Atina Panteion Üniversitesinde sosyoloji okuyan Aris Abacı, Maltepe Üniversitesinde İnsan Hakları yüksek lisansı ve felsefe doktorası yapmış. Şu anda Atina Üniversitesi, Felsefe Bölümünde araştırmacı olarak çalışan Abacı, kimlikler denizinde boğulmamak ya da boşuna kürek sallamamak için felsefeye yönelmiş. Felsefenin sadece sorunların farkına varma yeteneğini geliştirmediğine dikkat çekiyor Abacı ve şöyle diyor: “Aynı zamanda, karşıdakinin –ki bu karşıdaki, komşu olabilir, bir yazar, bir hoca ya da iktidar olabilir– masal anlattığını anlama yeteneğini de geliştiriyor. İstediği kadar dikkatlice seçilmiş anlaşılmaz kelime ve cümleler kullansın, bir insan saçmalıyorsa, saçmalıyordur.”
Elif Şahin Hamidi
***
–Neden felsefe? Yolun nasıl felsefeye düştü?
-Kimlikler denizinde boğulmamak ya da boşuna kürek sallamamak için. Felsefe eğitimine tam olarak bu yüzden yöneldim. Aslında insanın yolu felsefeye düşmüyor, felsefenin yolu insana düşüyor ama dünyaya sorun tarafından ya da sorunlu tarafından bakmadığın zaman, felsefe istediği kadar sana uğrasın, sen kapıyı suratına kapatırsın. Yani rahat batıyorsa –ki battığına göre aslında rahat değildir– o zaman sana uğrayan felsefeyi buyur edersin.
–Peki, felsefe sana ne yaptı? Felsefeyle birlikte değişen bir şey oldu mu hayatında?
-Felsefe sadece sorunların farkına varma yeteneğini geliştirmiyor. Aynı zamanda, karşıdakinin –ki bu karşıdaki, komşu olabilir, bir yazar, bir hoca ya da iktidar olabilir– masal anlattığını anlama yeteneğini de geliştiriyor. İstediği kadar dikkatlice seçilmiş anlaşılmaz kelime ve cümleler kullansın, bir insan saçmalıyorsa, saçmalıyordur. Bunu anlamak, söylenen ya da yazılanların içerdiği tutarsızlıkları, demagojiyi ve beyin yıkama çabasını anlamak çok kolaydır, eğer insan gerçek bir felsefe eğitiminden geçmişse. Burada tabii son cümle önemli.
–Kimileri felsefeden korkuyor. Felsefeden korkmaya gerek var mı sence ve bu korku nasıl aşılabilir?
-Bir önceki ile çok ilgili bir soru. Öncelikle birden fazla yanıtı var. Birinci yanıt şöyle: Evet korkuyorlar ve korkmaları da gerekir. Ama felsefenin de korkutucu olması gerekir. Yani masal anlatmaması gerekir. Neyi amaçladığını açıklaması ve laf kalabalığı yapmaması gerekir. Örneğin, ister her bir insanın kendisini değiştirmesini, ister dünyanın değiştirilmesini öngörsün, bu öngörüsüne yönelik düşünce üretsin, sorunlar sıralasın ve bunların çözümüne yönelsin. Ama yönelsin; yolda çekirdek çitlemesin. Bu anlamda bazı ya da çoğu felsefeciler ve filozoflar da felsefeden korkmalı. Masal anlatan, anlaşılmaz olmanın bir halt olduğunu düşünen felsefeciler korkmalı. Aklını ve kalemini, sistemi –herhangi bir sistemi– her şeye rağmen savunmaya güdümleyen, dolayısıyla da başka bir şey göremeyen filozoflar korkmalı. Bunlar korkmalı. Ancak, korkmaması gerekenler de var. Onlar da, düşünmenin, düşünebilmenin varlık koşulu olduğu insanlar, yani tüm insanlar. Ne var ki bu korkuyu tamamıyla aşmanın mümkün olduğunu zannetmiyorum. Dinsel inançlar, ideolojik saplantılar ve yönetenlerle yönetilenler arasında süregelen asimetrik ilişki orta yerde dururken, felsefeye karşı duyulan korkunun tamamıyla aşılabileceğini düşünmek olanaksız. Aksi geçerli olsaydı, devrimlere gerek kalmazdı.
