14.1 C
İstanbul
3 Mayıs 24, Cuma
spot_img

Hızla uzaklaşırlar…

Mürekkepbalıkları, Sevdiceğim. Unutmadım.

Sana sözüm söz; mürekkep balıklarından bahsedeceğim sana bir ara ama yorgun döndüm eve bu akşam neredeyse her akşam olduğu gibi.

Sana da öyle geliyor mu, bilmiyorum; bir şehir ne kadar büyürse o denli küçülüyor, ne kadar kalabalıklarla dolarsa o ölçüde boşalıyor gibi geliyor bana artık. Her sabahın karanlığında kalkıp yollarına düştüğüm bu şehir bana tezgahlarında görüntülerin, seslerin, kaygıların, heveslerin, hırsların, kelimelerin, cümlelerin kat kat perdelik kumaşlar gibi sergilendiği bir açık pazar yeri gibi görünüyor ve ben gördüğüm binaların, yolların, arabaların, kalabalıkların, kulaklarıma hücum eden yol, korna, motor seslerinin, inşaat gürültülerinin, bağırışların benden bir sureti hızla o pazar yerine gönderdiğini hissediyorum.

O suretten evdeki aslına eziyet etmeden pazaryerinden dönmesini bekliyorum sadece.

Çocukluğumda, gençliğimde olduğu gibi okula, mesaiye, toplantılara, ziyaretlere, restoranlara, etkinliklere, artık her neye gidiliyorsa -bunlardan küçük keyifler alıyor da olsam- aslım, suretim, benliğimin her zerresiyle hücum ediyor değilim uzun zamandan beri. Buna olgunlaşmak mı denir, yoksa yaşlanmak mı, bilemiyorum; ama bunların harmanlanması gibi bir şey olsa gerek.

Elbette bunun sadece evime geri dönmek anlamına gelmediğinin, gerçekte kendime, aslıma, özüme dönmek olduğunun farkındayım. Gecenin sessizliğinde onlarca yolcunun uykusunu bölmeden yol alan otobüslerde, mesleğe başladığım köydeki küçücük odamda, yıllar sonra sürüklendiğim o dağıyla denizi yan yana, yağmurlu şehrin bir yokuşundaki otelin pespembe duvarlı, gıcır gıcır odasının soğuk kusursuzluğunda, hatta o talihsiz, esmer şehrin kirli ranzalarında bulduğum, kimseye inandıramadığım iç huzurumun ya ta kendisi ya da yakın akrabası olsa gerek bu duygu, ne dersin?

Şairin “süt dişleriyle Türkçenin / Ne güzel biçmişti gök ekinini” demekten kendini alamadığı yüzyıllar öncesinin aşığı “Beni benden sorman, ben bende değilem / Bir ben vardır bende, benden içeru” dememiş miydi sahi?

“Güneşleri ıssız boşlukta dönen”, pos bıyığının üzerinden yırtıcı bakışıyla alemi seyre dalmış o deli felsefeci karanlık dehlizlerinin kutsal yalnızlığından:

“Gecedir: Bütün fışkıran pınarlar daha gür konuşurlar şimdi; benim gönlüm de fışkırtan bir pınardır. / Gecedir: Sevenlerin bütün türküleri şimdi uyanırlar ancak; benim gönlüm de seven birinin türküsüdür.” diye haykırmamış mıydı?

Evet Sevdiceğim; onlar uzaylıdırlar adeta. Onlardan daha zeki bir yaratığa denizlerde rastlamak mümkün değil. Omurgasız, bacaksız, zırhsız bırakılmış halde yüzgeçleri, kolları, kocaman beyinleri, bir değil üç adet kalpten pompalanan mavi kanlarıyla beslenen lezzetli etleri, kör nokta nedir bilmeyen muazzam gözleri ve kaçarken, avlanırken, kur yaparken, çiftleşirken göz açıp kapayana dek renk, desen, şekil değiştiriveren, hatta onları görünmez kılıveren derileriyle neredeyse hiç dinmeyen açlıklarını bastıracakları yengeçlerin, karideslerin, solucanların, minik balıkların izini sürer, deniz kuşlarının, yunusların, fokların, köpekbalıklarının iştahlı kovalamalarından kendilerini kurtarmaya çalışırlar denizlerde. Çiftleşmeye razı geldiği zaman özenle seçtiği birden fazla erkekle kafa kafaya gelerek sekiz kolunu erkeğinkilerle birleştiren ve kolları arasına topladığı tüm döl paketleri arasından ikinci bir kez seçim yapan dişi, kendisine kur yapılırken en zekice yaklaşan adayın yavrularını yumurtlamayı tercih edecek kadar zekidir.

