Mevlevilik Mevlâna Celâleddin Rumî’nin kurduğu ileri sürülen bir tarikattır.
1207 ile 1273 yılları arasında yaşayan Fars asıllı Mevlâna’nın bu tarikatın kurulmasına ilham verdiği de ileri sürülür, bu yüzden kurucusu mu ilham veren mi olduğu tartışmaları olduğu için kesin bir şey söylemekten kaçındım. Eklemeliyim ki Mevlâna’nın doğum tarihi bile tartışma konusu oluyor, bir on yıl daha önce doğmuş olabileceği ileri sürülüyor. Abdülbaki Gölpınarlı örneğin doğum tarihinin daha geri bir tarihe çekilmesini öneriyor.
Yaşadığı tarihe bakılacak olursa Mevlâna’nın Osmanlı ile hiçbir ilgisi yoktur. Selçuklu döneminde yaşamıştır. Hatta Selçuklu’nun Moğollara yenildiği ve onların egemenliğini tanıdığı bir dönemin düşünürüdür. Ancak Mevlevilik Osmanlı döneminde bir tarikat olarak hem de Osmanlı’nın desteğini alarak yayılmış ve ünlenmiştir.
“Mevlâna, ona duyulan saygıdan dolayı kendisine verilen Mevlâna1 unvanını taşıyan tarikatın gerçek ilham kaynağıdır. Mevlâna muhtemelen Vahş’ta, günümüzde Tacikistan’da 10 Eylül 1207 tarihinde dünyaya gelmiştir. Ama genelde kökeninin günümüz Afganistanı’nda yer alan Fars medeniyetinin beşiği Horasan’ın dört önemli merkezinden (Herat, Nişabur, Merv ve Belh) biri olan Belh olduğu söylenir. Babası, daha çok Bahâeddin Veled adıyla bilinen ve kendisine Sultan el-ulema denilen Muhammed İbn Hüseyin el-Hatîbî bir vaiz ve ālimdi. Babası saf bir mistik gelenek yolunda yürüyordu öyle ki Horasan Harezmşahı Alâeddin Muhammed İbn Takeş’in koruması altında bulunan kelamcı Fahreddin Râzi (öl.1209) onun mezhep sapkını olduğu konusunda kuşkulara sahip olmuştur. Horasan’ın düşünce ustası olan bu kelamcıyla aralarında geçen bir tartışmadan sonra siyasi iktidarla olan ilişkileri kötüleşmiştir. Horasan Harezmşahı halifeyi yönetmekten āciz ve Ali’nin ailesinden birini de halife karşıtı ilan ettiğinde Mevlâna’nın babasının durumu düzelmişti. Yerel otoriteyle vuku bulan bu teolojik anlaşmazlık Bahâeddin Veled’i memleketinden ayrılmaya itmiştir. Yine de Mevlâna’nın diğer yaşam öykü yazarı Sipehsalar’a göre Mevlâna’nın babasının o yöreyi terk etmesindeki asıl neden Belh halkının kendisini dışlamasıydı.”2
Bu terk edişe daha başka gerekçeler de gösterilmiştir. Örneğin Moğolların bölgeyi işgal edecekleri korkusuyla Veled’in memleketi terk ettiği ileri sürülür ancak Moğollar’ın Belh’i ele geçirmesi ancak üç yıl sonra olacaktır ki o sırada Alâeddin bir Moğol elçisini kabul edip görüşmüştür yani halen Moğollarla barış ortamı hakimdir, bu yüzden Veled’in terk gerekçesi Moğol işgali olamaz. Gerçi yaşadığı bölgedeki iktidarların sürekli değişimi Veled’in ayrılmasında rol oynamış olabilir ama kesin bir şey söylemek zordur. Belki de ailesini korumak için daha güvenli bir ortamda bulunmayı seçmek istemiştir. Tabii Fahreddin Râzi ile tartışma konusunun gerçek olmayabileceğini söyleyen Ayşe Hür gibi tarihçiler de vardır.
Mevlâna ve ailesi 1217’de Suriye’ye sonra da Erzincan’a gitti. Burada kendisini koruması altına alan Fahreddin Bahrâmşah ve Esmati Hâtun’un ölümünden sonra o da kenti terk ederek Karaman/ Larende’ye gitti. Burada Mevlâna Gevher Hâtun ile evlendi. Takvimler 1229’u gösterdiğinde Selçuklu prensi Alâeddin Keykûbâd Veled’i Konya’ya davet etti. Veled iki yıl sonra 1231’de burada vaizlik görevi ve makamını oğluna bırakarak öldü.