–Felsefe ve diğer disiplinler arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsun? Disiplinler arasılık neden önemli? Felsefe neden herkese lazım ya da lazım mı?
-Aslında tabii ki herkese lazım da, felsefe için “her eve lazım” diyemiyoruz, çünkü her eve sığmıyor. Aynı anlamda, diğer sosyal disiplinler için de lazım, ama onlar da bir anlamda “felsefe yapma” diyorlar. Biraz felsefi dedikodu gibi olacak ama, dünyanın en açık görüşlü sosyal antropoloğuna tüm kültürlere saygı prensibinin, insan açısından harcama potansiyeli içerdiğini söylerseniz, dayak bile yiyebilirsiniz. Evet, felsefe lazım da, aslında bu “logos” denen şey herkeste var ama neden herkesin kullanmadığını ben de anlamıyorum yahu, diyen Herakleitos’tan bu yana değişen pek bir şey yok galiba. Çeşitli disiplinler, yapıları gereği belirli kesitler içinden inceleme yaparlar. Böyle de olması gerekir. Sorun sosyal alanda ortaya çıkıyor. Felsefe ile pozitif bilim disiplinleri arasında bir alan sorunu olduğunu söylemek zor. Ama iş insana geldiğinde, orada durum farklı. Çünkü bu alanda kesitlerle çalışma, bakış açısını da daraltıyorsa, bunun sonucu olarak da insan dünyasına birbirinden bağımsız adacıklar dünyası biçiminde bakılıyorsa, o zaman bu işin içinden çıkmak olanaksız olur.
–Felsefe neden herkese lazım ya da lazım mı?
-İdeal bir dünyada felsefe herkese lazım diyebilirdik belki. İdeal dünya konusu bir kenara, gerçek hayatta herkese lazım değil. Hayat ve anlam, şu ya da bu nedenlerden, şu ya da bu biçimlerde içeriklendirilebiliyor. Hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu söylemek kuramsal olarak belki mümkündür ama gerçeklikte, hayatın anlamını dinsel-ahlaksal sistemlerde ve bunların normlarında bulan bir insana felsefenin nesini anlatabilirsiniz ki? Hadi diyelim siz anlattınız, o ne anlar ki… Gerek de yoktur bence.
–Peki, felsefe karın doyurur mu? Aileler, çocukları aç kalacak diye felsefe okumalarını pek istemiyor gibi de…
-Belki de “felsefe eğitimi” kavramını yeniden düşünmek gerekiyor. Felsefe disiplini eğitiminden geçmek, sadece filozof olacak insanlara, hatta felsefi bakışa zaten sahip olan insanlara özgü olabilir mesela. Her bir disiplinde insanlara felsefe öğretmek, hatta o disipline özgü bir biçimde öğretmek daha olumlu sonuçlar verebilir. Eğer tabii felsefenin bir şeye yaradığını düşünüyorsak. Eğer bunu bir meslek olarak görüyorsak, beden eğitimi öğretmenliği gibi mesela, o zaman felsefe öğretmenliği öğretilsin, felsefenin kendisi değil. Kaldı ki, var olan üniversitelerde nasıl bir felsefe eğitimi verilmektedir? Sonuç olarak da şunu söylemek gerekir. Aslında hiçbir eğitim karın doyurmaz. Meslek karın doyurur. Bunun öğretilmesine de eğitim denmesi yanlış zaten.
-Felsefeci sadece felsefe mi yapar: Sadece kitaplara gömülüp okur, yazar, düşünür mü? Ya da hangi alanlarda iş yapar, yapabilir?