Büyük olasılıkla bu şanslı erkek diğerleri kadar iri ve gösterişli olmayışının dezavantajını cildinin siyah beyaz canlı çizgili erkek desenini bir anda kahverengi benekli dişi görünümüne değiştirerek ona yaklaşacak kadar gelişmiş zekasıyla telafi edebilen küçük orta ebatlı bıçkın delikanlıdır.

Heybetli cüsselerine güvenmiş yakışıklı kabadayılar çiftleşmek için seçilmiş olmalarının keyfini sürerlerken nesillerinin kendileriyle birlikte son bulduğundan şüphesiz habersizdirler. Erkekliğinden taviz vermeden kısacık bir süre için transseksüel rolünü oynayacak esnekliği gösterebilen aday sadece bedeniyle dişisini değil, zekasıyla neslini de kazanmış olur.

Gel gör ki kayaların altlarında, girintilerinde çatlamayı bekleyen yumurtalardan fırlayan yavrular hemen daima yetimdirler Sevdiceğim. Müthiş zekalarına ve uyum kabiliyetlerine karşın mürekkep balıkları nesillerinin devamını görebilecek kadar uzun yaşayamazlar genellikle.

Bir çay kaşığının dörtte birine sığabilecek kadar minik olan bu yavru doğar doğmaz sokağa bırakılan bir bebek kadar yalnız, bu yetmiyormuş gibi zırhsız, kabuksuz, genellikle zehirsiz olsa da, kısa ömrünü süreceği denizinde neredeyse her canlının iştahını açsa da kendisini eşref mahluk olarak gören mağrur, kimine köle, kimine zalim insanoğlunun onun için söyleyemeyeceği tek şey “çaresiz” olduğudur.

Annesinin küçük kopyası olan minyatür canavar bücür canlıları süratle yakalayıp, yiyip sindirmeyi, cildini yanından geçtiği, durakladığı kayaların, bitkilerin, süngerlerin, her şeyin görünümüne hızla bürüneceği şekilde yönetmeyi, anında desensiz ve görünmez oluvermeyi, lüzumu halinde püskürttüğü mürekkebiyle peşindeki canavarların görüşlerini allak bullak etmeyi – etrafında ona bunları öğreten hiçbir büyüğü olmaksızın – doğuştan bilen bir akıl ve zekâ küpüdür.

Topu kemali bir – iki yıllık ömrü kendisinden minikleri kovalamakla, daha önemlisi denizindeki canavarlardan akla hayale gelmeyecek taktiklerle sıvışmakla geçen bu el kadar düzenbaz uzaylının peşindeki katilini yanıltarak kendini kurtarmak için sergilediği son numara nedir biliyor musun Sevdiceğim?

Bir suretini ortama bırakıp hızla uzaklaşmak!

Onu hırsla kovalayan köpekbalığı, yunus ya da her neyse önüne çıkan kapkara mürekkep bulutuyla şaşkına dönmekle kalmaz, avını o bulutun içinde gördüğünü zannederek hücum eder.

Omurgasız, zırhsız, leziz öğününe ulaştığını zannetse de burnuna takılan yalnızca bir miktar sümüktür. Mürekkepbalığı ebadı, şekli kendisine benzeyen bir suretini jet gibi püskürttüğü mürekkeple birlikte kesesinden fırlatmış, sırra kadem basmıştır.

Sevdiceğim, kim bilir? Ruhu ne kadar kanamış, o olmaz olası yücelik duygusunu ne kadar geride bırakmış olmalı ki:

“Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;

Deniz aynandır senin, kendini seyredersin

Bakarken, akıp giden dalgaların ardından.

Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin.”

diye haykırıvermiş Şair…

Hatırladın değil mi?

Bir sonraki mektuba dek, lal küpeli kıza, al yanaklı dev adamdan…

1.bölüm:

İç içe iki perde

Osman Akdemir

Tıp doktoru; kardiyoloji profesörü. Yazmış olduğu dört kitap bölümü ve uluslararası & ulusal dergilerde yayınlanmış çok sayıda araştırması bulunuyor. 2015 yılından bu yana Medya Günlüğü'ndeki Beyaz Önlük köşesinde koruyucu kalp & damar sağlığıyla ilgili makalelerinin yanı sıra, Dikiz Aynası köşesinde tarihle tıbbın kesiştiği geçmişten öyküleri ve mektupları yayınlanıyor.

Osman Akdemir
Tıp doktoru; kardiyoloji profesörü. Yazmış olduğu dört kitap bölümü ve uluslararası & ulusal dergilerde yayınlanmış çok sayıda araştırması bulunuyor. 2015 yılından bu yana Medya Günlüğü'ndeki Beyaz Önlük köşesinde koruyucu kalp & damar sağlığıyla ilgili makalelerinin yanı sıra, Dikiz Aynası köşesinde tarihle tıbbın kesiştiği geçmişten öyküleri ve mektupları yayınlanıyor.

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
666TakipçilerTakip Et
11,281TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler