Dağ ve kış sporları meraklıları dışında pek çok kimse Matterhorn adını duymamıştır. Ben ise 1970’te, Orta 3’te okurken bu ismi bir kitabın başlığında ilk kez görmüş, kitabın kapağı ve daha sonra konusu ilgimi çektiğinden satın almıştım.
Kitabın adı ‘Der Kampf ums Matterhorn’ (Matterhorn Uğruna Verilen Mücadele) idi. İsviçreli yazar Carl Haensel tarafından 1928’de kaleme alınan 151 sayfalık bu kısa roman aynı yıl ilk kez sessiz film olarak, daha sonra da 1937’de bu kez sesli olarak sinemaya da aktarılmış.
Kitabın konusu, Alp Dağları’nın en tanınmış zirvelerinden biri olan İsviçre’deki Matterhorn’a, 1865 yılının Temmuz ayında ilk kez yapılan tırmanışın hikayesi. Britanya vatandaşı Edward Whymper ve ekibi tarafından yapılan tırmanış, aynı günlerde İtalya’dan tırmanışa başlayan bir İtalyan ekibinden daha önce zirveye ulaşmış ama dönüş yolunda ekipteki yedi dağcıdan dördü düşme sonucu hayatlarını kaybetmiş. Carl Haensel de romanını Whymper’in çizimleri ve notlarını esas alarak kaleme almış. Oldukça gerilimli bir roman.
İsviçre’nin İtalya sınırına çok yakın bir yerde olan Matterhorn, Wallis Kantonu’nda yer alıyor. Wallis ise İsviçre’nin Almanca konuşulan bölgesinin en güney noktasında. (Ancak, İsviçre’de ana Almanca bölgesinin dışında, daha güneyde, adacık şeklinde yine Almanca konuşan küçük iki bölge daha var.) Zirvenin adı hemen yamacından başlayan Matter Vadisi’nden (Mattertal) geliyor. ‘Matter’ Almancada çayır, ‘Horn’ ise boynuz anlamına geldiğinden Matterhorn kelimesini Türkçeye ‘Çayırın Boynuzu/Zirvesi’ olarak çevirmek mümkün.
Matterhorn 4478 metrelik yüksekliği ile İsviçre’nin onuncu en yüksek zirvesi. Alp Dağları’nda Matterhorn’dan daha yüksek başka zirveler de var. Ancak, Matterhorn’u diğer zirvelerden farklılaştıran iki özelliği var. Bunlardan biri piramit şeklindeki etkileyici görünümü. Diğeri ise son derece dik ve yalçın bir kayadan oluşması nedeniyle tırmanışının son derece zor oluşu. O nedenle de Alpler’de fethedilen en son zirveler arasında yer alıyor.
Matterhorn etkileyici görünümü nedeniyle İsviçre’nin üçgen şeklindeki ünlü çikolatası Toblerone’a da ilham vermiş. Bern’de üretilen çikolatanın şekli Matterhorn’a benzetilmiş. Zaten markanın ambleminde de yer alıyor. Ancak, firmanın bugünkü sahibi ABD kökenli Mondelez üretim hattını, İsviçre’deki yüksek maliyetlerden kaçınmak için 2023 sonunda Slovakya’ya taşımaya karar verince İsviçre yasalarına göre Matterhorn’u ambleminden çıkarmak zorunda kalacakmış.
Adını, daha önce de belirttiğim gibi ilk kez 1970’de duyduğum Matterhorn’u, izleyen 52 yıl boyunca, çok istememe rağmen bir türlü yakından görememiştim. Geçen Şubat ayında İsviçre’ye yaptığım bir seyahat sırasında nihayet bir fırsat doğdu.
Eşim ve Bern’de yaşayan oğlumla birlikte bir pazar erken saatte trenle yola koyulduk. Visp’te yaptığımız aktarmadan sonra, zaman zaman oldukça dik eğimleri tırmanabilen bir çeşit dişli trenle, Bern’den ayrıldıktan iki saat on dakika sonra Matterhorn’un eteklerindeki Zermatt’a ulaştık. Yerleşke denizden 1680 metre yüksekte ve nüfusu 5800 civarında. İsviçreli’den sonra nüfusun en büyük bölümünü Portekizliler oluşturuyormuş. Nedeni, turizm sektörünün personel gereksinimi.
Şubat ayında karlarla örtülü olması gereken vadi ve Zermatt bu yıl güney Avrupa’yı kasıp kavuran şiddetli kuraklık nedeniyle kuru otlar ve kayalarla kaplı bir görünümdeydi. Sırtlarda yapay pistlerde ve yazın da kayak yapma olanağı sağlayan buzul üstlerinde bir miktar kayak yapılmakla birlikte, mevsim itibarıyla yerli ve yabancı turistlerle dolup taşması gereken kasaba oldukça boştu.
Zermatt’da içten yanmalı motor kullanan araçlar yasak. Onun yerine elektrikli araçlar kullanılıyor. Turistik amaçla izin verilen bir iki atlı araba da var. Arabayla Zermatt’a seyahat ettiğiniz takdirde, aracınızı Taesch isimli 5 km uzaklıktaki bir istasyonda katlı otoparka bırakıyor ve son etabı trenle yapıyorsunuz.
Zermatt’da istasyondan başlayarak kentin ana caddesini bir uçtan diğer uca yürüdük.
Yolun sonuna doğru Matterhorn bütün haşmetiyle karşımıza çıktı. Gençliğimden beri merak ettiğim zirve işte karşımda duruyordu. Değişik açılardan birkaç poz fotoğrafını çektim. Sonra kentin ortasından akan Mattervispa’nın karşı sahiline geçerek istasyona doğru yürüdük.
İstasyona vardığımızda, hem trenin kalkışına biraz vaktimiz vardı, hem de karnımız acıkmıştı. Havanın da açık ve ılık olması nedeniyle istasyonun yan girişinin yakınında Casa Mia isimli küçük bir pizzacının bahçesinde güneş gören bir masaya yerleştik. Üç farklı pizza ve birer bira ısmarladık. Hem pizzalar hem de yerel bira pek nefisti; ya da soğuktan ve bol oksijenli dağ havasından dolayı biz çok acıkmıştık. Keyifle yedik. Daha sonra trenimize binerek, yine Visp aktarmalı olarak Bern’e geri döndük.