-“Felsefe yapmak” lafı bana her zaman komik gelmiştir. Köfte yapmak gibi geliyor. Şaka bir yana, özellikle felsefe kavramının fiille olan ilgisi, Türkçede biraz tuhaf bir şekilde ifade ediliyor. Bu da dille ilgili bir şeydir ama, felsefe yapmak yerine, doğrudan felsefe yapma aktının tek bir kelime ile ifade edilmesi daha iyi olurdu, İngilizce, Fransızca ya da Yunancada olduğu gibi. Tek bir kelime ile ifade edilseydi, hem “yapmak” fiilinin anlam bozucu özelliği ortadan kalkardı, hem de felsefenin kavram içeriğinin belirlenmesi ve düşünme ile olan ilgisi ön plana çıkabilirdi. Her neyse, felsefeyi filozoflar yapsın, çünkü felsefecilerin yaptığı felsefenin içerisinde neredeyse boğulmak üzereyiz! Bunu yaparken de, bazı temel eserleri tabii ki okuması gerekir ama bunun yanında, felsefenin ön koşulu olarak filozofun, yaşaması gerekir, hatta bu dünyada yaşaması gerekir. Öte dünya ile ilgili felsefe yapacaksa bile bu dünyayı yaşaması lazım. Bütün bunları felsefecilerin yapması gerekmiyor. Hatta onlar bunları yapmamalı.
–Gündelik hayatta insanların genellikle ezberler, ön yargılar, değer yargıları, inançlar, izmler, ahlaksal normlar üzerinden değerlendirmeler yapıp, değer harcadıklarını görüyoruz. Çoğu çatışma, kavga gürültü de buradan çıkıyor. Bu noktada felsefe bir çıkış kapısı aralayabilir mi insana?
-Bu sorduğun, belki de felsefe zurnasının zırt dediği yer. Şüpheciliği temel felsefi prensip olarak ortaya koyup bu şekilde felsefe yapanlar, çokça eleştirilmişlerdir. Ancak onların eleştirilme nedeni şüphecilik değil, başka şeylerdi. Çünkü şüpheciliği, neredeyse prensip gibi kullanmak, yaşama bakıp düşünmeye çalışan insanın temel özelliği olmalıdır. En iyi sorun bulma aşısı olarak nitelendirdiğimiz, en geniş bakış açısı olarak kabul ettiğimiz teori ve görüşlerin gözümüzün önünde çöktüğünü görürüz. Görmeliyiz de. İdeolojik saplantılar yoluyla değil de felsefi düşünmeyle oluyorsa, çökmeyecek teori yoktur. Bu da şunu gerektirir: Felsefi görüşlerin bir nevi deneme sürüşlerinin yapılması gerekir. Sözünü ettiğin çatışmaların nedeni, yine sözünü ettiğin nedenlerdir. Felsefe kapıyı zaten aralamıştır. Nasıl aralamıştır: Felsefe vardır. Böyle aralamıştır. Varlığıyla. Bu kapıyı kimlerin kullanacağı başka bir konudur. Ama yanlış anlaşılma olmasın: Belirli bir felsefi görüşün bu çatışmaları önleyecek ya da azaltacak nitelikte olduğunu düşünmüyorum. Böyle bir aşamaya geldiğimizi düşünmüyorum.
–Felsefeyle ilgilenenlere, felsefe okumak isteyenlere ne tavsiye edersin?
-Okuma listesi vermeyi ayıp sayarım, ama şu kadarını söyleyebilirim: Antik dönemden iki elin parmakları kadar düşünürü, modern dönemden de bir elin parmaklarına yakın düşünürü okuyup, yaşamalı insan, diğer insanlarla birlikte.
