Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Ağustos’un son gününde, yılın ikinci çeyreğine ilişkin büyüme verilerini açıkladı. Buna göre, ekonomik büyüme, piyasanın yüzde 3.5 – 4.0 aralığında yoğunlaşan beklentilerini kırmamak için olsa gerek, yüzde 3.8 olarak açıklandı. Beklentilerle uyumlu olarak açıklanan büyüme sevindirici sayılabilir; ne de olsa, ne bir hayal kırıklığı yaratıyor ne de “Haydi oradan!” dedirtiyor.
Elbette böyle bir büyüme verisi, ister istemez ayrıca, “Acaba, bu büyümenin motoru nedir?” sorusuyla birlikte gelip önünüzde duruyor.
Elbette bu hemen akla, seçimler öncesi yapılan büyük kamu harcamalarını getiriyor. Daha önceki yazılardan anımsayalım; Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre, 2022 yılının tamamında 139.1 milyar lira olan bütçe açığı, 2023 yılının yalnızca ilk yarısında 483.2 milyar liraya fırladı. Ancak, bunun yanında hükümet bütçe açığının bir başka biçimi olarak bilinen 1.1 trilyon liralık da ek bütçe aldı. Dolayısıyla, ilk yarıda bütçe açığı olarak kayıt edilen 483.2 milyar liralık açık, 1.1 trilyon liralık ek bütçe ile birlikte 1 trilyon 583.2 milyar liraya kadar yükseliyor.
Tamam da, bu para nereye harcanmış?..
Elbette, “Bunca harcama seçim öncesi yapıldıysa, biz de halk olarak cebe koyduklarımızı har vurup harman savurmuşuzdur” diyesi geliyor insanın… Ama verilere bakınca, durumun hiç de öyle olmadığı görülüyor. Çünkü, geçen yılın aynı döneminde toplam yüzde 21.7’yi bulan hane halkları tüketimi büyümesi, bu yılın aynı döneminde yüzde 17.3’e düşmüş.
O zaman da, “Madem ki, bu parayı biz harcamamışız, kim harcamış?” diye düşünüp, verilere bakınca, durum anlaşılıyor. Harcaması hızlı artan, Beştepe’den yönetilen devletimiz olmuş. Hem de nasıl. Geçen yılın aynı döneminde yalnızca yüzde 1.7 artan “devletin nihai tüketim harcamaları”ndaki artış, bu yılın aynı döneminde yüzde 5.3 düzeyine kadar yükselmiş.
“Devlettir harcar” der geçersiniz; diyecektik ama bu para nasıl harcanmış diye merak edip bakınca bir de ne görelim… TÜİK’in yayınladığı verilere göre, harcanan paranın neredeyse tamamı dışarıya, yani ithalata gitmiş. Bu büyük harcama, ithalatın büyüme hızını da üçe katlamış. İthalatın büyüme hızı geçen yılın aynı döneminde yalnızca yüzde 6.5 düzeyinde kalmışken, bu yılın aynı döneminde yüzde 20’yi bile aşarak, yüzde 20.3’e kadar çıkmış.
İthalat dediğin de, öyle darphaneyi çalıştırıp, bastığın parayı bastırarak ödenmiyor. İthalat yapıyorsak, bunu döviz ile ödememiz gerekiyor. Anımsayalım… Aynı dönemde, yalnızca “bir yıldan daha kısa sürede” ödenmesi gereken dış borçların büyüklüğü 207.3 milyar doları ya da bugünkü kurlar (26.7 TL) ile yaklaşık 5 trilyon 535 milyar lirayı buluyor.
Bu kez de, “Eh, ithalata o kadar çok para harcadıysak, ne de olsa, ihracatçı bir ülke sayılırız; bu büyümenin epey büyük bölümü de artan ihracattan gelmiştir…” dedik; ama durum hiç de öyle değilmiş. Yine geçen yılın aynı döneminde yüzde 18.8 büyüyen ihracat, bu yılın aynı döneminde, büyümeyi bir yana bırakın, tam tersi yüzde 9.0 gibi çok büyük bir oranda daralmış.
