Mutluluğun genetik olarak aktarılabileceğini varsayarsak, mutlu bir aile ortamında büyüdüysem bu mutluluk genlerinin bana da aktarılma olasılığı bulunduğu anlamına gelir.
Bu varsayıma göre, normalde mutlu olacağım bir durumda daha da mutlu olabilirim. Aynı şekilde, mutsuzlukla karşılaştığımda ise bana miras kalan bu gen devreye girerek beni mutsuzluktan koruyacak ve mutsuz eden faktörlere karşın mutlu olmamı sağlayacaktır.
Ancak, bu noktada bir soru akla geliyor: Bu gen beni mutsuz edecek faktörlerin etkisini zayıflatırken aynı zamanda onların varlığını sürdürmesine de olanak tanımış olmayacak mı? Başka bir deyişle, mutsuzluğa neden olan faktörler devam edecek ama ben bu faktörlere rağmen mutlu olacağım. İşte bu paradoks, mutluluk arayışımızda göz ardı edilmemesi gereken önemli bir nokta olarak karşımıza çıkıyor.
Dünya çapında mutluluk arayışına odaklanan birleştirici bir amaç belirlemek tüm insanlık için yararlı olacaktır. Örneğin, tüm insanların barış ve mutluluk içinde bir arada yaşayabileceği bir dünya yaratmak, bu yöndeki en anlamlı amaçlardan biri olabilir. Bu süreç, bilimin ve akılcı düşüncenin rehberliğinde bireysel gelişimimizi ve yetkinliğimizi artırmamızla başlar.
Fakat bu amaç doğrultusunda ne kadar ilerlersek ilerleyelim, mutluluğu kesintiye uğratacak olumsuz etkenlere duyarsız kalırsak ya da önlem almazsak, amacımızdan saparız. Bu nedenle bizi mutsuz eden faktörlere karşı etkili çözümler üretebilmek adına, yaşama bakış açımızı bilimin ve aklın rehberliğinde genişletebiliriz.
Bu anlamda bir gelişim sağlayabilirsek, mutluluğu hem bireysel hem de insanlık adına daha ulaşılabilir kılabiliriz. Bu süreçte elde edilen mutluluğun daha güçlü ve kalıcı, bilgelik temelli ve aynı zamanda yaşamın güzellikleriyle süslü bir mutluluk olacağına inanıyorum.
Tam bu noktada Muzaffer Kökten’in sorduğu çetin soruyla karşılaşıyoruz:
“Sonunda ölüm olduğunu bilerek nasıl mutlu yaşamaya devam edebiliriz?”
Geçmişte bu soruya getirilen yanıtlar oldukça farklılık göstermiş olmalı ki birçok inanç sistemi ölüm sonrası varoluşta sonsuz mutluluk, bolluk, huzur ve çeşitli ödüller vaadinde bulunmuştur. Bu vaatler, yalnızca ölümden sonraki yaşam düşüncesinin biçimlenmesini etkilemekle kalmamış, bu dünyadaki yaşamı da formatlamıştır. İnsanlar, yaşamı ahlaki ve toplumsal normların getirdiği bir düzen içinde sürdürmeyi ve bu sayede ölümlülük gerçeğine rağmen iç huzurla yaşamayı öğrenmiş olabilirler.
Ancak, bu tür düzenlemeler her bireyde aynı etkiyi yaratmayabilir; zira anlam arayışı, kişisel bir süreç olarak sürer. Her bireyin inancı, kendi değer sistemine göre şekillenir ve aynı şekilde herkesin arayışı da kendi özgürlüğüdür.
Günlük yaşamda bu arayış ve beklenti ilişkisine dair pek çok örnek gözlemlenebilir. Örneğin, işinizde başarılı olursanız maaş zammı alırsınız ya da askeri bir görevde başarı gösterdiğinizde madalyayla ödüllendirilirsiniz. Bu tür ödüller, bireyleri belirli kurallara uymaya teşvik eden önemli motivasyon kaynaklarıdır.
İnsan, günün birinde öleceğini bildiği halde yaşamın sunduğu güzellikleri deneyimleyebilir ve mutlu yaşayabilir. Yaşayabilir çünkü umutlarını canlı tutarak ve gelecekteki kazanımlarına odaklanarak hem hayatına anlam katar hem de dayanıklılığını artırır.
Korkularının bir şekilde üstesinden gelebileceğine dair içsel bir güven duygusu geliştirir ve yaşama daha sıkı bağlanır. Bu süreç, bilinmeyene dair kaygıyı azaltmaya ve umudu korumaya yardımcı olan içgüdüsel bir dayanıklılık mekanizmasıdır.
Bireyin direnç mekanizmaları geliştirmesi için ilk adım mutsuzluk farkındalığıdır. Mutsuzluğu reddetmek yerine, varlığını kabul etmek ve kaynağını keşfetmek önemlidir. Bu keşif süreci duygusal dayanıklılığı güçlendirmek adına değerli bir adımdır. Bu aşamada ilerleme hedeflerimizi küçük ve ulaşılabilir tutmak, başarı duygusunu pekiştirerek mutluluk motivasyonumuzu artırır.
Mutsuzluk karşısında direnç geliştirirken, zor zamanlarda bize güç veren aile ve arkadaşlarımızla sağlıklı ilişkilerimiz için minnettar olmak mutluluğu artırmanın bir yoludur. Ayrıca, kişinin kendine zaman ayırması, kişisel ilgi alanları ve hobileriyle uğraşması stresin azalmasına ve ruhsal iyilik halinin artmasına katkıda bulunur.
Unutulmaması gereken önemli bir gerçek şudur ki, geçici olan mutluluk değil mutsuzluktur.
İrfan Muhtar