Gelecek hafta: Sinan Pekşen’le söyleşi
***
Önceki söyleşiler:
Sedef Karakaş: Felsefe adındaki kraliçe (2024 yılında Medya Günlüğü’nde en çok okunan yazı)
Alper Hasanoğlu: Felsefeden korkan terapi görsün
Ertan Tunç: Her yol felsefeye çıkar
Beste Nâsır: Felsefe insanlaşma yolculuğudur
Serhan Kansu: Felsefe bir ışık yakar
Hâle Seval: Felsefe hayatımızın içinde
Furkan Soltekin: Ezberle savaşmak için felsefe
Uğur Selçuk Güneşli: İnsana yakışır bir yol aradım
Kornilia Çevik Bayvertyan: ‘Doğruya ulaşmanın anahtarı felsefe’
Pınar Güler: Felsefe her eve lazım
Ali Bulunmaz: ‘Felsefe itici bir güç’
Belgin Önal: Felsefeyle kendimi gördüm
Berkay Gürvardar: Felsefe çıkış kapısı olabilir
Berrak Coşkun: Delirmemek için felsefe
Zuhal Kişin Köseoğlu: Düşünmek zahmetli geliyor
Armağan Teselli: Hayatta kalabilmek için felsefe
Ceren İplikçi: Felsefe eşine zor rastlanır bir dost
Onur Egemen Sakarya: Takdir edilesi bir ‘mutsuzluk’
Tülay Aydın Türkmen: ‘İnsanı anlama yolculuğum’
Fatih Hüseyin Börekçi: Sistem düşünmemizi istemez
Yazar hakkında
Elif Şahin Hamidi 1979 yılında doğdu. 1998 yılında, Trakya Üniversitesi EMYO Serigrafi Bölümünden, 2004 yılında, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın-Yayın Bölümünden mezun oldu. 2018 yılında, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı İnsan Hakları Yüksek Lisans Programını tamamladı. Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin danışmanlığında “Gazetecinin İşi, Hak Gazeteciliği ve İnsan Hakları” başlıklı bir tez yazdı. Şu an aynı üniversitede felsefe doktorası yapıyor.
Öğrencilik yıllarından bu yana çeşitli mecralarda muhabir, editör, genel yayın yönetmeni olarak görev yaptı ve yazmayı hep sürdürdü. Kitap değerlendirme yazıları, yazarlarla yaptığı söyleşiler, hazırladığı dosya konuları ve haberler farklı mecralarda yayınlanıyor.
2014 yılında Beta Yayınları tarafından yayımlanan Sıradışı Uyumsuz Muhalif: Bir Entelektüeli Yitirmek/Vakur Kayador’un Ardından başlıklı kitapta, “Hep Vakur ve Hep Yalnızdı” başlıklı yazısıyla yer aldı. Ayrıca Ercan Kesal ile Peri Gazozu adlı kitabı üzerine yaptığı söyleşi, 2017 yılında yayımlanan Aslında adlı kitaba dahil olurken, Murat Gülsoy’un Nisyan adlı romanıyla ilgili değerlendirme yazısı, 2018 yılında yayımlanan Murat Gülsoy: Edebiyatta 30. Yıl/Basında Yazılanlar adlı kitapta kendine yer buldu. Prof. Dr. Şehnaz Ceylan’ın editörlüğünü yaptığı ve Ekim 2020’de yayımlanan Çocuk Edebiyatı başlıklı kitaba, “Kitaplara ve Okumaya Dair” başlıklı yazısıyla katkıda bulundu. 2021’de yayımlanan Etik, Hukuk ve İnsan Hakları/İoanna Kuçuradi’ye 85. Doğum Günü İçin adlı armağan kitaba, yüksek lisans tezinden hareketle, “İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi” başlıklı bir yazı yazdı. “Toz, Ölüler ve Diriler” başlıklı öyküsü, Sözcükler Edebiyat Dergisinin Mayıs-Haziran 2022 sayısında yayımlandı. Kasım 2022’de yayımlanan Edebiyatta Denizcilik Denizcilikte Edebiyat adlı kitaba, Nazlı Eray’ın Pasifik Günleri romanı hakkında bir yazıyla katkı sunarken, Şubat 2023’te yayımlanan Edebiyatta Hukuk adlı kitaba, Aristophanes’in Kadınlar Savaşı/Lysistrata oyunu hakkındaki “Barış Düşünün Peşinde: Lysistrata” başlıklı değerlendirme yazısıyla katkıda bulundu. Son olarak, İoanna Kuçuradi için hazırladığı Ömrümüzü Yönlendiren Rastlantıların Kavşağında: İoanna Kuçuradi başlıklı armağan kitap, Mart 2024’te, Kuçuradi Felsefe ve İnsan Hakları Vakfı Yayınları’ndan çıktı. Ayrıca yüksek lisans tez çalışması, İnsan Hakları Işığında Gazetecinin İşi başlığıyla, yine Mart 2024’te kitaplaştırıldı.
Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezinde Uzman olarak görev yapıyor ve Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile birlikte çalışıyor. İnsan Hakları Anabilim Dalı ve İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Danışma Kurulu Üyeleri arasında yer alıyor. Ayrıca, İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü Bültenini hazırlıyor.