Burhâneddin Muhakkik ve Şemseddin Tebrīzī
Mevlâna’yı iki kişinin çok etkilediği söylenir. İlki Burhâneddin Muhakkik’tir. Babasının müridi olan Muhakkik gelince babasını yeni kaybetmiş olan Mevlâna onun müridi olmayı seçti. Ancak Muhakkik 1241’de yaşamını yitirdi. Mevlâna bu ölüm üzerine manevî arayışını Şemseddin Tebrīzī ile tanışıncaya kadar sürdürdü. 1244 yılında āşıkların sultanı (Sultan el-ma’şûkin) olarak tanınan Tebrīzī’nin kente gelişiyle Mevlâna bu kez onu pîri saymıştır.
“Mevlâna, Şems-i Tebrīzī ile tanışmasından sonra büyük bir değişiklik geçirmiştir. Bu karşılaşmadan önce binlerce insanın izlediği örnek bir Hanefi imam olan Mevlâna, Şems’le karşılaştıktan sonra sıra dışı ve geleneklere meydan okuyan biri olmuştur.
Bazı kaynaklara göre kırk gün, bazılarına göre üç ay, bazılarına göre altı ay süren bir halvet döneminden sonra Mevlâna’nın artık tüm zamanını Şems’le geçirmesi, ders ve vaaz vermeyi kesmesi, Hint alacası renginde bir hırka ve bal rengi külah giymeye, semā ve raksa başlaması hem Sünni ulemayı, hem ailesini, hem öğrencilerini hem de halkı rahatsız etmeye başlar. Bu rahatsızlık giderek Şems’e kine dönüşür. Öyle ki, Şems 1 Mart 1246’da (yani karşılaşmalarından 15 ay 20 gün sonra) Konya’dan ayrılıp Şam’a gitmek zorunda kalır. Ancak Mevlâna bu ayrılığa dayanamaz. Şems’e durmadan mektuplar yazar. Sonunda babasının haline dayanamayan oğlu Mehmed Bahaeddin (Sultan Veled) Şam’a gidip Şems’i bulur ve Konya’ya getirir. Yıl 1247’dir. Ancak tepkiler devam eder çünkü Mevlâna semā ve raksa devam etmekte, bu sefer de yas tutanlara has siyah giysilerle gezmektedir. Üstüne üstlük testilerle şarap içmektedir. İddialara göre bu işret âlemlerine karısı ve oğlunu da katmaktadır. Sonunda olan olur. Şems 1247 yılının sonunda ortadan kaybolur. (Ahmet Eflaki’ye göre, Mevlâna’nın oğlu Alaeddin ve arkadaşları tarafından öldürülmüştür. Bazı kaynaklara göre uzun yıllar İran’da yaşamış, doğal yollardan ölmüştür.) Şems’in kayboluşunun 40. gününde başına duman rengi bir sarık saran ve Yemen ve Hint kumaşından bir ferace giyen Mevlâna, bu giysileri ölünceye kadar üzerinden çıkarmaz. Büyük kaybının acısıyla yaptığı semālar öylesine cezbedicidir ki birçok kişi onun semāsının arkasından gitmeye başlayınca Sünni ulema iyice kızmaya başlar. Semā bidat (Hazreti Muhammet’ten sonra ortaya çıkan değişik yargılar ve ilkeler, m.g.) sayılmaya başlar.
Son olarak, Mesnevi ve Fihi Ma Fih (‘onun içindeki içindedir’ ya da ‘ne varsa içindedir’ diye çevrilebilir) adlı eserlerinde ise onun İslamcı yanına vurgu yapanların yüzünü kızartacak kadar müstehcen hikâyeler bulunur. Sadece Mesnevi’dekiler biraz daha ince bir dille, ikincisinde ise halk diliyle yazılmıştır. Bunların Hint, Yunan ve Roma edebiyatındaki hayvan hikâyelerinden (fabl) alındığı ve kıssalar çıkarmak için yazıldığı ileri sürülür. Bir fikir vermesi için bir tanesinin başlığını vereyim: “Bir eşekle cariyenin ilişkisine imrenen bir sahibenin durumu.”3
Mevlâna Şems-i Tebrizî ilişkisinin niteliğine dair bir şeyler daha söylemek gerekiyor sanırım, böyle havada bırakmayalım konuyu, tabii öte yandan kesin bir sonuca bağlamak da zor görünüyor.
