Son günlerde düş kırıklıklarıyla belirsiz geleceklere sürüklenen, kendilerini güçsüz, aciz hisseden, korkular dayatılan insanlar…
Yüreği sıkıştıran bir korku ile yaşamak. İnsan istediği hayatı yaşayamıyor çünkü korkular hayatın başrol oyuncusu. Hep bir şeylerden korkuyoruz; düşünmekten, sevmekten, aptal durumuna düşmekten, sınavda başarısız olmaktan, gelecekten, hata yapmaktan…
Çeşit çeşit korku var yüreğimizi sıkıştıran. Denizde yüzmekten mi korkarsın yüksekten mi, köpekten mi korkarsın böcekten mi, yoksa sevdiklerini kaybetmekten mi? Yükseklik korkusu, kapalı alan korkusu, iğne korkusu, hep korkuyoruz, korkular besliyor ruhumuzu.
Hemen hemen herkesin yaşayabileceği korkuya bir örnek: Evde yalnız otururken karanlık çökmüş. Ev sessiz, sadece televizyonun kısık sesi duyulabiliyor. Korku filmlerindeki gibi bir anda odanın kapısı hızla çarpıyor. Birden bedenine, hücrelerine, damarlarına korku şırınga edilmiş gibi daha hızlı nefes alıp vermeye başlıyorsun. Kalp atış ritmin hızlanıyor, gerginleşiyor, kasılıyor. Birkaç saniye sonra camı açık bıraktığını hatırlıyorsun. İyimser bir düşünce ile rüzgar çarpmış diye düşünüp rahatlıyorsun… Düşünsenize, insan birkaç saniyede ne senaryolar yazıyor.
Korku insanoğlunun başına dert olan, gelişimini engelleyen saldırganlık, “savaş ya da kaç” içgüdüsüyle, dahası egoyla korkunun harmanlanması sonucunda ortaya çıkar. Ortaya çıkan insanın kendisinden özünde var olan korkunun giderek beslediği olumsuz duygu ve düşüncelere yönelir. İşte bu noktada korku girdabının devreye girdiği kısacık sürede vücudun sanki vahşi doğada yırtıcı bir hayvanla karşılaşmış gibi bir insanın vereceği tüm tepkileri verir.
Böylesi bir duruma niyetlerimiz de karıştığı anda aklımızın sınırının yetmediği tuhaf şeyler hissederiz. Beynimiz belirsizlikle baş etmekte zorlanır, korku teorileri üretir. Ama korku bir yönüyle bize hayat da verir. İnsanın içindeki korku kişinin kendisini hapsettiği bir hapishanedir. Bu hapishanenin duvarları parmaklıklarla değil korkularla örülüdür. Bu yüzden korku kişiyi hareket etmekten, ileri gitmekten, başarılı olmaktan alıkoyar.
Şu söylenebilir: Korku tarih boyunca en temel duygularımızdan biri olmuş. Korkmakta hiçbir sıkıntı yok, dahası gerek kendimizi, gerekse yakınlarımızı korumak amacıyla korkmak gerekebilir, gereklidir de.
Hiç merek ettiniz mi? İnsan neden korkar? Korku nedir?
Nedir biliyor musunuz… Konfor alanından çıkmamak için beynin insana oynadığı bir oyun. Korkuların çoğu öğrenilmiştir. Birçok insan bir şeylerden, birilerinden ya da bir yerlerden korkmayı öğrenir. Daha doğrusu anne babanın korkuları çocuklara genelde miras olarak geçer. Korku temelde yaşamımızı sürdürmek için gerekli bir duygu olduğundan tehlike durumunda korku hissetmemiz, o tehlikeden uzak durmamızı, kendimizi korumamızı sağlar. Bu, korku olması gereken korkudur.
İnsanın evrimine bakarsanız bazı korkular nesilden nesille aktarılmıştır. Eğer böyle yapılmamış olsaydı, bu gerekli korkular çocuklara öğretilmese ya da genlerine kodlanmasa insan diye bir tür olmayacaktı. İlkel çağlarda insanların korkacak çok daha fazla şeyi vardı. Peki şimdi neden korkuyoruz, neden bu ilkel duyguyu devam ettiriyoruz?
Günümüz koşullarında korkacak sayısız neden var. Bizden kaynaklı korkuların ve doğal nedenlerin dışında da çok daha fazla korku var. Sebepler değişmiş olsa da hayatta kalma duygusu devam ediyor.
Tüm korkuların temeli ölümdür. İnsan ölmekten korkar. İnsanın bilinçaltının iyi kısmı budur. Bir tehlike anında insan kendini koruma programlı olduğu için bedene karşı bir saldırı veya zarar geleceği düşüncesi ile saniyeler içinde bunu refleks olarak tepki verir. Böylece kendini korumaya alır. İnsan bedenine gelecek olan zararı önlemek bilinçaltının en önemli görevidir. İnsan dünyaya böyle genetik bir kodla gelir. Geleceği bilmek ister ama kesin bir bilgiye sahip olmadığı için tedirgin olur.
Ölümden en çok korkanlar, yaşamaktan en fazla korkanlardır. Yaşayabildiğimiz oranda ölüme karşı hazırlıklı ve korkusuz oluruz; ölümü kabulleniriz. Korku, Erkan Uğur’un dediği gibi, “gözüm gördüklerimden, kulağım duyduklarımdan, yüreğim insanlardan, aklım varlığımdan, beynim gelecekten tir tir titriyor.”
Uğur’un bahsettiği bu korku kronik korku iken William Shakespeare’in bahsettiği korku yaşamaktan, yüzleşmekten ve hatta düşünmekten korktuğu şeyleri dile getiriyor.
“İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.”