“Ouroboros”, kendi kuyruğunu sürekli yiyen ve böylece sürekli bir daire oluşturan bir yılan veya ejderha ile tanımlanmış semboldür.
Varyasyonları farklı kültürlerde görülebilir, ancak sembol daha çok ve ilk çıkış yeri olarak Mısır ile ilişkilidir.
Literatürdeki ilk kullanımına antik Mısır cenaze ritüellerinde kullanılan yazıtlarda rastlanıyor. Bu yazıtlar cenaze törenlerinde ölen kişinin ruhunun sonraki yaşamında korunmasına yardımcı olmak için okunuyordu. Özellikle Tutankamon’un mezar yazıtlarında iki adet kendi kuyruğunu yiyen yılan figürüne rastlanıyor. Yazıtlara göre bunlardan biri güneş tanrısı “Ra”yı diğeri de yeraltı tanrısı “Osirisi” temsil ediyor. Söz konusu figürler tam da “Ra” ile “Osiris”in birleşme anında ortaya çıkıyor.
Kendi kuyruğunu yiyen yılan sembolünün tam manasıyla neyi ifade ettiğini anladığımızda neden bu sembolün tarih boyunca neredeyse tüm medeniyetlerce kullanıldığını da idrak edebiliriz.
Bu sembol, sebebin sonuç, başın sonla bir olduğunu açıklayan bir simgedir. Bunu kavramak bugün biraz zor olabilir…
En temel anlamıyla öz yaratımı temsil eder. Kendini yiyen ve yeniden yaratan, sürekli yaratım ve yok edim döngüleri içerisinde olan yılan, hayatın ve varoluşun kendisini ifade eder. Maddi ve manevi tüm evrenin, tüm varoluşun tek sembolüdür.
Sanırım çoğumuz yılanlardan korkarız. Aslında yılan sembolizmi genlerimize işlemiş çok derin anlamlar içerir. Cennetten kovulma sebebimizin, bilge ağaca dolanmış bir yılanın ilk insanı yoldan çıkarması olduğunu düşünürsek, belki de yılan korkumuz bu genlerimizdeki bilgilerden kaynaklıdır.
Yılanlar mizaçları gereği her şeyi sindirebilecek yüksek bir mide asidine sahiptir. Kendi kuyruğunu yediğinde kuyruk yok olmayacak fakat dönüşecektir. Yani bir anlamda dönüşümü ve bu dönüşümün sonsuzluğunu da ifade etmektedir.
Bir başka antik Mısır yazıtında ise bu sembol, düzen içindeki dünyayı çevreleyen keşmekeşi temsil ediyor. Fakat bu öyle bir keşmekeş ki, dünyanın periyodik yenilenmesiyle direkt ilişki içerisinde.
İlk atamızdan bu yana süregelen ve şimdide de hissettiğimiz bu periyodik yenilenmeye bir de bu bilgiler ışığında bakınca belki bu sonsuz dönüşümü daha iyi kavramamız mümkün olabilir. Bu o zaman belki yasak meyveyi yemekti, sonra göktaşı yağmurları, buzul çağı, bugün ise küresel iklim değişikliği…
Yogada da bu sembol görülmektedir. “Kundalini” enerjisi denilen enerjinin bedende kuyruk sokumunda olduğuna inanılır ve uyuyan bir yılanla sembolize edilir. “Kundalini uyanışı” tabiri de buradan gelir. Bu enerji uyandığında insanın aydınlanma deneyimi yaşayacağına inanılır. Aslen iki yılan vardır: Biri kök çakradayken diğeri taç çakradan yani başın üstünden bedene girer. Bu iki yılan birleştiğinde insanın ilahi döngüsünü tamamladığına inanılır.
Tarihteki keşfedilen ilk yazılı eser olan Gılgamış Destanı’nda da iki yılandan bahsedilir. Bu iki yılan yüzünden Gılgamış ölümsüzlük otunu kaybetmiş fakat ölümsüz olmaya dair çok değerli bir öğreti almıştır.
Günümüzde ise tıbbın sembolü bir çubuğa sarılı iki yılandır (kadüse).
Sembol antik Yunan literatürü tarafından da benimseniyor. Eflatun “Timaeus” adlı eserinde “Ouroboros”tan şöyle bahseder:
“Evrendeki ilk yaşayan şey kendi kendini yiyen sirküler bir varlıktır. Ölümsüz, mükemmel olarak oluşturulmuş bir hayvan… Yaşayan varlığın, onun dışında görülecek hiçbir şey kalmadığında göze ihtiyacı kalmamıştı; ya da duyulacak hiçbir şey olmadığında kulağa… Solunacak, etrafını çevreleyen bir hava yoktu; ya da besinini almasını ve sindirdiklerinden kurtulmasını sağlayabilecek olan organların bir kullanımı olamazdı, çünkü ondan çıkan veya içine giren bir şey yoktu: bu yüzden onun dışında bir şey de yoktu. Yaratılışındaki tasarım nedeniyle, kendi artığı onun besinini sağlıyor, bütün yaptığı ya da çektiği acı kendi içinde, kendi tarafından meydana getiriliyordu. Şunu anlamış olan yaratıcı için kendi kendine yeten bir varlık, hiçbir eksiği olmayandan çok daha mükemmel olacaktı ve hiçbir şeyi almaya ya da kendini herhangi birine karşı savunmaya ihtiyacı olmayacağından, yaratıcı ona el vermenin gerekli olmadığını düşündü, ya da ayak ya da tüm yürüme aparatını; ama onun küresel formuna uyan hareket ona tahsis edilmişti, akla ve zekâya en çok uygun olan 7 tanenin hepsi olarak; aynı tarzda ve aynı nokta üzerinde, kendi limitleri dâhilinde bir daire içinde dönerek hareket etmesi için yapılmıştı. Ama diğer altı hareket ondan alındı ve o sapmalarına dâhil olamayacak şekilde yapılmıştı. Ve bu sirküler hareket ayağa ihtiyaç duymadığından, evren ayaksız ve elsiz yaratılmıştı.”
Dünyaya bakışın ve dünyayı algılayışın değişmesi ve üstinsan değerlerine vurgu yapan Friedrich Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabında oyuz yaşındaki Zerdüşt ‘’Bir amaç eksik, insanlığın henüz bir amacı yok,’’ der ve amacı için yollara düşer. Belki Zerdüşt de “Ouroboros” tur…
“Her şey gider, her şey geri gelir, sonrasızca döner varlık çarkı. Her şey ölür, her şey yine çiçeklenir; sonrasızca sürer varlık yılı.”
Böyle Buyurdu Zerdüşt-Friedrich Nietzsche
Namaste…