“Mevlâna ile Şems arasında yalnızca ruhsal bir ilişki mi vardı yoksa aynı zamanda tensel bir ilişki de var mıydı sorusu son derece meşrudur çünkü öncelikle o dönemde eşcinsellik hem gerçek anlamda yaygındı hem de mecāzi anlamda çok revaçtaydı. Mesela Mevlâna ve Şems’in çevresindekilerden Evhededdin Kirmānī adlı bir Türk Sufi, oğlanlara düşkünlüğüyle tanınırdı. Öte yandan Şems ve Mesnevi’nin şiirlerinde de eşcinsel imgeler bol bol kullanılıyordu. Örneğin Şems’in şu satırlarını okuyan birinin aklına eşcinselliğin gelmesi şaşırtıcı olabilir mi: ‘Seni nasıl incitebilirim? Ayağına bir öpücük kondurayım desem korkarım ki kirpiklerimin dikeni ayağına batar da rahatsız eder’.
(Makalat, 99-100) ‘Düşünmüyor musun ki, benim bu eve yol bulmaklığım kendi kadınıma kavuşmaklığım gibi Cebrail’den gelen bir gayret yüzündendir.’ (Makalat, 661) Veya şu satırlar: ‘Tebrizli Şems altmışından sonra cilveler göreyim, işveler seyredeyim diye , beni yeniden gençleştirdi’.” (Muvahhid, 127-128).
Evet bu dizelerde ruhsal ve tensel aşk birbirine karışmış görünüyor ama böyle bir karışım varsa da bunun Mevlâna cephesinden gelmesi daha olası, çünkü Şems’in şu satırları aralarındaki ilişkinin niteliğini daha iyi anlatıyor sanki: ‘Mevlâna’ya önce onun şeyhi olmayacağımı bilerek geldim. Allah Mevlâna’nın şeyhi olabilecek birini daha dünyaya getirmemiştir. O kişi ölümlü biri olamaz. Fakat ben mürit olacak biri de değilim. Bu artık bana göre değil. Dostluk ve gönül ferahlığı için geliyorum. Böyle olmalı ki nifaka ihtiyaç duymayayım. Peygamberlerin çoğu niyetlerini gizlemiştir…’ (Makalat, 777) ‘Karşımda beni dinlerken, kendini iki yaşındaki bir çocuk, İslama dair hiçbir şey bilmeyen yeni bir mühtedi gibi sayar kendini. Bu ne muhteşem bir uysallıktır!’ (Makalat, 730) ‘Hayatımızın ne şekilde müşterek olacağının belli olmasına ihtiyacım var. Kardeşlik ve dostluk mu, yoksa Şeyhlik ve müritlik mi? Bundan hoşlanmıyorum. Öğrenci öğretmen? (Makalat, 682)’.
Öte yandan gerek Mevlâna, eşcinsellik hikayeleriyle tanınan Evhededdin Kirmāni’den ‘dünyaya kötü bir miras bıraktı’ diye bahsederken, Şems de onun hakkında olumsuz imālarda bulunur. Yine bu ikili yazılarında müritlere uyuşturucudan ve livatadan uzak durmalarını tavsiye ederler. Elbette bütün bunlar Mevlâna ve Şems’in ilişkilerinin sadece ruhsal olduğunu kabul etmemizi de sağlamaz.”9
Eklemek zorunluluk oldu, diyelim ki ikisi arasında tensel de bir ilişki vardı, bunu şimdi ayıp mı sayacağız? Öyle olması Mevlâna’nın bilgeliğinin düzeyini düşürür mü?
Mevlâna Moğollarla iş birliği yaptı mı?
Bu konuda Halil İnalcık’tan yapacağımız bir alıntıyla devam edelim. İnalcık Şems-i Tebrīzī’nin katlinden söz eder ancak tüm tarihçiler bu konuda aynı fikirde değildir. Şems-i Tebrīzī’ye ne olduğuna ilişkin yukarıda verdiğim bilgiler geçerlidir. Öldürüldü mü yoksa başını alıp gitti mi? Konya’daki türbede bulunan ve Şems-i Tebrīzī’ye ait olduğu iddia edilen sandukanın içinin dolu olup olmadığı bile belli değildir.
