Demokrasinin doğru işlediği ülkelerde; medya, halkın sorunlarını, siyasilerden beklentilerini sayfalarına taşıyarak politikacılara izlemeleri gereken gündemi sunar. Çünkü medya, öncelikle halkın sorunları, istekleri doğrultusunda haberlerini seçmeli, haber değerlerini bu doğrultuda belirlemelidir. Ancak demokrasinin tam olarak yerleşmediği veya yanlış uygulandığı ülkelerde medya organı çıkar ilişkisi içinde olduğu politikacı-sermayenin elindedir ve gündem tamamen sunidir.
Medya aslında bir denetleme mekanizması olması için yapılanmış kamu görevi yapan dördüncü güç olmasına rağmen günümüzde şerit değiştirip bizleri baskı altına alan beyin yıkama, bir nevi çarpıtıcı algı yönetim biçimi olarak karşımıza çıkmakta…
Ülkemizde 1990 sonrası gazeteler gazetecilikle alakası olmayan patronların eline geçince toplumu bilgilendirici haberler de azalıp neredeyse tarihe karıştı, medya, sermaye ve siyasi iktidarın elinde kukla bir güç olarak yerini aldı. Yayın yönetmenleri neyin haber olduğunu değil, neyin haber olmadığını bilerek halka içi boş kirlilikleri “haber” adı altında makyajlayarak magazin haber dünyasını yarattı. Burada parantez açıp size medya patronu Aydın Doğan’ın biyografisinden kesit sunarak ne anlatmak istediğimi açıkça görünür kılmak istiyorum:
“1936 yılı Gümüşhane doğumlu Aydın Doğan. Lise öğrenimini Erzincan’da tamamladıktan sonra üniversite eğitimine İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi’nde devam etmiş. Bu okulun adı daha sonra Marmara Üniversitesi adını aldı. Okul yıllarında babasından ayrı kendi işini kurarak; nakliye, müteahhitlik, otomobil, ticari araç, iş ve inşaat makineleri ile ilgili işler yapmaya başlamış. Sirkeci’de otomotiv bayiliğine ilaveten zahirecilik (tarım ürünlerinin ticareti) ve ecza depoculuğu gibi işlerle de uğraşmış.
1974’ten sonra da İstanbul Ticaret Odası Meclis ve Yönetim Kurulu Üyeliği’nden sonra Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Yönetim Kurulu Üyeliği’nde bulunmuş… 1977 yılından bu yana İstanbul Ticaret Odası vergi rekortmenleri arasında dünyanın sayılı zenginleri arasında ismi duyulmakta…
1979 yılında Milliyet gazetesini satın alarak medya sektörüne adım atmış. Türkiye Gazete Sahipleri Sendikası Başkanı olmuş. 1994 yılında ise Hürriyet gazetesini satın aldı. Sonra yürü ya kulum misali birçok basın organı, televizyon vs. ile medya patronu unvanını aldı ve basın tekelleşme rayına oturdu. En son enerji işine girmişti. Detaylarına kadar girmiyorum lakin daha sonra bu dev medyayı yine kendisi gibi gazetecilikle hiç alakası olmayan ama hayatlarının bir dönemi Sirkeci’de kesişen Erdoğan Demirören’e 2011 yılında devrederek parasını alıp basın-yayından çekildiğini biliyoruz. Demirören’in biyografisine de bakarsanız futbolcu iken iş hayatına ilk oto yedek parçacısı olarak Sirkeci’de baba mesleğinden başlamış sonrasında sıvılaştırılmış petrol gazı şirketi Milangaz’ı satın alarak enerji koluna geçişle vs…vs…bir sürü vs…ile dev holding kurmuş biri…, Onun da adı vefatından bir yıl önce 2017 Forbes dergisinde Türkiye’de zenginler sıralamasında 45. olarak yer almıştı.”
