevinmek. Ya da çektiği acı karşısında empati kurmayan, üzülmek yerine kendisini iyi hisseden insanların son günlerde sayıca arttığını, toplumun bir yozlaşmaya gittiğini görüyorum. Kısaca, sevmediğimiz, haset duyduğumuz kişi talihsizlik yaşadığında bu durum bize ayrı bir keyif veriyor.
Düşündüm… Bu durumu en iyi anlatabilecek doğru kelime ne olabilir? Bu kelime literatüre “Schadenfreude Sendromu” olarak geçmiş. Almanca olan bu kelimenin anlamı kötü olay “schade” ile kötü olay karşısında sevinç, haz, zevk anlamına gelen “freude”nin birleşmesinden ortaya çıkmış. İster sosyal ilişkide olun ister olmayın, ister tanıyın ister tanımayın, başkalarının mutsuzluğundan, başına gelen kötü olaylardan mutlu olma durumunu ifade ediyor.
Bir kişinin, bir toplumun ya da bir devletin başına gelen musibetten sevinç duyma, zevk alma sendromu; insanların zarar görmesine sevinme de diyebiliriz. Rusya Ukrayna`ya savaş açtığında birçok kesim, özellikle Müslümanlar, “Biraz da Avrupa birbirine girsin” mantığı ile “Schadenfreude Sendromu”nu dibine kadar yaşadı. Konuyu biraz daha açayım ki daha iyi anlaşılsın. Genelde futbol kültürü duygular üzerine kurulmuştur. Ezeli rakibi olan bir takımın uluslararası bir maçta yabancı bir ülke takımına yenilmesinden dolayı mutlu olmak. Ya da kendi partisinden olmayan bir politikacının çaresiz duruma düşmesine sevinmek. Kendi oğlu üniversiteyi kazanamamış ama akrabası olan birinin üniversitede okuyan oğlunun yaptığı bir protestodan sonra cezaevine girmesine sevinmek. Rakip şirketlerin iflas etmesine sevinmek. Başarılı olan kardeşin yaşadığı sorunlara kardeşlerinin çocukluktan beri besledikleri nefret, kıskançlık duygusu nedeniyle sevinmesi “Schadenfreude Sendromu”na örnekler.
Yaşam içerisinde çevremizdeki insanların bize yansıyan, bize gösterdikleri yüzleri dışında başka yüzleri de olduğunu görüyoruz. Son bir örnek vermek gerekirse, gerçek hayatta sizi sevmeyen ama aslında sevmemesi için bir nedeni olmayan insanlar da iç dünyalarında “Schadenfreude Sendromu” yaşayabiliyorlar. Ne diyor Albert Camus, ”Özellikle beni çok uzaktan tanıyan ve benim de kendilerini hiç tanımadığım kimseler arasında bana düşmanlık besleyenlere rastladım. Kuşkusuz dolu dolu ve kendimi mutluluğa sere serpe bırakıvererek yaşadığımı seziyorlardı. Affedilmez bir şeydi bu başarı havası, belli biçimde taşındığı zaman, bu durum bir eşeği bile kudurtur.”
İnsanlar, çaresiz, muhtaç, zavallı, gariban dediğimiz düşkün insanları daha çok seviyorlar. Çünkü insanoğlu onlarda tadını bilmediği acılar için teselli buluyor. Bazen birine derdinizi anlatırsanız, mutsuzluğunuz onları mutlu eder, ruhuna can katar, kendilerini iyi hissetmelerini sağlar.
“Schadenfreude” mantığındaki duygu halini en iyi anlatan, ”Allah‘ın sopası yok”, “alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste”, ”beter olsun”, “içimin yağları eridi”, “canıma değsin” ya da Kürtçedeki ”li rınd bi” gibi kelimeler vardır. Kıskançlıktan çok farklıdır. “Schadenfreude” psikopat, sadist, narsist belirtilerin ve bulguların tümünün olduğu bir mantığı ifade eder. Ben dahil hiç kimse kendisinde böylesi duygular olduğunu kabul etmez. Etmesi zordur, kimse itiraf etmez kolay kolay…
Diyebileceğim, temiz bir bilince sahip olup en yakınlarındakilerin ya da en uzaktakilerin beklenmedik felaketi karşısında insanlarda her zaman bir empatinin oluşması gerekir. İnsanda var olmasını istemediğimiz tuhaf sevinç duygusunun yerini en samimi acıma, acısını paylaşma duygularına bırakmasını temenni ediyorum. Yaşadığımız bu dünyada her gün yeni felaketlerle uyanıyoruz. Dünyada o kadar acı ve ızdırap var ki, Nazım Hikmet’in dediği gibi, ”Ekmek hepimize yetmiyor, kitap da öyle. Ama keder alabildiği kadar…”
Charlie Chaplin de, “Benim acım birinin gülmesine sebep olabilir; ama benim gülmem asla birinin acısına sebep olmamalı” diyerek onurlu, karakterli bir insanın mutluluğunun başkalarının mutsuzluğuna bağlı olmaması gerektiğini anlatmış.
Unutmayın eğer mutluluğunuz bir başkasının yaptıklarına bağlıysa, kusura bakmayın mutluluğun gerçek tadını asla alamazsınız…