“Niğde’deki Kesikbaş Türbesi de Şems’e izafe edilir. Bunlardan ayrı olarak Tebriz şehrinde ‘Geçil’ denilen mezarlıkta, aynı bölgede Hoy’da, Pakistan’ın Multan şehrinde Şems türbeleri veya makamları vardır. Bunlar çeşitli rivāyetlerle süslenmiştir. Pakistanlıların söylediklerine göre de Şems, Konya’dan bir gece yarısı gizlice ayrılmış, Hoy şehrine hareket etmiş ve orada yerleşmiştir. Rivayete göre Şems-i Tebrīzī Hoy’da vefat eder ve orada gömülür.”4
Gelelim Halil İnalcık’ın sözlerine. İnalcık Mevlâna’nın Moğollarla iş birliği içinde olduğunu düşünüyor.
“Moğollarla iş birliği yapan ve Fars kültürüne tutkun Selçuklu seçkin sınıfına hitap eden Celāleddin Rumī ile halk adamı, Türkmen merkezi Kırşehirli Ahi Evren arasında düşmanlık vardı. Bu düşmanlık Mevlânā Celaleddin’in şeyhi Şems-i Tebrīzī’nin katliyle (1247) ilişkilidir.”5
Her ne olursan ol gene gel!
Mevlâna denilince akla gelen ilk sözler bunlardır değil mi? Ancak müthiş bir yanlışı yüzyıllardır sürdürüyoruz.
“Gene gel, gene gel!
Her ne olursan ol, gene gel!
Kâfir isen de, Mecûsî isen de, putperest isen de gene gel.
Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değil;
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da gene gel!”
Bu dizeler Mevlâna Celaleddin Rumi’ye atfedilir, ama bu doğru değildir. Ziya Paşa’nın topladığı Harabat adlı antolojide bu rubai, Orta Asyalı Sufî şair Ebu Said Fazlullah bin Ebu’l-Hayr’a ait olarak kaydedilmiş. Üstelik Ebu’l Hayr’ın daveti İslam’a değilmiş. Yanlış bilgi, Konya Mevlâna Dergâhı’nın kütüphane memuru Necati Bey’in, bu rubaiyi araştırmadan ‘Mevlâna rubaisi’ diye etrafa yaymasından kaynaklanmış…
Söz edebi kimliğinden açılmışken birkaç başka yanlışı daha düzeltelim. 1258-1273 yılları arasında iki yıl bir duraklama hariç 13 yılda yazılan 25.618 beyitlik Mesnevi’nin sadece ilk 18 mısraını (‘Mesnevi’nin Fatihası’ denilen bölümü) Mevlâna yazmış, geri kalanı o söylemiş, son halifesi Çelebi Hüsameddin ve diğer dostları yazmıştır”.6
Mevlâna’nın ölümü
Mevlâna, yakınları, dostları Konya’da Kubbe-i Hadra denilen Yeşil Kubbe’de defnedilince burası Mevleviler için bir merkez haline geldi.
Yeşil Kubbe bugün yalnız Mevlevilerin değil tüm Müslümanların ve Müslüman olmayanların da ziyaret ettikleri hem dinî hem de turistik bir merkez haline gelmiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığının 2019 yılı verilerine göre Mevlâna Müzesi 3 milyon 464 bin 155 kişi ile Türkiye’de en çok ziyaret edilen ikinci müze oldu. Konya’yı ziyaret eden yabancılar sırasıyla, Çin, Japonya, Tayvan, İran ve ABD’den geldi.
Buraya kadar Mevlâna hakkında doğru bilinen yanlışları dile getirdik, ancak bir iki şeyi daha düzeltmek gerekiyor. Mevlâna ölünce “babasının Horasan çamurundan yapılmış kabri üzerine defnedilmiştir. Rivayetlere göre Mevlâna defin için mezarına getirildiğinde, babası Bahaeddin Veled onun ilmine hürmeten ayağa kalkmış ve ona başucunda yer vermiştir. Bunu destekleyen fiziki kanıt ise sandukaların pozisyonudur. Kanuni Sultan Süleyman Mevlâna’ya hayrandı. Bu yüzden Mevlâna ve oğlu Sultan Veled’in kabrinin üzerine bir mermer sanduka yaptırmıştı. Bunu yapmadan önce de babası Bahaeddin Veled’in ahşap sandukasını Mevlâna’nın sandukası üzerine kaldırmıştı. Yani bugün halkın, babasının oğluna hürmeten ayağa kalktığını düşünmesine neden olan durum Kanuni’nin eseridir.”7
Mevleviler Balkan ve Kurtuluş Savaşlarında yer aldı mı?