Demek ki, paranın çoğunluğu, dışarıya, yani ithalatın finansmanına harcanmış. “Bu paradan, içeride yararlanan hiç olmamış mı?” diye sorulduğunu düşünüyorum. Olmaz mı? Olur elbette… Sermayedarlar da paralarına biraz daha para katmış. Gayrisafi sabit sermaye oluşumu olarak nitelendirilen yatırımların büyüme hızı geçen yılın ikinci çeyreğinde yüzde 3.8 düzeyindeyken, bu yılın ayın döneminde bu hız yüzde 5.1 düzeyine yükselmiş.
Tesadüf bu ya, aynı gün açıklanan Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplantı özetleri ise, ihracatta gerçekte bir süredir etkisini gösteren daralmaya bir bahane bulurcasına, bu gelişmeyi “dış” gelişmelere bağladı.
Türkiye’nin dış talep görünümünde yıllık bazda “kayda değer” bir yavaşlama gözlendiğine işaret edilen PPK özetlerinde, “Küresel PMI verilerinde Haziran ayında yaşanan düşüş eğilimi Temmuz ayında da devam etmiştir” denildi.
Bizim üzerinde durduğumuz elbette söz konusu aylar değil; ancak, küresel Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI – Purchasing Manager Index) verilerinin düşük kalması, bizim ihracatımızdaki daralmaya bir dayanak olarak gösterilebilir belki ama nedense bizim düşük PMI verilerimiz başka ülkelerin ihracatına bir etki yapmamış gibi görünüyor…. Çünkü ithalatımız artıyor…
Bu artan ithalat harcamalarını, küresel yakıt fiyatlarıyla açıklamak mümkün değil; çünkü içinde bulunduğumuz dönemdeki fiyat artışları son iki aylık mesele… Ayrıca, zaten artan, Ticaret Bakanlığı’nın ithalat kalemlerine baktığımızda bunun yakıt kaynaklı olmadığını da gösteriyor….. “Motorlu kara taşıtları, traktörler, bisikletler, motosikletler ve diğer kara taşıtları, bunların aksam, parça, aksesuarı, kıymetli veya yarı kıymetli taşlar, kıymetli metaller, inciler, taklit mücevherci eşyası, metal paralar, elektrikli makina ve cihazlar, ses kaydetme-verme, televizyon görüntü-ses kaydetme-verme cihazları, aksam-parça-aksesuarı…”
Ayrıca bunu, dünya ticaretinin temel düzenleyici örgütü Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) verileri de doğruluyor: “Barometre endeksinin 99.1 olan mevcut değeri, geçen Mayıs ayındaki 95.6’lık bir önceki değerden daha yüksek ve 100 olan temel değere yakın. Bu da mal ticaret hacminin iki çeyreklik düşüşün ardından bu yılın ikinci çeyreğinde ‘yükselişe’ geçtiğini, ancak trendin biraz altında kaldığını gösteriyor.”
İthalat-ihracat bir yana, kurların, oluk oluk döviz satışıyla seçimlere kadar zar zor belirli bir düzeyde tutulması, serbest piyasa kuralları hiçe sayılarak yapılan müdahalelerin yanında, enflasyon verilerinin düşük tutulmasının yolu olarak gösterilen ve sivil toplum kuruluşlarının başvurusuyla çıkan mahkeme kararına karşın sepetin içeriğinin bir türlü açıklanmaması gibi, seçimlerin resmen tamamlanmasıyla birlikte ortalığa saçılmaya başlayan gerçekler, emekçileri baskılamayı sürdürüyor.
Kısacası bütün bunlar, büyük seçim harcamalarının yarattığı pembe ortamda güzel günlere niyetlenen çalışanların kısmetine, yaşam standartlarını yerle bir eden enflasyon, açlık sınırının altında kalan asgari ücret ve neredeyse aylık fiyat artışlarıyla boy ölçüşecek düzeyde kalan ücret-maaş artışları düştüğünü gösteriyor.
Görsel: Dünya gazetesi