Ülkemizde hal böyleyken, Harvard Üniversitesi’nde günümüzde televizyon, internet, gazetelerde dolaşan bilgilerin güvenilirliği hakkında bir araştırma yapılmış. Ve bu araştırmaya göre çıkan “bilgi kirliliği” adı altında yüzde 70 üzeri yalan, yanlış bilginin ortalıkta dolaştığı paylaşılmış. Bu bilgileri alıp, inanarak yine yanlış yayanlarla birlikte ortaya daha ürkütücü bir tablo çıktığını ilave etmek hiç de abartılmış olmaz. Üstelik yanlış bilgi daha hızlı yayılıyor. Doğru bilgiyi anlamak için araştırmalar yapmak, değişik kaynaklardan onaylatma zorunluluğu zaman alan zahmetli bir gerçek.
Dünyaya ait haberlerin bilgisinin neredeyse tamamını Batı kaynaklı haber ajanslarından alan ve sahiplik yapısının neredeyse yüzde 90’ını uluslararası medya kuruluşlarına kaptırmış olan, çığlıkları duyulamayan yerel medyadan ise tarafsızlık, doğru, farklı bir ses beklemek ne kadar gerçekçidir o da ayrı…
Bir pilot nasıl uçağını kullanıp yolcularını gidecekleri şehirlere, ülkelerine mesleğinin icabı güvenli bir şekilde ulaştırmak zorunda ise… Günümüz gazetecileri de meslek seçimi itibarıyla halkın güvenliği için doğruları bilmeleri konusunda yol gösterici ve yapılan haksızlıklara ses-nefes olabilmek sorumluluğundadır. Lakin bu görevi yerine getirmek hani ekmek aslanın ağzında misalini çoktan geçtiğimiz günümüz şartlarında ekmek ve aslanın kaybolup çamura gömüldüğü küreselleşmiş çark imparatorluğundan tüm zorluklara rağmen doğru bilgileri ayıklayıp, sunabilmek. Ki bunu yapabilen az sayıda da olsa gazetecimiz var.
Aslında gerçek gazetecilik ve gazeteciden beklenenler gerçekleşebilse; kamu yararlı bilgilerle donanımlı hale gelecek. Sivil toplum örgütleri halkın ortak düşüncesini ve tepkisini ortaya koyan, hükümetlere demokratik baskı gücünü kullanabilen, toplumun sigortası niteliğindeki kuruluşlar. Bu kuruluşların işlev ve önderliğinde desteklenen programlar ise toplumun her kesiminin yararına toplumsal yatırımlar olabilecek.
Yolsuzlukların, yanlışların, skandalların halka duyurulmasında anahtar rol oynayan araştırmacı gazetecilik, hepimizin bildiği gibi çok çetin ve tehlikeli bir meslek alanı. Gazetecilerin her türlü baskı, sindirme politikalarına hatta saldırılara direnerek, haberlerin üzerine korkmadan cesurca gidebilen az sayıda gazetecimiz için çalıştıkları kurum ve diğer basın kuruluşlarından destek görmeleri büyük önem taşımakta… Doğru haber, gerçek gazetecilik için umut, halkında gazetecilerinin arkasında durarak, destek vermeleri karşılıklı gücün, güvenin, yükselişin artmasına etken olacaktır. Yeni mezun olan genç, dinamik gazeteci arkadaşlarım ise eldeki parmakların sayısını geçemeyen doğuştan gazeteci ruhlu araştırmacı gazetecileri örnek alarak işlerine özveriyle sarıldıkları takdirde umut köprüsü işleviyle geleceğin önder gazetecileri olacaklardır. Yoksa maalesef düşen bir uçakta ilk önce “pilot” ölecektir.
Gerek gazetecinin gerekse gazetecinin çalıştığı kurumların güvenilirliğinin, inandırıcılığının, sorumluluğunun, saygınlığının arttığı medya organlarının kamuoyunu doğru, tarafsız, yansız, bir biçimde bilgilendireceği günlere…
Sağlıcakla!