“Mevleviler Balkan savaşlarında olduğu kadar Kurtuluş Savaşı’nda da yer almışlardır. Tarikat Kurtuluş Savaşı’nda gerçek bir Mevlevi ordusu (Mücahidîn-i Mevleviye alayı) hazırlamıştır.”7
Meleviler “soykırım”da Ermenileri kurtardı mı?
Bu Wikipedia’da rastladığım bir iddia, ancak sitenin son yıllarda çok sık yaptığı hatalardan biri de bu. Bu iddiayı yazan kişi kaynak da belirtmemiş. Site de kaynak belirtmeyen bu iddianın sayfalarına taşınmasına izin vermiş.
Mevlevilerin Ermeni “soykırımı”nda onları ölümden kurtarıp kurtarmadığını araştırırken Agos gazetesinde 18 Kasım 2016 günü yayımlanmış bir söyleşiye rastladım. O sırada Clark Üniversitesi Holokost ve Soykırım Araştırmaları Merkezi’nde doktorasına devam eden Burçin Gerçek ile yapılmış bir söyleşiydi bu. “Akıntıya Karşı: Ermeni Soykırımı’nda Emirlere Karşı Gelenler, Kurtaranlar, Direnenler” başlığıyla İletişim Yayınları’ndan bir kitap halinde de çıkan bu çalışmada soruma yanıt buldum.
On yıldır konuyu araştırdığını söyleyen Gerçek “Batı bölgelerindeki kurtarma hikâyelerinden bahsedebilir misiniz” sorusuna şu yanıtı vermiş: “Çalışmamda Osmanlı’daki tüm vilayetleri ele alsam da, kurtarma hikâyeleri ağırlıklı olarak bugünün Kürt bölgeleri olan, zamanında Ermenilerin yoğun yaşadığı bölgelerde geçiyor. Oysa kurtarma hikâyeleri İzmir’de de, Trabzon’da da, Ankara’da da, Yozgat’ta da, Kastamonu’da da, Kütahya’da da var. Kütahya ve Konya’da halkın yanı sıra devlet görevlileri de kurtarma hikâyelerinde rol oynuyor. Konya’da bir de İttihatçıların daha sonra görevden aldığı bir Mevlevi Şeyhi bulunuyor. Orada bile ‘Tüm Mevleviler (Ermenileri, M.G.) korudu’ diyemiyoruz çünkü İttihatçıların adamı olan başka Mevleviler var, örneğin Ankara’da Ermeniler Mevlevilerden yardım istiyor, ancak Mevleviler bu yardımı geri çeviriyor.”
İttihat Terakkici Mevlevilerin olduğunu ben de yeni öğrenmiş oldum. Demek ki insanı sevmek teması üzerine ciltler döktürülen bir tarikat insanlarından bazıları başka insanların kitlesel olarak öldürülmesine seyirci kalmış.
Tarikat iki kolda yol aldı
Mevlâna’nın oğlu olan Sultan Veled Mevlevilik’in tarikatın kurucusu ve yayıcısı, düzenleyicisidir. Babası ilham vericisi olmuştur yalnızca. Sultan Veled 1312’de ölünce oğulları tarikatın başına geçti. Ancak o yıldan itibaren iki kol oluştu. Birincisi Kalenderī yaşam biçimine daha yakın olan Şems koludur. İkincisi ise Sultan Veled koludur ve şeriata sıkıca bağlıdır.
Mustafa Kemal Mevlevi miydi?
İşte size okkalı bir soru daha. Bence Mustafa Kemal’in dinle ilişkisi diğer tüm konularda olduğu gibi pratikti. Yani kendisini dindar bir konuma oturtamayız. Ama dini inkâr eden bir ateist konumuna da sokamayız. Bu konuda Ayşe Hür’ün bir başka yazısına başvuracağım. Mustafa Kemal’in Harp Akademisi öğrenicisiyken evci olarak Selanik’e gittiği zamanlarda Mevlevilerin ayinlerine katıldığını Falih Rıfkı Atay’dan öğreniyoruz. Ancak bu katılım O’nun dini duygularından değil müziği sevmesinden kaynaklanıyordu.8
Mustafa Kemal 3-5 Ağustos 1920’de ilkini gerçekleştirdiği Konya ziyaretlerini sürdürmüş ve toplam 13 kez bu kenti ziyaret etmiştir. O’nun Mevlevi olup olmadığına aşağıdaki satırları okuduktan sonra siz karar verin.
“… Mustafa Kemal Atatürk, Sadi Borak’ın anlattığına göre ise, bu ziyaretlerden birinden hemen sonra, Çankaya’daki meşhur akşam yemeklerinden birinde Maarif Vekili Hasan Ali Yücel için “Zeki bir genç” demiş, sofrada bulunanlardan biri atılarak ‘Efendim, Hasan Ali Mevlevi’dir, babası da Mevlevi’dir’ demişti. Borak’ın dediğine göre bu açıklamanın amacı, Hasan Ali’yi gözden düşürmekti. Ama tam tersi olacak ve Mustafa Kemal şöyle cevap verecekti: ‘Bana hiç bahsetmedi, halbuki ben Mevlâna’yı takdir ederim.’ Bu sözlerden sonra derin bir sessizlik olmuş, ardından kimi tekkelerin aleyhine atıp tutmaya, kimi Mevleviliğin tuhaf adetlerine ilişkin hikâyeler anlatmaya başlamıştı. Sonunda birisi ‘Efendim Mevlevilik ibadete çalgı sokarak dini gülünç eden ve Müslümanlığı dejenere eden teşebbüslerden birisidir’ deyince Mustafa Kemal’in cevabı şu olmuştu:
‘Mevlâna bilakis Müslümanlığı Türk ruhuna uygun hale getiren büyük bir reformisttir. Müslümanlık aslında hoşgörülü ve modern bir dindir. Araplar onu kendi bünyelerine göre almışlar ve uygulamışlardır. Sıcak bir iklimde oturan, suyu nadiren bulan ve kullanan genel bir hareketsizlik içinde ömür süren Araplar için, günde beş defa abdest alıp, beş defa namaz kılmak, çok ileri bir hareket adımıdır. Hazreti Muhammed’in dini, insanları harekete geçirmek esasına dayanır. Bu uygulama Türkler için çok hareketsiz sayılabilir. Sarp dağlarda at oynatan, erimiş kar sularıyla yıkanan Türk için, abdest ve namazla sınırlı ibadet tarzı çok hareketsiz kalmıştır. Şaman dininde iken dans eden, şarkılar söyleyen, kopuzlar çalan, şiir okuyan Türk, namazı az ve hareketsiz bir ibadet saymıştı. Türk hayat tarzı, bu hareketsizliğe karşı harekete geçilmesinden doğmuştur. Mevleviliğe gelince, o tamamıyla Türk geleneklerinin Müslümanlığa nüfuz örneğidir. Mevlâna büyük bir reformisttir. Ayakta dönerek ve hareketle Allah’a yaklaşma fikri, Türk dehasının en doğal ifadesidir. Bir tarafta müzik çalıyor, diğer tarafta insanlar ilahiler söylüyor ve ayağa kalkmış diğerleri, hayali bir dönüşle ellerini göklere kaldırıyorlar. Bunun estetiği fevkaladedir’.”9
Söylemiştim, Mustafa Kemal pratik bir insandı.
Herkese keyifli günler…
Manşet fotoğrafı: semazen.net
*https://tr.wikipedia.org/wiki/Mevl%C3%A2n%C3%A2_Cel%C3%A2ledd%C3%AEn-i_R%C3%BBm%C3%AE#/media/Dosya:Bowl_of_Reflections,_early_13th_century.jpg
KAYNAKLAR VE DİPNOTLAR
1- “Rab, efendi, dost, arkadaş, yardımcı, sahip ve malik, köle azat eden, azat olmuş köle, bir işi gören, idare eden” gibi birçok farklı anlamlara gelir. https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/5/-Mevlâna–kelimesi-ne-anlama-gelir–allah–peygamber-ve-insanlar-icin-bu-ifadenin-kullanilmasi-dogru-olur-mu-
2- Bir Mevlevi’nin Hayatı, Alberto Fabio Ambrosio, s.52.
3- http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/Mevlâna-hakkinda-yanlis-bildiklerimiz-1166260/
4- https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eems-i_Tebr%C3%AEz%C3%AE
5- Halil İnalcık, Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet, s.47
6- http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/Mevlâna-hakkinda-yanlis-bildiklerimiz-1166260/
7- aynı yazı.
8- Bir Mevlevi’nin Hayatı, Alberto Fabio Ambrosio, s.59.